Merhaba işçi dostlar. Ben üniversite yemekhanesinde çalışan bir işçi-öğrenciyim. Yemekhanede işe başlayalı bir ayı geçti. Burada çalışan işçiler öyle sıkıntılarla karşılaşıyorlar ki ben de bunu sizinle paylaşmak istedim. Üniversite bünyesinde bulunan METSİM isimli taşeron firmada çalışan işçiler sıcaklığın 40 dereceyi aştığı bu yaz aylarında neler mi yaşıyorlar?
Sabah 8’de işbaşı yapan işçiler önce yerlere paspas çekiyorlar, tuvaletleri yıkıyorlar, masalara servis açıyorlar. Tabii bu arada saat 11’i buluyor ve yemekler merkez kampüs yemekhanesinden geliyor. Yemekhane üç bölümden oluşuyor. Akademi, idari personel ve öğrenci bölümleri. İdari ve akademi bölümü öğrencilerle yemek istemiyor, kuyruğa girmek istemiyor, şarap kadehleriyle su içmek istiyor, istiyor da istiyor. Bizler de onlara önce servis yapıyoruz, sonra tabaklarının bulaşığını sıyırıyoruz, sonra da bulaşıklara başlıyoruz. Bir yemek arası veriliyor ama oranın sorumlusundan bizlere yemek kalırsa. Çünkü personelin yemeğini bile satıyorlar, sonra da bizden daha fazla performans bekliyor. Yemekten sonra bulaşıkların kalanını bitirip bütün bölümleri yıkamaya başlıyoruz. Saat 4’e geliyor. Bazen çayları elimize alıp geçiyoruz bir köşeye. Sohbet bazen Türk-Kürt meselesi, bazen “iddaa”, bazen “şans topu” üzerinde dönüyor. Bazen de sınıfımızın sorunlarına geliyor.
Sigortalar yıl içinde tam yatmıyor. İşçiler 4 ay zorunlu ücretsiz izne gönderiliyor. Maaşlar asgari ücret, onu da zamanında alabilirsen ne mutlu sana! İşe giriş sözleşmeni servis elemanı olarak imzalamış olabilirsin, ama yüce Metsim patronu neden daha fazla kâr elde etmesin? Sen de yerine göre servis elemanlığı, yerine göre tuvalet temizleyicisi, garson ve bulaşıkçı olursun. Tabii bir de her yıl yapılan ihalelerde taşeronun taşeronu olan alt şirketlerde alınıp satılan bir meta işlevi görürsün ki bu da sigortanın sürekli kesintiye uğraması demek. İşten çıkarılma durumunda talep edecek hakkın kalmasın diye patronun avukatı bu duruma uyduracak bir kılıf bulur. İşçilerle birlikte çalışan öğrenciler de günde 4 saat (işlerin en yoğun saatlerinde) çalıştırılır. Onlara da istediği tüm işleri yaptırarak haftalık 50 lira verirler. Bir de yemekhane işçileri birlikte çalıştıkları öğrenci-işçilere üzülürler. Çalışarak okumak zorunda oldukları için. İşte işçilerle birlikte konuştuğumuz, bizlerin asıl meseleleri bunlar.
Tabii bazıları bu konuları konuşunca içim sıkıldı diyor. Bazıları ise “olsun ne yapalım, hiç yoktan bir işimiz var. Bu kadar işsiz arasında Allah yine yüzümüze gülüyor” diyor. Ama bir ablamız var en iyisini o söylüyor: “Bizim burada sendikamız bile yok. Hak istemek için azıcık ses çıkarsak darma duman oluyoruz bu yüzden. İşçi istese patronu batırır da çıkarır da. Biz burada istesek şirkete dünyanın zararını da açarız. Biz olmasak bunca iş yürür mü? Ama sendikamız yok işte. Bazen diyorum gidip öğreneyim hangisi oluyorsa üye olayım ama o zaman beni atıp gemisini yürütmeye devam eder. Bizim bunu birlikte yapmamız lazım.”
Bu ablamız tam olarak ne yapacağını bilmese de durduğu nokta doğru bir nokta. Patronlar için bu kadar değersiz görülürken, tüm haklarımız gasp edilip üzerinden kâr kazanılırken bizler susacak mıyız? Haklarımızı sonuna kadar aramak zorundayız. Bunun içinde UİD-DER gibi işçi örgütlerinde bir araya gelerek bilinçli bir örgütlülük yaratmak zorundayız. İnsanca bir yaşam için hakkımızın verilmesini beklemek yerine hakkımızı almak için kolları sıvamalıyız.