
Dostlarım, makine kalıp grevi, sınıf mücadelesiyle tanışmam açısından hayatımda önemli bir dönemeç noktasını oluşturur. Benim 24 yaşında genç bir işçi olarak başladığım ilk fabrika deneyimimdi. 2 yıl gibi kısa bir süre çalıştıktan sonra sendikalaşma sürecinin başlamasına tanıklık ettim. Bu işyerinde 1 yılı aşan bir süre sendikalaşma mücadelesi verdik. Daha sonra 6 ay süren bir grev deneyimi yaşadık. Bu mücadele sayesinde örgütsüz hiçbir şeyin yapılamayacağını öğrendim. Ben örgüt denince aşırı ürkerdim. Bu süreç bana şunu öğretti ki; ben ve birçok işçi kendi değerlerimize yabancılaştırılmışız. Patronların ideolojik yönlendirmesi altında kalan işçiler örgüt kelimesinden ürküyorlar. İşte benim yaşadığım sendikal deneyim bunun ne kadar yanlış olduğunu, somut yaşantım içinde tekrar tekrar gösterdi. Ben ve birçok mücadeleci işçi, bu deneyimlerden çok şey öğrendik. Bu deneyimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şişecam’ın Topkapı’da bulunan Makine Kalıp fabrikasında çalışıyordum. 240 işçinin çalıştığı bu fabrika Şişecam’a üretimin yanı sıra, orduya silah yedek parçası ve mekanizmaları üreten ve ağır sanayi işkoluna giren bir fabrikaydı. Bu fabrikada sendikal örgütlenmeyi başlatan ise sadece üç kişiydi. Biz bunu çok sonradan öğrendik tabii ki.
Bu üç işçinin çalışmalarından, dürüstlüklerinden, mertliklerinden hem işçi arkadaşları hem de ustabaşılar, şefler ve hatta müdürler etkileniyorlardı. Benim mücadele yaşamımda bu üç işçinin çok büyük etkisi var. Örnek davranışlarıyla benim ilham kaynağım oldular diyebilirim. Çünkü bu üç işçi, aynı zamanda bilinçli birer öncü işçi olduğundan, fabrikada çalışmak dışında işçileri birleştirici birçok etkinliğe de imza atıyorlardı. Her gün bir sonraki günün planını yapıp, işçilerle bağlarını nasıl güçlendireceklerine kafa yoruyorlardı. Bir süre sonra kendi etraflarında toplanan 9-10 kişilik bir ekip örgütlediler. Bunu, herkesin bildiği çok basit organizasyonlar yaparak ya da yapılan organizasyonlara katılarak sağlıyorlardı. Örneğin, bölümler arası futbol turnuvaları yapıyor, yaz ve kış aylarında ayrı ayrı geziler düzenliyorlardı. Evlenen, vefat eden bazı işçilerin özel günlerine tüm yakın buldukları işçilerle birlikte katılıyorlardı. Fabrikada en ufak bir haksızlık karşısında dahi toplu hareket etmeyi örgütlüyorlardı. Zamanla bu işçiler fabrikada bir çekim merkezi ve sözü dinlenilen insanlar haline geldiler. Bu ekip kendi etrafında 40-50 kişilik bir geniş halka oluşturmuştu. Mücadele ilerleyip de patronun sözcüleri (müdürler ve şefler) baskıyı artırdığında, bu 40-50 kişilik grup aynı anda harekete geçebilmişti.
Buradan çıkarmamız gereken en önemli sonuç, hepi topu üç işçinin bile, yeterince bilinçli ve kararlı olduğunda koca bir fabrikayı örgütleyebilmesidir. Fabrikalarda patronların üç kişinin bir araya gelmesinden neden korktuğunu da böylece daha iyi anlıyoruz. İşçiler kendi sorunlarını tartışmaya başladığında, o üç kişi ile kalmıyor. Artık üç kişi, üç kişi olmaktan çıkarak bir ekip haline geliyor. Bu kararlı ekip sayesinde tüm işçiler örgütlenmeye ve ortak bir amaç uğruna bir araya gelmeye başlıyorlar. Eğer böyle bir ekip yoksa ve işçiler örgütsüzse, şeflerin, müdürlerin baskısı ne kadar ağır olursa olsun, haksızlıklar ne kadar artarsa artsın, işçiler patrona örgütlü bir karşı duruş sergileyemezler. Bireysel yapılan çıkışlar ya işçinin atılmasıyla ya da diğer arkadaşlarından yalıtılmasıyla sonuçlanır. Başarı elde edilemez ve hatta çoğu durumda işçiler, koşullar artık dayanamadıkları bir noktaya geldiğinde, çareyi işi bırakıp başka bir fabrikaya gitmekte bulurlar. Oysa çalışma koşulları ve sömürü her yerde benzerdir.
Ama bu deneyimleri çok az işçi yaşar ve duyar. Bu deneyimleri anlattığımızda ise işyerlerindeki işçi arkadaşlarımız genellikle aynı cevabı verirler: “Siz başarmışsınız ama bizim işçilerden adam olmaz” veya “bizim işyerinin koşulları çok farklı, bizde örgütlenmek imkânsız!” Ne yazık ki işçi arkadaşlarımız örgütsüz ve dolayısıyla da bilinçsiz oldukları için, birbirlerine güvenmiyorlar ve bu şekilde konuşuyorlar. Ama Makine Kalıp fabrikasında da başlangıçta durum farklı değildi. Fakat kararlı bir ekip sabırla çalışarak bunu kırmayı başardı.
İşin aslı şu ki, hangi işkolunda veya fabrikada çalışırsak çalışalım sorunlarımız aynıdır ve dolayısıyla çözümlerimiz de aynıdır. Bilinçli ve kararlı olursak, her fabrikada etrafımıza toplayacak işçiler bulabileceğimize, tüm fabrikayı örgütleyebileceğimize yürekten inanıyorum. Eğer birbirimize “işe yaramaz” ve “adam olmaz” gözüyle bakıyorsak, bilelim ki bu bakış açısı patronun çıkarınadır. İşçi arkadaşlarımıza güvenmediğimiz, onlarla yeterince ilgilenmediğimiz ve meseleye yeterince kafa yormadığımız müddetçe örgütlenemeyiz. O halde kabahati birbirimizde bulmadan, önce küçük ama sağlam ekipler örgütlemeye girişmeliyiz. İşçiler örgütlendiklerinde ve mücadele ettiklerinde ne denli güçlü olduklarına kendileri bile şaşırırlar. Biz bunu Makine Kalıp’ta yaşayarak öğrendik ve tecrübe ettik. Örgütlülük işçiye güç ve onur verirken, patronların yüreğine korku salar.