
Gebze Organize Sanayi Bölgesindeki direniş yerime gitmek için dolmuşa bindim. Dolmuş kalabalık, insanların suratları asık ve dalgındı. Arka koltukta oturmuştum, yanımda oturan ve her halinden işsiz olduğu anlaşılan arkadaşa laf attım. “Merhaba sen de işsiz misin? İş aramak için organize sanayiye mi gidiyorsun yoksa?” O da “sorma abi, işsizim, ama daha önce form doldurduğum fabrikaya ilk görüşme için çağırdılar, oraya gidiyorum” dedi ve böylece sohbetimiz başladı Hüseyin’le. Ekonomik kriz yüzünden ZF SACS fabrikasından işten atılmış. Altı aydır işsiz olduğunu, yaşadığı zorlukları anlattı. Ben de haksız yere işten atıldığımı fakat buna karşı çıktığım için fabrika önünde direnişe geçtiğimi anlattım. Konuşmamız devam ederken son durağa gelmiştik, dolmuştan indik. Hüseyin, “abi şu fabrikaya gidip bi görüşeyim, sonra yanına geleceğim” dedi. El sıkışarak ayrıldık. Sonra arkadaş sözünü tutup benim yanıma geldi, bir süre konuştuktan sonra arkadaşı uğurladım.
Fabrikanın önüne gelmiştim, gökyüzü açıktı ancak serin esen rüzgâr insanın içini üşütüyordu. Ortalık henüz sessizdi, caddenin her iki tarafında da tespih taneleri gibi arka arkaya dizilmiş fabrikalar, muazzam bir görüntü sunuyordu. İçeride işçiler harıl harıl çalışıyor. Makine seslerini duyuyorum, çalışıyor işçiler bütün zenginlikleri üreterek, ama aç ve yoksullar. Direniş alanına geldim, dövizimi çıkardım, boynuma astım ve herkesin görebilmesi için kaldırımda bir aşağı bir yukarı gidip geldim. İleri Elektrokimya fabrikasında çalışan işçi arkadaşlarım el sallayıp selam gönderdiler. Üretim şefleriyse beni görünce suratlarını astılar. Saat dokuz olmuştu, işçiler çay molasına çıktılar, benim için çay ve bisküvi getirdiler. “Bizim için buradasın sana bakmalıyız,” dediler. Moralim iyice yerine gelmişti.
Zaman geçip öğle oldu. Karşıdaki Pürplast fabrikasının işçileri benim neden beklediğimi merak etmişler, öğle paydosundan çıkarak yanıma geldiler. Yanlarında benim için hazırladıkları ekmek arasını da getirmişler. Selamlaşıp tanıştık. Aralarından bir abi, “ne oldu da burada bekliyorsun, merak ettik, biraz anlatır mısın bize” dedi. Ben de yaşadıklarımı anlattım. Ben sözlerimi bitirdikten sonra işçiler, “helal olsun, çok onurlu bir şey yapıyorsun, ama işverenler elimizi kolumuzu bağlamışlar, hiçbir şey yapamıyoruz ve hiç hakkımız kalmamış” dediler. Ben de “abi biz her şeyi yapıyoruz, patronları biz zenginleştiriyoruz, ancak onlar bizleri insan yerine koymuyorlar, işine geldiğinde gece gündüz çalıştırıyor, işine gelmediğinde bizlere kapıyı gösteriyorlar. Ancak bir söz var, ağlamayan bebeğe süt verilmez diye. Biz işçiler de ağlamayacağız ama bir şeyleri elde etmek için harekete geçmeliyiz, hiçbir şey yapmazsak o zaman halimiz bundan daha da beter olur” dedim. Sohbetimiz devam ederken işçi arkadaşlarımın mola süresi dolduğundan ayrılmak zorunda kaldılar. “Biz senin yanındayız, tek değilsin, seni destekliyoruz” deyip fabrikalarına gittiler. Akşam olmuştu, güzel bir gün daha geçmişti. Şimdi bugünü dostlarımla paylaşmalıyım diye düşünerek işte bu satırları kaleme aldım.