
Bayram öncesi herkeste öyle ya da böyle bir bayram telaşı yaşandı. Herkesin dilinde ya kurbanlıkların ne kadar pahalı olduğu, ya bayramda bir yere gidilip gidilmeyeceği ya da bayram izniyle ilgili cümleler dönüp durdu. Ben Hacettepe Üniversitesi bünyesinde yeni çalışmaya başlayan taşeron bir işçiyim. Aynı sohbetler bizim işyerimizde de geçti. Ama bizler öyle günlerce tatil izni yapabilmekten bahsedemiyoruz. Çünkü buranın “oturmuş bir düzeni” var ve resmi tatil de olsa bayramlarda izinli olmak gibi bir durum söz konusu değil. Ben işe başladığımdan beri geçen bu ikinci bayram ama biz hiç izin kullanamadık ya da bunun yerine fazla mesai de alamadık.
Geçen gün serviste bir arkadaşla konuştuk bu konuyu ama o işçi arkadaşım gayet net hiçbir şeyin değişmeyeceği konusunda. Daha doğrusu konuştukça anladım ki bu durumdan rahatsızlık dahi duymuyor, çünkü ona göre bu tavır bu işyerine yerleşmiş durumda. Peki siz hiç bunun için hakkınızı aradınız mı, gidip sordunuz mu dediğimde, “birkaç kere giden arkadaşlar oldu ama hiçbir şey değişmedi” dedi. Tabii insanın hemen aklına şu geliyor ve soruyorsunuz: “Peki sen neden gitmedin, diğer arkadaşlar neden gitmedi, siz resmi tatillerde izin kullanmak istemiyor musunuz?” Cevap şu: “İsteriz tabii ama çok zor, kimse uğraşmıyor, zaten şirket de izin vermez.”
Ben dayanamayıp sormaya devam ediyorum: “Çoğu zaman tek başına yaptığımız işlerden pek de olumlu sonuçlar alamıyoruz, hele de söz konusu olan haklarımızsa ve karşı karşıya kaldığımız işverenimizse. Sence de hepiniz gidip hakkınızı talep etseydiniz daha iyi olmaz mıydı?” Bunun da bir cevabı var elbette: “Daha iyi olur ama burada herkes birinin tanıdığı, herkes torpille girdi bu işe, o yüzden kimse bulaşmak istemiyor.” Ben de diyorum ki, “tamam haklısın, herkes birinin tanıdığı, ben de öyleyim, ben de senin deyiminle torpille girdim buraya, ama bak ben uğraşıyorum böyle işlerle de. Çünkü hakkımızı elimizden alıyorlar, ne izin veriyorlar ne de yerine fazla mesai ücreti alabiliyoruz, üstelik yasalara göre bunu yapmak zorundalar, gel birlikte gidelim, diğer arkadaşlara da söyleyelim, hep birlikte konuşalım” diyorum. Ama karşı taraf da inatla, “boş ver, bir şey çıkmaz, çok uğraşmak gerekir” diyor. Ben de, onlar uğraşmak istiyorsa biz de uğraşırız diyorum ama ne fayda, o sadece bir nöbet izin alabilirse onun kâr olduğunu söylüyor. İşyerlerine çöreklenmiş işveren temsilcileri de bu durumu gayet iyi kullanıp “burada böyle, boş ver fazla kurcalama” diyorlar. Elbette bu duruma karşı çıkan arkadaşlar da var, ama hadi gidip konuşalım, isteyelim hakkımızı dediğimde onlar da yanaşmıyor, yani öfkeleri kendi kendilerine.
Tabii bu kadar şeyi birlikte çalıştığım arkadaşlarımı suçlamak için yazmadım. Benim anlatmaya çalıştığım şey, işçiler örgütsüz davrandıkça işverenler binbir bahaneyle bizlerin kazanılmış haklarını gasp ediyorlar. Bizim işyerimizdeki arkadaşlar için sessiz kalmanın bahaneleri ise, birilerinin tanıdığı oldukları için pek bir şeye karışmak istemedikleri, seçim öncesi kadro alabilmek umuduyla seslerini çıkarmadıkları ve işin çok yorucu olmadığı şeklinde. Oysa fiziksel olarak çok yorucu bir iş yapmıyor olsak da, bizler, özellikle de gece personeli, haftanın 3 günü 16 saat nöbet tutarak çalışıyoruz. Sabaha kadar diken üstündeyiz, üzerimizdeki sorumluluk oldukça fazla, nöbet tuttuğumuz binada herhangi bir zarar oluşursa bunun bedeli bizim maaşlarımızdan kesiliyor. Gece uyuyamıyoruz, uyusak bile sandalye üstünde ne kadar verimli bir uyku olabilirse o kadar uyuyabiliyoruz. Birçok arkadaşımız sürekli oturmaktan, hareketsiz kalmaktan bel problemi yaşıyor. Gece çalıştığımız için vücudumuzun dengesi bozuluyor ve bu irili ufaklı sağlık problemlerine yol açıyor. Yani aslında çok da rahat koşullarda çalışmıyoruz.
Bizler görmeliyiz ve bilmeliyiz ki ve inatla anlatmalıyız ki, patronlar yani sermaye sınıfı haklarımızı gasp edebiliyorsa, bu, bizler örgütsüz olduğumuz ve küçük çıkarların peşinde koştuğumuz içindir. Yapılan hak gasplarına karşı durabilmenin tek yolu örgütlü olmaktır, ancak bu şekilde mücadele edebilir ve yeni haklar kazanabiliriz. Biz örgütlü işçilere düşen görev de hiç yılmadan, yorulmadan önümüze konan tüm zorluklara inat mücadeleye daha fazla işçi kardeşimizi kazandırmaktır.
Hacettepe Üniversitesinden bir işçi