
Bugün de erkenden kalkıp Akdeniz Çivi işçilerini ziyarete gittik. Ziyaretimiz, patronla 9 Aralıkta yapılması planlanan ikinci görüşmenin bir gün öncesine denk geldi. İşçiler bu görüşmeden olumlu bir sonucun çıkmasını bekliyorlardı. Durum böyle olunca işçilerin kimilerinde gerginlik, kimilerinde heyecan, kimilerinde sevinç belirtileri belli oluveriyor. Sıcak bir günaydın ve ayaküstü sohbetlerin ardından çaylarımızı yudumlamak için oturduk bir köşeye.
Komiteden bahsetmeye başladı bir işçi. Bu direnişte herkesin komiteye girmek isteyişini ve onlara ayıp olmasın diye komite ile ilgili her şeye herkesi çağırdıklarını anlattı. Kendi içlerinden birilerini seçmekte çok zorlandıklarını söyleyerek, “illa sendikanın sen sen sen komitedesiniz mi demesi gerekiyor” diye bir soruyla tamamladı cümlesini. Ayıp olmasın derken bazen her şeyin birbirine karıştığını ve komite sistemini oturtamadıklarını anlattı. Yılların getirdiği birlik olamama sorununa değindi. Daha önce örgütlenememelerinin neleri kaybettirdiğinden, mücadele edeceğiz derken bilmemekten kaynaklı pek çok yanlışa düştüklerinden, güvensizlikten, patronların her şeye karar verip işçilerin arkadan nasıl sürüklendiğinden söz etti.
Ben de çantamdan “İŞÇİ DAYANIŞMASI”nın eski sayılarından birini çıkarıp “Kemal Türkler ve Maden-İş’in Mücadeleci Sınıf Çizgisi” adlı yazıyı okudum ustalara. Eski kuşak işçiler diye sıkça anılan 1970’li yıllardaki sınıf mücadelesini, militanca mücadelenin en güzel örneklerini, tabanın söz ve karar sahibi olmasını, işyerindeki en ufak birimlere kadar örgütlenmiş komiteleri anlatan bu güzel yazı işçilerin epey dikkatlerini çekti. “İşçiler eskiden en küçük birimlere kadar komite kurup örgütlenirken bizler sadece direniş yerinde bile komitemizi kuramamışız” dedi bir işçi ve şöyle devam etti: “Cahillik içerde diz boyu, bölünmüşlük alabildiğine. Bazen diyorum, fabrikaya girelim, biz üretip biz çalıştıralım. Zaten bunu biz yapmıyor muyduk? Ama beceremeyiz. Çünkü bugün mücadele ederken bile yeteri kadar örgütlü değiliz. O günden bugüne pek çok şey değişmiş ama olumsuz yönde. O günleri daha iyi bilmek gerek ki bugün bu halden bir an önce kurtulup daha iyilerini yapalım.”
Ben de UİD-DER gibi işçi örgütlerinde bir araya gelmenin işçilerin hayatını değiştirdiğini anlattım: “Değiştiriyor çünkü örgütlü bir işçi oluyorsun, çünkü kafamızın içine sokulan tüm zehirlerden arınıp bilinçli bir şekilde kavgaya atılıyoruz. Birçok sektörden bir araya gelen işçilerle, dünyanın bir ucundaki işçi kardeşlerinle aynı soruna karşılık sınıf mücadelesi vermeyi öğreniyorsun. Bugün işçiler gerçekten örgütsüz ve bu ağır bedeller ödememize neden oluyor. Bizim derneğimiz gibi sınıf örgütlerine sahip çıkıp mücadele etmekten başka şansımız var mı?” Bunun üstüne, örgütlü olan işçilerle örgütsüz olan işçilerin karşılaştırmalarını yaptık. Mücadele ederken ayıpların, hatır-gönül işlerinin olmaması gerektiğini, ne istediğini bilen bilinçli işçiler olarak örgütlülüğümüzü güçlendirmemiz gerektiğini konuştuk. Patronlar asla saldırılarını bitirmeyecekler. Ve en ufak bir açığımızı yakaladıklarında tepemize binecekler. Ya onlara fırsat tanıyıp iliklerimize kadar zehirlerini saçmalarını bekleriz ya da UİD-DER gibi işçi örgütlerinde birleşerek, bilinçli, birbirine kenetlenmiş örgütlü işçiler olarak patronlara karşı sınıf mücadelesini yükseltiriz.