Gece vardiyası çıkışında serviste iki arkadaş muhabbet ederek geliyoruz. Şoför ve bizim haricimizde kimse konuşmuyor, daha doğrusu kimse uyanık değil. Çünkü Gezer ve Gez-deri işçileri olarak bizler 12 saat ağır koşullarda çalışıyoruz. Bir de gece vardiyasındaysak işimiz daha da zorlaşıyor. O yüzden kendimizi servise ölü gibi atıyoruz. Hayatımız bu çalışma koşullarında, ev-iş arasında mekik dokuyarak geçiyor.
Geçenlerde sohbet ettiğim bir işçi arkadaşım şunları söylüyordu: “Bundan önce 8 saat çalışıyordum ve ben 2 çocuk babasıyım. O dönemlerde benim çocuk derslerinde başarı gösteriyordu ve veli toplantılarında göğsüm kabarıyordu.” Ona sordum, “peki şimdi ne değişti?”. Arkadaşım şöyle cevap verdi: “O göğsümü kabartan çocuk gitti, sanki yerine başka bir çocuk geldi. Benim burada 12 saat ağır çalışma hayatına başlamamla beraber, çocuğa sevgi ve ilgi göstermem ve derslerine yardım etmem haliyle azaldı. Bu yüzden burada uzun çalışmamızdan yalnız biz değil çocuklarımız da etkileniyor. Haliyle aile arasında bir kopukluk meydana geliyor.”
Peki, bizler hayatımızı ölü gibi yaşayarak mı geçireceğiz? Oysa bizim yasal çalışma süremiz haftalık 45 saattir. Bizler hakkımıza sahip çıkmalıyız. Çıkmalıyız ki kendimize zaman ayırabilelim, çıkmalıyız ki evlatlarımızı kendi haline bırakmayalım.