Buradasınız
Barış, İşçi Sınıfının Mücadelesiyle Gelecek!
1 Eylül 2024 - 11:00
Bugün 1 Eylül, bugün Dünya Barış Günü… Bugün sadece Türkiye’de veya yaşadığımız coğrafyada değil, dünyanın dört bucağında ezilenlerin yüreği barış özlemiyle atıyor. Emekçiler, ölümlerin son bulduğu, acı ve gözyaşının dindiği, yaraların sarıldığı bir dünyaya hasret… Sömürücü egemenler ise bir taraftan dünyayı kana bularken, öte taraftan ikiyüzlüce barış nutukları atmakla meşguller.
Kapitalizmin ilk gelişme döneminden başlayarak sermayenin/paranın toplumsal ilişkilerde nasıl yıkıcı bir rolü olduğunu anlatan bir şiire yüreklerimizi açalım şimdi. Başlığı “Sarayın Durumu” olan bu şiir, bundan tam 500 yıl önce Fransa’da yaşamış bir şair tarafından, Jean de L’Espine du Pont-Alletz tarafından yazılmış. Aradan 500 yıl geçmesine rağmen, sermayenin egemenliğine dayalı sömürü düzeni yıkılmadığı için sanki bugünü anlatıyor. Saraylılar, paralılar, paşalar, beyler, ağalar yahut ne derseniz deyin hâlâ onlar iktidarda olduğu için savaşlarda pisipisine harcanıyor emekçiler…
Kim ister savaşı, kim besler, hep paralılar.
Ali kıran baş kesen kim, hep paralılar.
Şan, şeref, namus kimde, hep paralılarda.
Hep paralılardır borusunu öttüren,
hep onlardır paşa, bey, ağa.
Bütün kötülüklerin paradır kökü.
Alındı haklarımız parayla elimizden.
Paradır boynumuza boyunduruğu geçiren.
Para yüzünden harcanmışız pisipisine.
Savaş durup dururken çıkmaz, savaşı başlatan işçi ve emekçiler de değildir. Savaşı başlatan egemenlerdir. Oysa savaş işçileri ve yoksulları vurur. Savaşın kazananı patronlar, kaybedeni işçilerdir. Savaş halkları birbirine düşman eder; savaş insanları insanlıktan çıkartır. Tarih buna tanıktır. Birinci Dünya Savaşında 18 milyon, İkinci Dünya Savaşında ise tam 70 milyon insan yaşamını kaybetti. Ne uğruna? Kapitalist efendiler egemenlik kavgasına tutuştuğu için! Egemenler, milliyetçiliği kışkırtır ve toplumu histerik bir ruh haline sürüklerler. Düşünceleri çarpıtılmış, düşünme yetisi elinden alınmış insanlardan yanı başındaki sınıf kardeşini boğazlaması istenir. Bu tarih boyunca böyle olmuştur.
Gelelim bugüne… Kapitalist düzenin sömürücü efendileri, kendi çıkarları için dünyamızı kana bulamaya devam ediyorlar. Ortadoğu’da yoğunlaşan ama tüm dünyayı derinden etkileyen Üçüncü Dünya Savaşı, şimdiye kadar milyonlarca insanı evinden ve yurdundan etti. Kentler ve yerleşim alanları yakılıp yıkıldı, yüz binlerce insan katledildi. Savaşın yarattığı ölüm, acı ve gözyaşı dinmiyor, sürüyor. Afganistan’dan Suriye’ye, Ukrayna'dan Gazze'ye milyonlarca insan; ölümden, açlık, işsizlik, yoksulluk ve savaştan kaçarak göç yollarına düşüyor.
“Bakar…
Bir böcek gözü değil
Bakar!
Karaya vuran balık gözü değil
Bakar durur”
(Umut Teknesi, Elif Çağlı)
Korku ve endişeye bürünmüş çocuk gözleri… Sırtındaki çantaya evini sığdırmış bir baba ve sınır tellerinin altından geçerken kaçamak bir bakış atan kız çocuğu… Bugün kapitalist sistemin çarklarında ezilerek göçmen olmaya zorlanmış 300 milyon insan evladından yalnızca biri…
Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında soğuk dalgaların arasında çırpınarak yaşam savaşı vermek nasıl bir histir ancak yaşayan bilir. İnsan enerjisini giderek yitirirken, direnme gücü tükenirken aklından kim bilir neler geçirir? Kendimizi onların yerine koyalım. Teknenin batmasıyla ölmemişiz de hasbelkader kurtulmuşuz. Bir tahtaya tutunmuşuz mesela... Ne gelen var ne de giden... Her gün düzinelerce göçmenin talihsiz yaşamı, Akdeniz’in karanlık sularında sona eriyor. Bomba ve mermilere kurban gitmeden yaşayabilecek, başını sokabilecek bir çatı bile bulamadan yitip gidiyor insanlar…
Yaşamın, adalet ve barışın düşmanı bu düzen, anaların gözyaşlarından besleniyor. Türkiye’de de bu böyle… Elif Çağlı’nın “Cizre’de, Sur’da Katledilen Kız Çocuklarına” isimli şiirinin dizeleri bugün de zalimin zulmüne inat, yüzlerindeki son tebessümleriyle akıllarımıza kazınanları ve ardından ağıt yakan ama “ille de barış” diyen anaların özlemlerini anlatıyor. Çağlı’nın bu dizelerini, bugün özgürlük ve barış düşleri kurarken, egemenlerin kirli oyunları yüzünden yitirdiklerimiz anısına yeniden paylaşıyoruz. Bizler mücadelelerimizin içinde, katillerin, zalimlerin ve hainlerin defolup gideceği bir yeryüzünde rengârenk uçurtmaları gökyüzüne salacağımız günleri düşlüyoruz.
Farklı halklardan işçiler, emekçiler neden birbirini öldürsün? Paylaşamadıkları nedir? Hiçbir şey! Paylaşacak şeyleri olanlar sömürücü egemenlerdir, bizden çaldıklarını paylaşamaz ve savaş çıkartırlar.Savaş egemenlerin çıkarınadır, emekçilere lazım olan barıştır. Bizim için barış sömürüsüz bir dünyadır, eşitliktir, çocukların gülmesidir, kardeşliktir. Sonra barış kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ayrımının son bulmasıdır, şiddetin ve savaşın tarihe gömülmesidir. Şimdi Ege’nin karşı kıyısından Yannis Ritsos’a kulak verelim. Ritsos “Barış” şiiriyle insanlığın o kadim düşünü ne güzel aktarıyor.
Barış deyince aklımıza gagasında bir zeytin dalı taşıyan beyaz bir güvercin gelir. Masmavi semaya özgürce kanat çırpan bir güvercin… Kapitalizmin efendileri özgürlüğe kanat çırpan kuşların, dalında tomurcuklanan meyvenin, gürül gürül akan ırmakların düşmanıdır. Onlar insanlığın tüm güzel hasletlerinin ve düşlerinin düşmanıdır. Emeğin, kardeşliğin ve barışın düşmanıdır onlar. Ve onlar hüküm sürdükçe yeryüzünde, barışa ve kardeşliğe çatlayan bir toprak gibi susamaya devam edecek insanlık! Barış ancak işçiler birleşirse, birleşip de bu sömürü düzenini yıkarsa gelecek. Yıkılsın sömürü düzeni kapitalizm, yere batsın insanı kul köle eden bu düzen, bitsin kulluk, bitsin kölelik, tüm dünya halkları barış türküsüne dursun, barış güvercinleri uçsun…