Buradasınız
Durumu Değiştirmenin Yolu Birleşip Mücadele Etmekten Geçiyor!

Asgari ücrete yapılan 94 liralık zamla, 2017 yılı boyunca geçerli olacak asgari ücret 1271 liraya yükseldi. Asgari Geçim İndirimini de eklediğimizde, işçinin eline geçen para miktarı 1404 liraya çıkıyor. Bu denli büyük miktarda parayla kim ne yapar bilinmez tabii! Amiyane deyimle “bozdur bozdur harca!” Şaka bir yana, tüm işçileri ilgilendiren asgari ücret, bir kez daha sefalet ücreti olarak kaldı. Üstelik 94 liralık zam, daha işçinin cebine girmeden hayat pahalılığı karşısında eriyip gitti. Aslında asgari ücretin dolar karşısındaki durumu, bu gerçeği çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. Meselâ 2008’de 414 dolar olan asgari ücret, 2016’nın sonunda 375 dolar civarına inmişti. Ocak ayının ilk günlerinde ise, asgari ücretin karşılığı 370 dolardı. Yani 94 liralık zamma rağmen asgari ücret, 2016’nın da gerisine düşmüş bulunuyor.
Dolar lira ilişkisine değinmemizin nedeni borsa oyunlarıyla ilgileniyor oluşumuz değil. Doların yükselmesiyle tüm geçim araçları zamlanıyor ve ücretlerin alım gücü düşüyor. 94 lira işçinin cebine girmeden buhar oldu; peki 2017’nin ortasında veya sonunda asgari ücretin durumu ne olacak? Asgari ücrete ya da biraz onun üzerinde ücrete çalışanların sayısı 8-9 milyonu buluyor. Esasında ister asgari olsun ister olmasın Türkiye’de işçi ücretleri, bir işçinin ailesini asgari standartlarda geçindirmesi için yeterli değil. İşte bu yüzden işçiler, gece gündüz demeden fazla mesai yaparak gelirlerini arttırmaya çalışıyorlar.
Asgari ücret ya da genel olarak işçi ücretleri, bir ülkede üretilen toplumsal değerden işçi sınıfının payına ne düştüğünün aynasıdır. Üretilen toplumsal değerden işçi sınıfının payına düşen kısım, her geçen gün azalıyor. Çeşitli verilere göre, Türkiye’de, ücretlerin milli gelir içindeki payı 1999’da %52,2 iken, bu oran 2015’de %34’e düşmüştür. Üstelik bu düşüş, ücretli olarak istihdam edilen nüfus arttığı halde yaşanmıştır. İşçinin azalan payı buhar olup uçmuyor, patronların cebine giriyor. Nitekim en zengin %1’lik kesimin toplam servetten aldığı pay 2002 yılında %39 iken, bu oran 2014 yılında %54’e yükselmiştir. Bu oran son iki yıl içinde daha da artmış bulunuyor. Aynı yıllar içinde dolar milyarderlerinin sayısının 4’ten 40’lara tırmanması bir tesadüf olmasa gerek.
Demek ki “kişi başına milli gelir artıyor” söyleminin biz işçiler için hiçbir kıymeti yok. Bir yıl içinde üretilen toplam değeri tüm nüfusa eşit bir şekilde bölerek bizi kâğıt üzerinde zengin etme cinliği, gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Neticede milyonlarca işçi düşük ücretlere çalışmaya ve yoksulluk yaşamaya devam ederken; kapitalistler ve bize bu asgari ücreti reva gören hükümet çevreleri zenginlik denizinde yüzüyorlar.
Bu tablo gerçek ve acı verici bir tablo! Peki, nasıl oluyor da üreten işçi sınıfı ürettiklerinden bu denli az pay alabiliyor? Bunun birinci nedeni kapitalist sömürü sistemi ve mülkiyet ilişkileridir. İkinci nedeni ise, üreten sınıfın örgütsüz olmasıdır. İşçi ücretlerinin ne düzeyde olacağını, patronlar ile işçiler arasındaki güç dengesi belirler. Tek tek işçiler bunun farkında olsun ya da olmasınlar, gerçek budur. Kapitalist düzende iki ana sınıf var: Bir tarafta sermaye sınıfı, öte tarafta ise işçi sınıfı! Doğal olarak farklı çıkarlara sahip bu iki sınıf, aslında sürekli mücadele halindedir. Bu mücadelenin bir gereği olarak sermaye sahipleri, ücretleri aşağıya çekmeye çalışırlar. Onlar için esas önemli olan, işçinin karnını doyurması ve sömürülmeye hazır hale gelmesidir. Bu yüzden, işçinin fiziksel varlığını yeniden üretmesine yetecek bir ücreti kâfi görürler. Zira işçi ücretlerinin düşmesiyle kârları yükselir. İşçi sınıfı ise ücretleri yükseltmeye, çalışma saatlerini düşürmeye ve yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışır. İşte bu mücadelede kim güçlüyse o kazanır.
Peki, gücü ne belirler? İşçilerin üretmesi, dolayısıyla üretim sürecini kontrol etmeleri ve kalabalık olmaları çok önemlidir. Ancak işçiler birlik içinde değillerse ve işçi sınıfı bilinciyle hareket etmiyorlarsa, üretimden gelen güçlerinin hiçbir kıymeti yoktur. Aynı bugün Türkiye’de olduğu gibi… Ama işçi sınıfı ne zamanki sendikalarda örgütlenir, kendi çıkarlarını savunan siyasi örgüt ya da partilerde birleşir ve güçlenirse, işte o zaman her şey değişir. Bu durumda, sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki güç dengesi işçilerin lehine değişmeye başlar.
Meselâ Avrupa’da işçi sınıfı 1830’lardan başlayarak birleşmeye ve hakları için mücadele etmeye başlamıştır. İşçi sınıfının örgütlülüğü güçlenip mücadele büyüdükçe, ücretler yükselmeye, iş saatleri düşmeye ve işçilerin yaşam koşulları iyileşmeye başlamıştır. En basitinden, demokrasinin olmazsa olmazı sayılan genel oy hakkı bile, işçi sınıfının mücadelesi sayesinde kazanılmıştır.
1900’lerin birinci yarısında, işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki güç dengesinin değişmesinde, 1917 Ekiminde Rusya’da işçi sınıfının bir devrimle iktidara gelmesi belirleyici olmuştur. İşçi devrimi, tüm dünyada fırtına etkisi yaratarak sermaye sınıfının yüreğine korku salmıştır. Bu dönemde Avrupa ülkelerinde işçi sınıfı güçlenirken, patronlar sınıfı, bir işçi devrimi korkusuyla sarsılmaya başlamıştır. Araya giren İkinci Dünya Savaşı da işçi sınıfının gücünü kıramamıştır. İşte bu ortamda sermaye sınıfı, mecburen “sosyal devlet” uygulamalarını devreye sokmuştur. Ücretler yükselip iş saatleri düşerken, işçilerin yaşam koşulları da iyileşmiştir. Ancak işçi sınıfı örgütlü gücünü kaybetmeye başladığı anda, 1980’lerin başından itibaren, kazandığı hakları kaybetmeye başlamıştır.
Aynı dönemde ordu, patronların çağrısıyla Türkiye’de yönetime el koymuştu. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin amacı işçi sınıfının örgütlü gücünü kırmak ve güç dengelerini patronların lehine değiştirmekti. Çünkü bu dönemde işçiler örgütlü ve bilinçliydiler. Darbeciler işçilerin tüm örgütlerini kapattılar, ekonomik ve demokratik haklarına el koydular ve toplumu baskı altına alarak sindirdiler. İşte bu yüzden büyük patronlardan Halit Narin, “bugüne kadar biz ağladık işçiler güldü, ama artık gülme sırası bizde” demiştir.
1980’den beri işçi sınıfı örgütsüz ve dağınık durumdadır. Bugün iktidar partisinin izlediği toplumu kutuplaştırma ve düşmanlaştırma siyaseti, işçi sınıfını bölüp paramparça ediyor. İşçi sınıfı örgütsüz ve sınıf bilincinden yoksun olduğundan ötürü hakları için mücadele veremiyor. İşte tam da bu yüzden hükümet ve sermaye sınıfı asgari ücrete sadece 94 lira zam yaparken korkmuyor. Patronlar istedikleri gibi at oynatıyorlar. Bu durumu tersine çevirmeden, yaşam koşullarımızda hiçbir olumlu değişiklik gerçekleştiremeyiz.
Asil Çelik’te Grev Yasaklandı
Kara Kışın İki Yüzü
- Sadeleştirince Açığa Çıkanlar…
- Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!
- 1 Mayıs: Gün Gelir Zorbalar Kalmaz Gider!
- İşçi Dayanışması 204. Sayı Çıktı!
- Uçurumun Kenarından Özgürlüğün Dünyasına
- Fitre Asgari Ücretliye, Emekliye Veriliyorsa…
- Fiyonklu Kazıklar Çoğalırken
- Doğru Tarafta, Bizim Safta Olabilmek…
- Arenalardan TikTok’a Uyuşturma Araçları
- Özlemini Çektiğimiz Güzel Günler İçin Birleşelim!
- İşçi Dayanışması 203. Sayı Çıktı!
- Uyanmak İçin Sabırsızlanacağımız Günler İçin
- “Hey Kızlar Siz de Katılın Bize!”
- Hak Verilmez, Alınır!
- Hüsrevlerin Değil Ferhatların Destanıdır Hatırlanan
- Büyük Resmi Görelim, Birliğimizi Örelim!
- Sendikalaşmak Türkiye’de Neden Zor?
- “Aile Yılı” İlan Edenler Neyin Peşinde?
- Katliamların Sorumlusu Kim?
- Patronlar Çok Para Kazanırken…
Son Eklenenler
- Gerek dünyada gerekse yaşadığımız ülkede öyle olaylar, öyle gelişmeler yaşanıyor ki ilk bakışta her şey çok bilinmeyenli bir matematik denklemi gibi karmaşık ve anlaşılmaz görünebilir. Nasıl ki matematikte karmaşık problemleri çözebilmek için...
- İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı, 1940’lı yıllarda Zonguldak köylüsünün “mükellef” adı altında bedavaya çalıştırıldığını belgeleyen bir tanıklıktır. Dönemin tek partili rejiminde, İsmet İnönü madeni teftişe gittiğinde, karşısına dizilen...
- Ha geldi, ha gelecek, yok yok bu sene gelmeyecek derken Yaren leylek Bursa’nın Karacabey ilçesinde, Uluabat Gölünün kıyısında balıkçı Âdem amcayla buluştu. On dört yıllık dostluk! Adı gibi yarenlik yapıyor Âdem amcaya. Aslında kimsenin haberi...
- 11 Nisan’da Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Emek ve Demokrasi Güçleri ve öğrenciler birçok ilde tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talebiyle basın açıklamaları gerçekleştirdi. İstanbul’da KESK İstanbul Şubeler Platformunun...
- Yunanistan’da işçi ve emekçiler bir kez daha kamu ve özel sektörde 24 saatlik genel grev gerçekleştirdi. Tembi tren felaketinin ikinci yıldönümü olan 28 Şubatta tarihindeki en büyük grev ve protestolara sahne olan Yunanistan’da, 9 Nisanda bir kez...
- KESK’e bağlı Eğitim Sen, Birleşik Kamu-İş’e bağlı Eğitim-İş ve Hürriyetçi Eğitim Sen, 10 Nisanda birçok ilde Milli Eğitim Müdürlükleri önünde, kent meydanlarında, sendika şubelerinde proje okullara yapılan keyfi atamalara karşı basın açıklamaları...
- Üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek, saatlerce sohbet edilebilecek bir konunun en öz, en çarpıcı halidir sloganlar… Hele ki işçi sınıfının sloganları! Birkaç kelimeyle büyük anlamlar sırtlanırlar. Kimisi somut bir talebi anlatır, kimisi bir...
- Ankara’nın Beypazarı ilçesinde bulunan Çayırhan Maden Ocağında 10 Nisanda gece vardiyası sırasında meydana gelen patlamada 2’si ağır olmak üzere 14 işçi yaralandı.
- Evrensel sağlık kapsamı; tüm insanların ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine, ihtiyaç duydukları yer ve zamanda, mali sıkıntı çekmeden erişebilmeleri anlamına gelir. Sağlığın geliştirilmesinden, hastalıkların önlenmesine, rehabilitasyon ve...
- Gençlik yılları insanın en güzel, en verimli, en dinamik yılları olarak tanımlanır. Fakat gençlerin dinamizmleri yok ediliyor, gelecekleri ve hayalleri çalınıyor, toplum nefessiz bırakılıyor. Kapitalizm genç kuşaklara bir gelecek vaat etmiyor....
- Ruhunda özgür bir dünyanın umudunu taşıyan, yüreği bencil çıkarlarla değil, toplumsal kurtuluş özlemiyle çarpan sevgili büyüklerimiz ve değerli genç arkadaşlarımız, merhaba!
- Rejimin 19 Martta başlattığı saldırı dalgasına karşı başlayan protestolarda öğrenci gençler kitlesel katılımıyla dikkati çekmişti. Günlerce süren eylemlerde, polis barikatlarına, polisin şiddetli müdahalesine rağmen alanları terk etmeyen yüzlerce...
- Çünkü büyük kapitalist ülkeler, milyonlarca emekçinin vergileriyle oluşan bütçeleri sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlara değil daha fazla silahlanmaya akıtıyorlar. Baskıcı ve otoriter uygulamaları arttırıyor, demokratik hak ve özgürlükleri...