Buradasınız
Kapitalizmde İşçilerin Sosyal Yaşamı Yok
İnsan sosyal bir varlıktır. Toplumun içinde, onun bir parçası olarak yaşar. Onun için dışarı çıkmak, sevdikleriyle birlikte vakit geçirmek, başka insanlarla tanışmak, kültürel, sanatsal, sportif aktivitelerde bulunmak lüks değil ihtiyaçtır. Ancak biz işçilerin sosyal yaşamı kapitalizmin bizi içine hapsettiği koşullarla sınırlandırılmış durumda. Yani nasıl ki paran kadar sağlık, paran kadar eğitim varsa paran kadar da sosyal yaşamın var! Aldığımız ücret yaşamımızdaki her şeyi belirliyor. Gelirimize göre semtlerde yaşıyoruz, gelirimize göre sosyal aktivitelere katılıyoruz. Gelirimize göre besleniyoruz. Gelirimize göre tatile gidebiliyoruz, ya da gidemiyoruz! Aldığımız ücret geçinmemize yetmiyorsa fazla mesailerle ay sonunu getirmeye çalışıyoruz, böyle olunca hayatımızın büyük bir kısmı çalışmakla geçiyor. Bu sefer bir de her şey için zaman sorunu yaşamaya başlıyoruz. Bıraktık sosyal yaşamı uyku bile lüks haline geliyor. Kısacası kapitalist sistemde bir işçinin kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürmesi mümkün değil. UİD-DER Kadın Komitesi olarak emekçi kadınlarla bir araya geldik. Yaşamlarındaki zorlukları, bir sosyal yaşamlarının olup olmadığını sorduk. Bir dokunduk, bin ah işittik. UİD-DER gibi işçi örgütlerinin yaşamımızdaki yerinin ne kadar önemli olduğunu da bu vesileyle bir kez daha anlamış olduk.
“Zamanımız sınırlı, paramız sınırlı, sınırların içerisinde yaşıyoruz”
Ayşe, Cansu, Feyza ve Gamze… Konyalı, Malatyalı, Tokatlı, Tuncelili. Dördünü yan yana getirseniz pek çok konuda fikir ayrılığı yaşadıklarını görebilirsiniz. Ama hem onları hem de milyonlarca insanı ortaklaştıran şey emekçi oluşları. Aslında yaşamları, sorunları, sıkıntıları aynı. Onların anlattıkları Türkiye’de emekçilerin ve özel olarak da emekçi kadınların sosyal yaşamının nasıl da sınırlı olduğunu ortaya koyuyor.
Ayşe iki çocuk annesi bir emekçi kadın. Hem bir işyerinde hem evde çalışıyor, hem de çocukların sorumluluğu onun üzerinde. Bırakalım sosyal yaşamı, dinlenmeye bile vakti yok Ayşe’nin. “Sosyal yaşam hem maddiyatla hem de maneviyatla ilgili diye düşünüyorum. Çalışıyoruz, eve yorgun geliyoruz. Ben 12 saat çalışıyorum. Eve gelince dinleneyim mi, çocuklara vakit mi ayırayım, yoksa evi mi toparlayayım? Üç-beş lira biriktirip sinemaya, tiyatroya gitmeyi düşünsek bile yorgunluktan evden çıkamıyoruz. İş çıkışı ev bizi bekliyor. İki vardiya çalışıyoruz. Ben genelde gece vardiyasında çalışmayı tercih ediyorum. Çocuklara ve eve zaman ayırabileyim diye. Maddiyat da sınırlıyor bizi. Çayın fiyatının uygun olduğu yerleri tercihlerimiz arasına koyuyoruz mesela. İstanbul’un birçok yerini bilmiyorum. Çocuklarım da bilmiyor. Sinema, tiyatro zaten yok. Müzeler ise çok pahalı. Geçim derdinden bunlara sıra gelmiyor.”
Cansu da bir sosyal yaşamı olmadığını söylüyor. Hayatı boyunca bir kez dahi tiyatroya gitmemiş. Sinemaya bir kere, o da bekârken gitmiş. En son evlilik yıldönümlerinde yemeğe çıkmışlar. “Şu yaşıma geldim daha görmedim bir şey. Ev işleri, çocuklar, geçim derdi derken hiç vakit olmadı. Maalesef benim sosyal yaşamım yok. Tatile bile gidemedim. Bu yaz neredeyse haftanın 7 günü çalıştık. 6 gün işyerinde, pazar günleri de gündelik işlerde çalıştık. Bayramda köye gittik. İki gün bayramlaştık, üçüncü gün tarlada çalışmaya gittik” diye anlatıyor yaşamını.
Feyza özel bir kurumda öğretmenlik yapıyor. “Tiyatroya bu yaşıma kadar hiç gitmedim. Memleketteyken maddi imkânsızlıklar nedeniyle gidemedim. İstanbul’da ise zaman yetersizliğinden bir fırsat yaratıp da gidemedim. Sinemaya senede 4-5 kere gidebiliyorum. Para varken zaman olmuyor, zaman olunca da para olmuyor. İstanbul gibi bir şehirde gezebilmek için cebinde en az 100 lira olması gerekiyor. Bir de kredi kartın olmalı. Daha evden çıkarken ne kadar masraf çıkacak, bütçemiz etkilenir mi acaba diye endişeleniyorum. Ayda en fazla iki kere dışarıya yemeğe gidiyoruz. Onda da AVM’lerdeki restoranları tercih ediyoruz. Çünkü eşimin işyerinden aldığı ticket kartları kullanıyoruz” diyor. Feyza hayatında sadece bir kere gidebildiği tatili ise şöyle anlatıyor: “O sırada anaokulunda öğretmenlik yapıyordum. Masraflarını devletin karşıladığı bir sosyal proje nedeniyle Alanya’ya gitmiştik. Orada bir hafta bir otelde kalmıştık. Hiç para harcamam gerekmediği için gidebilmiştim. İyi ki gitmişim bu sosyal proje vesilesiyle. İki yıldır evliyim, balayına bile gidemedik. Sadece Konya’ya ailemin yanına gidiyorum. Zaten eşimle izinlerimizi de denk getiremiyoruz. O yüzden de gidemiyoruz bir yere.”
Gamze de sosyal yaşamının sınırlı olduğunu ifade ediyor: “Çok fazla sosyal yaşamımız yok. Bazen evdeki yoğunluktan dolayı, bazen para sıkıntısından dolayı çıkamıyoruz. Bizim iki çocuğumuz var, sadece eşim çalışıyor. Bir kahvaltıya gidiyorsun, dört kişi gitsen 150 liradan aşağı ödemiyorsun. Bir çay bile 4 lira olmuş. Yanında bir şey yiyeyim dersen 15-20 lira öder çıkarsın. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum giderek büyüyor. En dipte işçi sınıfı var. Sosyalleşemeyen insanlarda intihar eğilimi var. İnsanlar birbiriyle konuşamaz hale geldi. Gerginlik nedeniyle insanlar birbirini dinlemiyor, derdini anlatamıyor. Üniversite okuyor, işsiz kalıyor. Madde bağımlısı oluyor, çevresiyle iletişim kuramıyor. Devletin farklı bir politika geliştirmesi lazım. O da biraz zor bu ülkede.”
Ayşe’nin söyledikleri bütün bu anlatılanları özetliyor aslında: “Sosyal yaşamımız yok. İşçiler olarak dünyaya geliyoruz, büyüyoruz sonra da geçim derdi sırtımızda bir kırbaç gibi şaklıyor. Zamanımız sınırlı, paramız sınırlı, sınırların içerisinde yaşıyoruz. Buna da yaşamak denmez zaten. Emeğimizi sömürenler bizlerin sosyal hayatlarını da elimizden alıyor.”
“Daha çok çalışmak daha iyi bir yaşam sağlamıyor”
Cansu’nun iki kızı var. Biri ilkokula gidiyor, diğeri ise henüz okula gidemeyecek kadar küçük. Sadece eşinin çalışması geçinmelerine yetmiyor. O yüzden öncelikli sorununun çalışabilmek olduğunu söylüyor. Ama evde kendi başlarına bırakılamayacak iki küçük çocuk varken bu mümkün olamıyor. “Küçük kızımı verebileceğim uygun bir kreş yok. Bulabildiğim en uygun kreş aylık 900 lira istiyor. 250 lira da servis parası var. Okula giden kızım için de bir o kadar servis parası gerekiyor. Etti mi 1400 lira! Bu sadece kuru parası; yanında kırtasiye parası, çeşitli masraflar derken bütün kazandığım kreş ve okul masrafına gidecek. Bu durumda çalışmak anlamsız oluyor. Ben şimdi kızımı okula kendim götürüp getiriyorum. Böylece servis parası vermek zorunda kalmıyoruz.” Bu anlattıklarından sonra “Peki yazın nasıl çalıştın?” diye soruyoruz. Meğer çocukları köye göndermiş annesinin yanına. Çocuklar köydeyken o da bütün bir yazı eşiyle birlikte haftanın 7 günü çalışarak geçirmiş. Bütün bu yoğun çalışmanın aslında bir parça daha iyi yaşayabilmek için olduğunu konuşuyoruz. O zaman ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Sevdiklerinle daha iyi yaşamak için daha çok çalışıyorsun. Ama daha çok çalıştıkça sevdiklerinin yüzünü göremez, görsen bile yorgunluktan bakamaz duruma geliyorsun!
Gamze asgari ücretle yaşamaya çalışanların durumunun daha zor olduğunu anlatıyor: “Aile kiradaysa, asgari ücretle yaşıyorsa çok zor. Benim tanıdıklarım var çevremde. Mesela Uno fabrikasında çalışan bir tanıdığım var, geçinebilmek için sürekli fazla mesaiye kalıyor. Neredeyse bütün zamanı çalışmakla geçiyor. İşçi Dayanışması’nda “Fazla Mesai Savaşları” diye bir mektup vardı. Mektubu okuduğumda aklıma bu tanıdığım gelmişti. Ne tatile gidiyorlar, ne bir yere, ne sinemaya gidiyorlar. En fazla köye gidiyorlar. Fabrikada çalışan çoğu insan öyleymiş. Fazla mesai yaparak ayakta durmaya çalışıyorlar. Bu şartlarda nasıl sosyal yaşamları olsun ki!”
Emekçi kadınların sosyal yaşamı daha sınırlı
Emekçi kadınlar, üzerlerindeki yükün daha fazla olduğunu, eşlerine göre yaşamlarının daha da sınırlandırıldığını ifade ediyorlar. Şöyle diyor Gamze: “Mesele sadece dışarı gezmeye gitmek değil. Başkalarıyla bir araya gelip sosyalleşmek, fikir alışverişinde bulunmak, tartışmak da çok önemli. Böyle olursa insan kendini daha çok geliştirebilir. Benim bunun için pek olanağım olmuyor. Evin sorumluluğu, yemek derken istediğim zaman çıkamıyorum. Bizim toplumumuz erkek egemen bir toplum. Dünyada da öyle tabi ama bizim ülkemizde daha çok. Evin işi kadının işi olarak görülüyor. Hamile kalan kadın, çocuğu doğuran kadın, çocuğu büyüten kadın, okul çağı gelince onun ödevleriyle, sorumluluğuyla ilgilenen yine kadın, yemek, temizlik, misafir… Hepsi kadının görevi olarak görülüyor. Kadın bütün bu sorumlulukların içinde ne kadar dışarı çıkabilirse o kadar çıkıyor. Erkek eve geldiğinde üzerini değiştirip karnını doyurduğunda “ben dışarı çıkıyorum” deyip çıkıyor. Yüzde 99’u böyledir bu ülkede. Bence yüzde 1’dir eşiyle birlikte evin işlerini paylaşan erkeklerin oranı.” Cansu da kadının daha fazla fedakârlık yapmak zorunda kaldığını ifade ediyor: “Kadınlar her zaman fedakâr olmak zorunda. Erkek “kendime özel param olması lazım” diyor mesela. Peki, kadının olamaz mı? Kadın istediğinde bir yere gidemez mi? Ama ben çocuklarımı nereye bırakıp da gideyim?”
UİD-DER işçilerin hem bilinçlendiği hem de sosyalleştiği bir yer
Son olarak emekçi kadınlara UİD-DER hakkında ne düşündüklerini soruyoruz. Ayşe, “UİD-DER insanların sosyalleştiği, bir araya geldiği, sohbet ettiği, öğrendiği ve çevresini oluşturduğu bir yer. Elimizden geldiğince etkinliklere gelmeye çalışıyoruz. Bizim sosyal çevremiz bu tür yerler oluyor. Dışarıda boş boş gezinceye kadar fırsatımız varsa böyle yerlere gitmemiz daha anlamlı diye düşünüyorum” diyor. Gamze UİD-DER’de daha önce hiç bilmediği şeyler öğrendiğini söylüyor: “Bir dernekte bir araya gelmek daha farklı. O zaman başkalarından da öğreniyorsun. UİD-DER işçilerin hem bilinçlendiği hem de sosyalleştiği bir yer. 1 Mayıs, 8 Mart gibi önemli günlerde etkinlikler yapılıyor, mitinglere gidiliyor. Ne istiyoruz, taleplerimiz ne, bunlar dile getiriliyor. Yazın piknikler yapılıyor, filmler izleniyor. Şiirler okunuyor. Bunlar güzel şeyler. Sizleri tebrik ediyorum bu nedenle. Hiç bilmediğimiz, örneğin Avrupa’da yaşamış işçi sınıfına önderlik yapmış insanların isimlerini öğreniyoruz. Mesela Rosa Luxemburg’u ben ilk kez burada duydum.” Cansu ise UİD-DER’de gördüğü dayanışma ve birlikteliğe vurgu yapıyor.
Aslında ne zaman emekçi kadınlar olarak UİD-DER’de bir araya gelsek bütün kadınlar aynı şeyi söylüyorlar. Bu sistemin sınırlandırdığı ve hatta anlamsızlaştırdığı yaşamlarında kendilerini yeniden fark ettikleri, yaşamlarını anlamlandırdıkları bir yer olarak görüyorlar UİD-DER’i. Her geldiklerinde yeni bir şey öğrendiklerini ifade ediyorlar. UİD-DER’in çalışmalarına katılan bir emekçi kadın arkadaşımız “burası benim nefes aldığım yer” diye tarif ediyor UİD-DER’i. Bu röportaj vesilesiyle bir kez daha vurgulayalım: Bizi nefessiz bırakan kapitalist sistemin çarklarının arasında yitip gitmemek için her zamankinden daha çok UİD-DER’de bir araya gelmeye, dayanışmaya, örgütlenmeye, mücadelemizi birlikte vermeye ihtiyacımız var.
- UİD-DER’de Bir Kez Daha 8 Mart Coşkusu
- Dünden Bugüne Barış ve Adalet Özlemimiz İçin
- Mücadelenin Adıdır Kadın
- Ekmeğe Zam Yapılırsa
- UİD-DER’de 8 Mart Etkinlikleri: Geçmişten Geleceğe Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
- Mücadelemizin Sembolü 8 Mart
- Emekçi Kadınlarız, 8 Mart Ruhuyla Birleşiyoruz!
- Bir Ana ile Tanışmak…
- Emekçi Kadınlar Savaşı Durdurmak İstiyor Ama Nasıl!
- Boyun Eğmek mi Birlikte Karşı Durmak mı?
- Bir Şey Yapmalı! Ama Ne?
- Emekçi Kadınlar Savaşa Karşı Durabilir
- Genç Rosalar Olup Mücadeleyi Büyütmeliyiz
- Değişim Küçük Adımlarımızla Başlar
- Direnen Haliç ve Bizim Direnişimiz
- Annelik Kursağımızda Kalmasın, Bu Düzeni Değiştirelim!
- MESS Sözleşmesi ve Emekçi Kadınlar: Ne Düşünüyoruz? Nasıl Düşünmeliyiz? /2
- MESS Sözleşmesi ve Emekçi Kadınlar: Ne Düşünüyoruz? Nasıl Düşünmeliyiz? /1
- Çocuklarımızın Yurtlarda Can Güvenliği Yok
- 1977 MESS Grevine Güç Katan Emekçi Kadınlar
Son Eklenenler
- Mersin’in Gülnar ilçesinde yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali şantiyesinde çalışan işçiler Ocak ve Şubat ayı ücretleri ödenmediği için 27 Martta iş bıraktı. Santralin Türkiye tarafının genel yüklenici firması IC İçtaş bünyesinde çalışan...
- Özak Tekstil işçileri sendika değiştirme hakkını kullanarak BİRTEK-SEN’de örgütlendikleri için patronun işten atma saldırısıyla karşılaşmış ve 27 Kasımda direnişe geçmişlerdi. Tüm baskı ve engellemelere rağmen sendikalarıyla birlikte mücadeleyi...
- Bayburt Grup’a bağlı Agrobay Seracılık’ta çalışan işçiler Tarım-Sen’e üye oldukları için tazminatları ve 2 aylık maaşları ödenmeden işten atılmışlardı. 22 Ağustosta direnişe geçen işçiler patronun yalanlarına, jandarma saldırısına, defalarca...
- İşçilerin, patronların saldırılarına karşı mücadelesi sürüyor, bu mücadelelerin bir kısmı anlamlı kazanımlarla sonuçlanıyor. Sendika düşmanlığına karşı direnişe geçen RC Endüstri işçileri patrona geri adım attırdı. Direnişin 20. gününde üretimi...
- Sermayelerini büyütmeyi her şeyin önüne koyan patronlar sınıfı dünyanın dört bir yanında iş güvenliği önlemlerini almayarak, doğayı tahrip edip felaketlerin önünü açarak işçilerin canını almaya devam ediyor. Türkiye’de ve dünyada depremlerde,...
- İtalya İşçi Sendikası UIL ülkede giderek artan iş cinayetlerine karşı 19 Martta Roma’da protesto gösterisi düzenledi. Sendika öncülüğünde yapılan eylemde giderek artan işçi ölümleri protesto edildi. İş güvenliği önlemlerinin alınmamasının işçilerin...
- Sorunlarımız giderek artıyor. Çevremde pek çok insandan “hiçbir şey değişmiyor” cümlesini duyuyorum. Onlara soruyorum: “Peki, değişmesi için sen ne yapıyorsun?” Herkes çözümü birbirinden bekliyor, sonra da “neden böyle” diye şikâyet ediyor. Sonuç...
- Hak gasplarına karşı işçilerin, emekçi kadınların ve emeklilerin hak arayışı sürüyor. Çeşitli işkollarından işçiler İzmir’den Manisa’ya, İstanbul’dan Ankara’ya kadar direnişlerle, yürüyüşlerle, basın açıklamalarıyla seslerini yükseltiyor.
- Başlıktaki sorunun cevabı aslında çok basit: kim karıştırıyorsa onun işine gelir doğal olarak. Çalışmakta olduğum işyeri ağır sanayi… Genç işçilerin yanı sıra çocuk ve yaşlı emeği sömürüsü de katmerli olarak yaşanıyor. Ücretlerin çevredeki...
- Türkiye’de mevcut siyasi iktidar, pek çok alanda politika değiştirdi, iç ve dış politikalarında keskin zikzaklar çizdi, defalarca doğrultu değiştirdi. Fakat doğrultusunu hiç değiştirmediği, istikrarını hep koruduğu bir alan var: Emek politikaları!
- Binlerce yıl önce atalarımızın avlanmak için kullandığı bumerang, atıldığı noktaya geri dönmesiyle bilinir. Bumerangın bu özelliğine atıfla, kişinin gösterdiği tutum ve davranışların sonuçlarının eninde sonunda kendisine geri dönüşü olacağını...
- Bursa’nın Gemlik ilçesinde faaliyet gösteren Borusan Lojistik A.Ş’de Liman-İş Sendikası’na üye olan 4 işçi işten çıkarıldı. Sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin geri alınması ve sendikal baskılara son verilmesi talebiyle 21 Martta fabrika...
- Her işçinin belki bir tesadüf neticesinde ve o güne değin ilk kez duyduğu, duyduğunda da “işte aradığım cevap buydu” dediği sözler vardır. Sınıf temelinde örgütlü işçiler buna “kulağına kar suyu kaçırmak” da derler. Benim kulağıma kar suyunu kaçıran...