Buradasınız
İşçi Sınıfının Ortak Mücadele Dili: GREV!
12 Ocak 2025 - 08:00
Aralık ayında Birleşik Metal-İş sendikasının örgütlü olduğu Hitachi Energy, GE Grid Solutions, Schneider Elekrik, Arıtaş Kriyojenik ve Green Transfo fabrikalarında peşi sıra grevler başladı. Çok geçmeden de sermaye sınıfının tatlı kârlarını düşünen siyasi iktidar, “erteleme” adı altında grev yasağı ilan etti. Böylece AKP’li yıllarda grevi yasaklanan işçi sayısı 200 bine yaklaştı. Ancak metal işçileri grev yasağına rağmen kararlılıkla grevlerini sürdürme kararı aldılar. İşçi sınıfına yönelik saldırıların artarak süreceği 2025 yılında işçilerin mücadelesi de yoğunlaşarak sürecek. Daha fazla sayıda işçi “grev” diyecek.
“Grev” kelimesi Fransızcadan dilimize girmiş. Bundan yüzyıllar önce Paris’te belediye binasının önünde bulunan, iş arayanların topluca beklediği, bir anlamda “amele pazarı” işlevi gören bir meydan vardır: Grève Meydanı! Bu meydanda iş için beklemek halk dilinde “grev yapmak, grevde olmak” şeklinde yer edinmiştir. Bu böyle sürüp giderken çalışma koşullarını protesto etmek, ücretlerini yükseltmek isteyen işçiler de Grève Meydanına çıkmaya başlamışlar. Böylelikle 19. yüzyılın ortalarından başlayarak grev kelimesi nihayet bugünkü anlamına kavuşmuş ve işçilerin hak elde etmek için toplu bir şekilde işi durdurması eylemini anlatır olmuş.
Bir emekçinin çeşitli çıkarlar sağlamak, haklar elde etmek ya da hak kayıplarını engellemek amacıyla işi durdurması, işgücünü kullanmaktan imtina etmesi esasında binlerce yıldır başvurulan bir yöntem. İş bırakma eylemi, esasında emeğin gerçek sahibinin sömürücü efendiye karşı mücadelesinde keşfettiği bir mücadele aracı olarak doğmuş, Antik Çağdan Ortaçağ’a tekil sayılabilecek örneklerle tarih sahnesine çıkmıştır. Örneğin günümüzden yaklaşık 3200 yıl kadar önce, eski Mısır’da piramitlerin yapımı sırasında zanaatkârlara ücret olarak verilen yiyeceklerin dağıtılması gecikir. Aileleri açlıkla karşı karşıya kalan taş ve duvar ustaları eşlerinin de desteğiyle işi durdururlar. Tarihte tespit edilebilen ilk grev örneği budur. Bundan yaklaşık 300 yıl kadar önce gerçekleşen sanayi devrimiyle birlikte üretim sürecinde makineler devreye girdi, fabrikalar kuruldu, işçi sınıfı büyüyüp gelişti. Kapitalizm diye adlandırılan sistem, toplumu temelde iki sınıfa böldü: işçi sınıfı ve patronlar sınıfı! İş bırakma eylemlerinin sıklığı, büyüklüğü ve etkisi zamanla arttı. İşçi sınıfı sömürüye karşı aynı dili konuşmaya başladı: Grev!
“Şalter İnecek, Bu İş Bitecek!” Bu slogan yaşadığımız topraklarda nice fabrika duvarında yankılanmış, nice işyeri önünü işçi sınıfının bayram alanına çevirmiştir. Ne anlatır peki bu slogan? Tüm toplumsal hayatın temelinde üretim vardır. Üretim olmadan, sayısız eşya ve sayısız hizmet üretilmeden hayat akmaz, durur. İşçi sınıfı sahip olduğu muazzam gücü önemli oranda buradan alır. Üretimi yapan eller şalterleri indirince, yani işçiler greve çıkınca özgüven kazanırlar. Yaşadıkları yalnızlık hissi daha grevin ilk günlerinde yok olmaya başlar. Üretimden gelen gücünü kullanan işçiler, birliklerinden, örgütlülüklerinden de güç alırlar. Artık tek tek işçiler yoktur, önünde hiçbir kudretin duramayacağı işçi sınıfı vardır, sınıf birliği vardır.
Patronlar sınıfı ve işçi sınıfı arasında kimi zaman üstü örtük kimi zaman ise açıktan süregelen ve sınıf savaşı olarak adlandırılan mücadelenin küçük küçük cepheleridir grev alanları! Grev sınıfın sorunlarının ortak, mücadelesinin bir olduğunu ortaya çıkarır. Bu sebeple grev için yaşadığımız topraklarda “işçi sınıfının okuludur” denilir. Bu okul sınıf dayanışmasının hayati bir ihtiyaç olduğunu gösterir. Sınıf dayanışması, din, dil ve ırk ayrımı yapmadan hangi fabrika, sektör veya ülkede çalışıyor olursa olsun işçi sınıfının birliğinin ve yardımlaşmasının ifadesidir. Dünden bugüne işçi sınıfı, sınıf dayanışması içinde paylaşmanın, yardımlaşmanın, ortak mücadele etmenin en güzel örneklerini göstermiştir. Mesela 1986’da darbe yasaklarını büyük bir grevle yırtıp atan Netaş işçileri, daha sonra greve çıkan Derby işçilerine kendileri için toplanan parayı ve ayrıca grev çadırlarını teslim etmiştir. Grev çadırı, yağmurdan ve soğuktan koruyan bir muşambadan çok fazlasıdır çünkü. O çadır işçiler için onur demektir, sınıfın mücadelesi ve zaferi demektir.
Türkiye’de uzun yıllar yasalara göre grev yasaktı. Mücadeleci sendikacılık anlayışını benimseyen Maden-İş’in ve DİSK’in unutulmaz önderi Kemal Türkler’in liderliğinde 170 Kavel işçisi bu yasağı delip geçtiler. 1963 yılında yasağa rağmen grev yaparak işçi sınıfının grev hakkına sahip çıktılar. Verdikleri mücadele sonrasında grev hakkı yasalarca tanındı, Kavel bir destan olarak anılır oldu. İşçi sınıfının mücadelesi meşruluğunu yasalardan değil haklılığından alır sözü bir kez daha doğrulandı. Onların mücadelesine bir zincirin halkaları gibi yeni halkalar eklendi, bir nehrin kolları gibi sınıfımız nice grev ile bir mücadele geleneği oluşturdu. İlk icraatı grev çadırlarını sökmek olan 12 Eylül askeri faşist darbesiyle bu mücadele geleneği kesintiye uğratıldıysa da işçi sınıfımız fabrika fabrika, grev grev mücadelesine devam ediyor. Cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel işçi mitinginde, Saraçhane Meydanında, 31 Aralık 1961’de atılan slogan bugün için de geçerlidir: “Grevsiz Sendika, Silahsız Askere Benzer.” Gün grev hakkına sahip çıkma, sınıfımızın birliğini ve dayanışmasını örme günüdür. Gün sömürü ve zorbalığın üzerine grev grev yürüme günüdür.