
Tren yolculuğumda, karşı koltukta cam kenarında oturan bir kadın dikkatimi çekti. Yüz çizgileri 50 yaşında gibiydi ama yaşı 38’miş. Eşini Soma’daki katliamda kaybetmiş bir madenci eşiydi. Manisa’da bir gıda fabrikasında çalışıyor, Soma’da çocukları ve kayınvalidesiyle yaşıyordu. Yol boyunca anlattıkları, hem Soma’nın hem de ülkemizdeki iş cinayetlerinin çarpıcı bir özeti gibiydi.
“O gün Salıydı” dedi. “Star TV diziyi kesip başka bir film koymuştu. Ne olduğunu anlayamamıştık. Sonra eşimin madendeki arkadaşının eşi aradı hıçkırarak. Hemen çocukları alıp madene koştum. O zaman anladık; bize diziyi kesip film koymalarının sebebi kandırmakmış. Oysa baştakiler 301 işçinin birden öldüğünü biliyordu.”
“Eşim kömürde ısınma var diyordu. Uyarılar bilinçli biçimde görmezden gelindi. Sedye sedye çıkarılan cenazeler sadece bizi oyalamak içindi. Katliamın sorumlusu yalnızca Alp ve Can Gürkan değil. Madeni özelleştirenler, denetlemeyenler, raporları sahteleyenler de ortak. Erdoğan ve bakanları da dâhil.”
“Bu bir iş kazası değil, açık bir işçi katliamıdır. Madencilerin eşleri olarak hep söyledik: ‘Kader, fıtrat’ yalan! Gerçek sorumlular yargılanmadı. Bizim avukatlarımız Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay’ı hapse attılar. Ama biz çocuklarımıza bu yaşananları unutturmayacağız. Bir gün bu hesabı soracağız.”
Bu sözler bir kadın madenci eşinin değil sadece, aynı zamanda tüm işçi sınıfının isyanıdır. Soma’da 301 can gitti. Ardından binlerce işçi daha iş cinayetlerinde hayatını kaybetti, sakat kaldı. Çünkü işçi sınıfı hâlâ örgütsüz. Bu vahşet sermaye düzeninin ürünüdür. AKP-MHP iktidarı ve ortakları ise bu düzenin suç ortaklarıdır.
Hiçbir işçi kardeşimiz, “bana bir şey olmaz” dememeli. Sendikalarda, UİD-DER gibi sınıf örgütlerinde birleşmeli, örgütlü mücadeleyi büyütmeliyiz. Çünkü bu katliamların hesabını ancak örgütlü işçiler sorabilir.