
İçinden geçtiğimiz süreçte, faşist rejimin ekonomik ve siyasal saldırılarından nasibini almayan neredeyse hiçbir toplumsal kesim kalmadı. Sermaye sınıfına ve yandaş takımına musluklar alabildiğine açılırken, sıra işçi sınıfına geldiği zaman bin bir türlü hile hurda ve alicengiz oyunuyla baş başa kalıyoruz. Konumuz, uzun yıllarını tezgâh başlarında geçirip, yaşadığı her bir günün bedelini ödeyen emekliler...
İşçi sınıfının emeklilerinin payına da iş kazalarında ölmek düşüyor. Tam rahata erecekleri, torun sevecekleri, tecrübelerini, yaşam deneyimlerini anlatacakları yaşlarda, işçi emeklileri geçim derdine düşmüş durumdalar. İşte bu sebepten, iş kazalarında emekli işçilerin ölüm haberleri de gelmeye devam ediyor. Yozgat Sorgun’da, 71 yaşındaki Selami Şimşek dede, çalıştığı inşaatın 6. katından düşerek yaşamını yitirdi. Akla ilk şu soru geliyor: “71 yaşındaki bir dedenin evinde torununu sevmek yerine, ne işi var inşaatın 6. katında?” Cevap bilindik, sistem bunu reva görüyor bizlere. 67 yaşındaki başka bir abimiz, dedemiz Abdullah Çolak, Tekirdağ’da çalıştığı fabrikada güvenlik kulübesinde sabah ölmüş halde bulunuyor.
Sistemin efendileri, biz işçilerle dalga geçercesine yoksulluğunuzla övünün diyorlar. Dünyada en erken emekli olunan ve en yüksek emekli maaşı verilen ülke biziz diyorlar. Geçtiğimiz yılı bizimle alay edercesine “emekliler yılı” ilan etmişlerdi. Aylık bağlama oranlarını nasıl düşürdüklerinden, güya “şaha kalkan” ekonomiden payımıza ne düştüğünden hiç bahsetmiyorlar. Biz işçiler, emekliler üç kuruş para için tezgâh başlarında yaşamımızı yitirmeye devam ediyoruz. 62 yaşındaki fabrika işçisi Recep Güneş, 79 yaşındaki Hacı Bayram Kaymak, göçük altında kalan 50 yaşındaki Hüseyin Yunus ve daha niceleri…
Öyle bir düzende yaşıyoruz ki, bolluk ve bereket üreten nasırlı ellere ölümü reva görüyorlar. İşçilerin sırtından milyarderler olanların sayısı artarken, işçi sınıfının içinde yoksulluk, yarınsızlık derinleşerek devam ediyor. Sermaye sınıfında şımarıklık, görgüsüzlük, her türden çürüme diz boyu... Bulaşmadıkları kirli iş kalmadığı gibi, topluma tam bir sefaleti ve kölelik düzenini reva görüyorlar.
İnsan gibi yaşayabildiğimiz, insan gibi bir yaşlılığın tadını çıkarabildiğimiz bir dünyayı sermaye sahiplerinden beklemek tabi ki tuhaf olur. Kaygı duymadığımız bir yaşam, huzurlu bir yaşlılık ancak ve ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ile mümkündür.