“Elma deyip geçmeyin. Elmayı ve kıymetini anlamayan hiçbir şeyi anlayamaz, elmasının kıymetini bilmeyenler de her şeyini kaybetmeye mahkûmdur.” Bu sözleri hatırladınız mı? Evet, İşçi Dayanışması’nda çıkan “Elma Hadisesi [1]” yazısından alıntı yaptım. Sebebini anlatırım şimdi.
Geçenlerde bir devlet hastanesinde taşeron olarak çalışan iki kadın arkadaşımla sohbet ediyorduk. Konu konuyu açtı. Kadın arkadaşlardan biri; “çalışma koşullarımız, hastanede yediğimiz yemekler gibi” deyince anlayamadım ve meseleyi açmasını rica ettim. O da bana bir yemek listesi okudu. Hem güldük, hem de durumun vahametini konuştuk. Listeyi sizinle paylaşayım.
- Pazartesi: Kalem yağlı çorba, bezelye, ayıklanmamış pirinç pilavı.
- Salı: Kurtlu fasulye, bulgur pilavı ve cacık.
- Çarşamba: Salyangozlu ıspanak, tanesiz-yağsız-bol salçalı çorba ve yoğurt.
- Perşembe: Erkek tıraşı sonrası dökülmüş bol kıllı tavuk döner, pilav, ayran.
- Cuma: Kanlı-canlı tavuk, makarna ve bol böcek etli salata.
- Cumartesi: Uzun kadın saçlı kuru köfte, bol tırnaklı bulgur ve ayran.
- Pazar: Bol sulu ve etsiz orman kebabı, makarna, tatlı.
Kadın arkadaşların yapmadığı gibi, ben de sizinle dalga geçmiyorum. Yüzlerce devlet memurunun, taşeron işçinin çalıştığı bu hastanede yemeklerde hemen hemen her gün böyle ilginç şeyler çıkıyormuş. Elbette yemek listesinde böyle yazmıyor ama masaya gelen yemekler bunlar! 1980 öncesi öğle yemeğinde elma yerine portakal vermek isteyen patrona karşı iş durdurup yolları kapatan işçilerdi. Ama bu gün yemeklerde böcek dahi çıktığında sesi soluğu çıkmayan yine işçiler... Peki, nedir bu farkı uçurumlaştıran? Tabii ki 1980 öncesinde işçilerin örgütlü ve mücadeleci olup sendikalarıyla hareket etmeleri. Bugün de işçiler olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; ÖRGÜTLÜLÜK!