Metal işçileri 8 ay süren büyük grevde MESS patronlarını dize getirmeyi başarmışlardı. Bu büyük grevin bitmesinden kısa süre sonra yeni bir grev dalgası daha gündeme geldi. Bu kez 21 işyerinde beş binden fazla işçiyi kapsayan bir toplu pazarlık söz konusuydu. 1978 yılının Mayıs ayında MESS ile yapılan görüşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine Maden-İş 15 işyerinde greve gidilmesi kararı aldı. Maden-İş’in kararlı tutumu ve bir önceki grev dalgasının yarattığı özgüven sayesinde sekiz aylık büyük grevin deneyimleriyle grevler bu kez daha kısa süre içerisinde bitirildi ve 21 Temmuz 1978 günü başarıyla son buldu. Maden-İş bir önceki toplu sözleşmenin şartlarının gerisine düşmeyen ve orada elde edilen hakların paralelinde haklar kazanılmasını sağlayan sözleşmeler imzaladı.
Patronlar işçilerin kararlı mücadelesi karşısında geri adım atmışlardı ama yeni saldırılar hazırlamaktan da vazgeçmemişlerdi. Bir sonraki sözleşme dönemine MESS’in ve hükümetin işçilere yönelik yeni saldırı paketlerini hazırladığı bir ortamda girildi. Patronlar da hükümet de çok iyi biliyordu ki yeni saldırıları hayata geçirebilmek için işçilerin birliğini ve dayanışmasını kırmak gerekiyordu. Bunun için de işçilerin en örgütlü olduğu yerden, metal işkolundan başlayacaklardı. Militan sınıf sendikacılığı tamamen tasfiye edilip yerine uzlaşmacı sendikal anlayış getirilirse saldırılarını hayata geçirmekte zorlanmayacaklardı. Bunun için darbe dâhil her türlü yola başvurmakta kararlıydılar.
Sermaye ödün vermek istemiyor
1979 yılının Ekim ayında Maden-İş yeni toplu sözleşme teklif taslağını hazırlamıştı. Toplu sözleşme görüşmeleri 122 işyerini ve 40 bin işçiyi kapsayacaktı. Bu taslakta sadece ücret zammı yer almıyordu. O dönem işçilerin en büyük sorunu işçi sağlığı ve iş güvenliği idi. Fabrikalarda gerekli iş güvenliği önlemleri alınmıyor, işçiler sağlıksız ve tehlikeli şartlarda çalışmaya zorlanıyordu. Patronlara bakılırsa işyerinde bir kaza oldu mu sebebi her zamanki gibi işçilerin dikkatsizliğiydi. Ayrıca o zaman da patronlar iş güvenliği önlemlerini maliyet olarak görüyordu. Örneğin MESS Genel Başkanı Şükrü Er şöyle diyordu: “Her güvenlik tedbirinin bir maliyeti vardır ve sonunda tüketiciye intikal eder. Gelişmekte olan endüstriler için aşırı ve gereksiz güvenlik istekleri, üretimi durduracak kadar yıkıcı olabilir. Güvenlik tedbirleri maliyeti yükseltip tüketicinin alım imkânını düşürmemeli, mallarımızın dış piyasada rekabetine engel olmamalıdır.”
maden-is-1.jpg [1]
Maden-İş’in sözleşme teklifinde yer verdiği diğer bir konu da taşeron işçilikti. İşyerinde tali işverene bağlı olarak çalışanların işverenin işçisi sayılması ve kapsam içinde yer alması isteniyordu.
Elbette en önemli konulardan biri de ücretlerdi. İğneden ipliğe her şeye yapılan zamlar işçilerin alım gücünü düşürmüş ve reel ücretler Türkiye genelinde yarı yarıya düşmüştü. Maden-İş bu durumun telafisini sağlayacak bir artış talep ediyordu.
Devlet, hükümet ve patronlar işçi sınıfına karşı birleşiyor
Aynı ay Ecevit hükümeti istifa etmiş yerine Demirel hükümeti gelmişti. Demirel hükümeti TÜSİAD ile anlaşarak MESS Başkanı Turgut Özal’ı başbakan müsteşarlığına getirdi ve ekonominin sorumluluğunu ona bıraktı. Turgut Özal’ın ilk işi hemen bir “ekonomik istikrar” programı hazırlamak oldu. Bu program 24 Ocak 1980’de resmi gazetede yayınlandı. Ünlü “24 Ocak Kararları”yla bir gecede Türk lirasının değeri yarı yarıya düştü, ardından zam yağmuru başladı. 1980 Şubat ayında enflasyon yüzde 29,2’ye çıkmıştı. Özal 24 Ocak Kararları çerçevesinde Başbakanlık bünyesinde bir “Toplu Sözleşme Koordinasyon Kurulu” oluşturdu. Amaç, gerek kamu sektöründe gerekse özel sektörde yapılacak toplu sözleşmelere müdahale ederek ücret artışını sınırlandırmaktı. Bu dönemde yayınlanan Başbakanlık Genelgesinde, işveren kesiminin müzakereleri bu esaslara göre yürüteceği ve Koordinasyon Kurulunun bilgisi dışında toplu sözleşme imzalanmayacağı açıkça ifade ediliyordu.
Hükümet, ordu ve patronların işçilere yönelik saldırıları hayata geçirmek konusunda anlaşmaya varmaları karşısında işçi sınıfı da kendi güç birliklerini oluşturuyordu. DİSK ve Türk-İş üyesi pek çok sendika, kendi işkollarındaki patron sendikalarına karşı ortak mücadele etme kararı aldılar. Örneğin MESS’e karşı mücadelede, bağımsız Otomobil-İş sendikası ile DİSK’e bağlı Maden-İş sendikası güç ve eylem birliği yapacaklarını açıkladılar. Aynı şekilde petrol işkolunda DİSK’e bağlı Pet-Kim sendikası ile Türk-İş’e bağlı Petrol-İş sendikası, cam işkolunda ise Kristal-İş sendikası ile Hürcam-İş sendikası, işverenlere karşı birlikte mücadele kararı aldılar.
Maden-İş ve MESS görüşmeleri bu şartlar altında tıkandı ve 1980 Nisan ve Mayıs ayında 40 bin metal işçisinin ilk bölümü greve başladı. Greve çıkan işyeri sayısı 60’a, işçi sayısı ise 22 bin’e ulaşmıştı. Aynı dönemde MESS ile Türk-Metal arasında da toplu sözleşme görüşmeleri yürüyordu. Nisan ayında Türk Metal daha önce de yaptığı gibi patronların istediği şartları kabul ederek satış sözleşmesine imza attı.
Metal işçilerinin grevi askeri darbeyle eziliyor
12eylul_1.jpg [2]
İşçilerin mücadelesini bir türlü bastıramayan ve 24 Ocak kararlarını istedikleri gibi hayata geçiremeyen patronlar, artık zor kullanılmasını istiyor ve orduyu göreve çağırıyorlardı. Türkiye’nin her yerinde darbe koşullarını hazırlamak amacıyla provokasyonlar, suikastler, saldırılar organize edilir olmuştu. Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması yaratılıyor, ülke kaosa sürüklenmeye çalışılıyordu. Bu amaçla düzenlenen son tezgâh 22 Temmuzda, işçilerin unutulmaz lideri Maden-İş Başkanı Kemal Türkler’in katledilmesi oldu. Bütün bunlar işçileri yıldırmamış, aksine öfkesini daha çok bilemiş, sendikalarına ve mücadelelerine daha sıkı sarılmalarını sağlamıştı.
Darbenin yapıldığı 12 Eylül sabahı MESS’e bağlı 74 işyerinde 30 binden fazla işçi grevdeydi. Bu grevler Milli Güvenlik Konseyinin 14 Eylül tarihli bildirisiyle diğer grevlerle birlikte yasaklandı. MESS patronlarına karşı yapılan grevlerin çadırları sökülürken, sendikaların ve işçi örgütlerinin de kapısına kilit vurulmaya başlandı. 12 Eylül faşist darbesiyle tepeden tırnağa baskıcı bir rejim kuruldu. Demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Anayasa ve yasalar toplumu hareketsiz bırakacak şekilde hazırlandı. İş ve toplu sözleşme yasası değiştirilerek işçi sınıfının kazanılmış hakları büyük ölçüde yok edildi, sendikalaşmanın önüne yasal engeller konuldu.
Maden-İş kapatılmış ama Türk Metal’e dokunulmamıştı. Darbeden sonra MESS’e bağlı işyerlerinin çoğunda işçiler zorla Türk Metal’e üye yapıldılar. Böylece görünürde sendikalı ama gerçekte örgütsüzdüler. Askeri faşist darbenin ardından hem sınıf mücadelesi kesintiye uğradı hem de sonraki kuşaklara bu mücadelenin deneyimlerinin aktarılması engellendi. Bugün genç işçi kuşakları geçmişte yaşanmış bu muazzam mücadelelerden habersizler. Maden-İş, 1980 öncesinde her toplu sözleşme deneyiminde çıkardığı dersleri bir sonraki toplu sözleşme sürecine girildiğinde önüne koyar, öyle hazırlanırdı. Böylece hatalarını tekrar etmez, eksiklerini giderir, her seferinde bir öncekinden daha güçlü ve örgütlü olarak çıkardı. Sınıf sendikacılığı anlayışından hiçbir zor koşulda taviz vermemişti. Üyelerine karşı şeffaf ve açık olmayı bilmiş, karşılaşılabilecek tüm zorlukları önceden göstererek ve işçileri hazırlayarak kavgaya girmişti. Metal işçilerinin sendika üyeliği sadece kâğıt üstünde atılmış bir imza değildi. Metal işçileri sendikalarına sahip çıkıyor, denetliyor, aktif olarak mücadele yürütüyorlardı.
Maden-İş’in öncülüğünde örgütlü metal işçilerinin mücadele deneyimi bugünün işçilerine bırakılmış değerli bir mirastır. Bugünün metal işçileri ancak bu mirasa sahip çıkarak mücadeleyi büyütebilirler.