
Gebze’de işçilerin grev ve direnişleri sırasında birbirine gösterdikleri dayanışmanın artması üzerine BBS Metal’de bir yöneticinin, “Gebze önemli bir sanayi kentidir. Sendikal hareketlenmelerle aylardır bu kentin sinir uçlarıyla oynanıyor” dediğini, Gebze’den bir kadın işçi kardeşimizin UİD-DER’in internet sitesine gönderdiği mektuptan [1] öğrenmiştim. O gün bugündür bu laf sık sık aklıma gelir. Çünkü gün geçmiyor ki patronlar sınıfı da bizim sinir uçlarımızla oynamasın.
Geçtiğimiz günlerde AKP’li bir politikacı 2019 yılı için çay simit hesabı yaptı. Karşısındaki muhtarlara uzun uzun yaptığı hesap sonunda, 5 kişilik bir ailenin her gün 3 öğün simit ve çay ile beslendiklerinde asgari ücretten 1120 lirayı da kenara koyduklarını söyledi. Bu hesabını 2002 yılında Erdoğan’ın yaptığı çay simit hesabıyla karşılaştırdı. Erdoğan’ın o gün yaptığı hesabı hatırlatarak “o gün cepte para kalmıyordu, bu gün kalıyor” demeye getirdi.
“Ekmek yoksa pasta yesinler” sözü tarihe geçmiştir. Egemen sınıfın yüzsüzlükte sınır tanımadığını kıssadan hisse yoluyla anlatır. 1789 Fransız devriminden önce Fransa’da devlet borç içindeydi, halk açlık çekiyordu. Ama kral ve soylular lüks ve şatafatlarından hiç ödün vermiyorlardı. Her şeyi ürettiği halde aç kalan ve yüksek vergiler altında ezilen emekçiler artık bu durumun sürmesini istemiyordu. Hiçbir şey yapmadan halkın ödediği vergilerle bir de halka soyluluk taslayanlar, Fransız emekçilerin sinir uçlarıyla oynuyorlardı. Açlık çeken kitlelerin öfkesi gün geçtikçe büyüdü. Ekim 1789’da kadınlar Versay sarayına yürüdüler. Çünkü kendileri açlık çekerken soyluların ve kralla kraliçenin tahılları istiflediğini biliyorlardı. Bu nedenle kralları, soyluları, onları aç bırakanları başlarından indirdiler.
İşçi sınıfının şairlerinden Hasan Hüseyin ne güzel de söylemiş şiirinde; “Kara günler için kaldırırlar kadehlerini. Detroitli bir otomobil fabrikatörüyle, Adanalı bir toprak ağası”
18’inci yüzyıl Fransa’sı ve 21’inci yüzyıl Türkiye’si; egemenlerin tıyneti değişmiyor. Bugünün iktidarı yukarıdaki örnek gibi onlarcasını seriyor önümüze. Tanzim kuyruklarına “varlık” kuyruğu diyenler, taşerona kadro isteyenlere “ne kadrosu, çalışıyorsunuz işte” diyenler bitmiyor. Kendiliğinden de bitmeyecek.
Egemenler iktidarda oldukları süre boyunca ya sınıfsal kibir, ya iktidar sarhoşluğu ya da emekçilerin örgütsüzlüklerinden aldıkları güçle fütursuz bir dil kullanabiliyor ve emekçilerin aklıyla alay edebiliyorlar. Bunu rahatça yapabiliyorlar çünkü oynadıkları sinir uçlarımızı görmüyorlar, tarih bilseler de sanıyorlar ki onların tebaası başını kaldıramaz, ayaklar baş olamaz. Bugün Sudan’ı, Cezayir’i, Fransa’yı görseler de sanıyorlar ki Türkiye öyle olmaz. Çünkü emekçileri baskı altına alarak susturabileceklerini sanıyorlar.
Hem tarihte hem de bugün açlık, yoksulluk ve özgürlük talebi çok şeyi değiştirdi, değiştiriyor. Elbet bir gün Türkiye’de de işçiler güçlerinin farkına varacak ve kendileriyle alay edenlerden, aşağılayanlardan, hor görenlerden hesap soracak. Elbet bir gün dünya işçi sınıfı kenetleyip yumruklarını, yıkacak bu bezirgân saltanatını.