
Haftalardır iktidarından, muhalefetine, medyasından, uzmanına kadar koronavirüs hakkında anlatılan yalan yanlış şeylerle, büyük bir manipülasyonla beynimiz şişti. Korkuyu, paniği, gerilimi toplumun her kesimine yayıyorlar. Günün 24 saati zihnimiz esir alınmak isteniyor, Sağlık Bakanının günlük koronavirüs açıklamaları bir korku filmi gibi gerilim içinde izleniyor. Tüm bu toz bulutu ve sis içinde, UİD-DER ve İşçi Dayanışması sayesinde önümüzü görebiliyor, doğru bilgiyi alabiliyor, rahatlıyoruz. Çıkan yazılar ve çeşitli bölgelerden gelen işçi mektupları bu süreçte doğru ve yanlışı görmemizde çok yararlı oldu. Ben de bu yazıları bütün arkadaşlarımla paylaşıyorum ve birlikte okuyorum. Bu sayede çevremdeki işçi arkadaşlarım da “gerçekten de bu kadar korku ve paniğe gerek yokmuş, işin içinde iş varmış” diyorlar.
Dünyada ve Türkiye’de uzun bir dönemdir yaşanan kriz, estirilen koronavirüs fırtınasıyla sis perdesi içine alınıyor. Devlet yöneticilerinin koronavirüs önlemleri kapsamında aldığı kararlara baktığımızda gerçek resim net olarak görünmeye başlıyor. Her yerde olduğu gibi Türkiye’deki yöneticiler de, sermaye sınıfını kurtarmak için milyar dolarları patronlara altın tepside sundu. Koronavirüs bahanesiyle en temel haklarımıza saldırıyorlar. İşçi sınıfının geçmiş mücadeleler sayesinde söke söke aldığı haklar, şimdi teker teker elimizden alınmak isteniyor. Koronavirüs bahane gösterilerek esnek çalışma biçimlerini, şimdi her yerde uygulamanın zeminini döşediler. Bu saldırı en çok da yıllardır sendikal örgütlülük olan işyerlerinde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Yıllık izinlerimiz yok ediliyor, ücretsiz izinler veriliyor, sendikalı işyerlerinde örgütlülüğü kırmak için işten atma saldırıları devreye sokuluyor. Sendikalar da yaratılan koronavirüs propagandasının içine çekiliyor.
Bulunduğum bölge bir sanayi bölgesi olduğu için onlarca işyerinden tanıdığım işçi arkadaşlarım var. Hemen her işyerinde patronların koronavirüs önlemleri kapsamında işçi haklarına saldırdığı söyleniyor. Mahallemde oturan bir işçi arkadaşım da çalıştığı fabrikada işten atıldı. “Nasıl oldu?” diye sordum, sitem ederek şöyle anlattı: “Genel müdür tek tek bizi çağırarak işlerin iyi olmadığını, koronavirüs yüzünden sıkıntılı bir süreç yaşadıklarını anlattı. ‘Sizin de sağlığınız için yollarımızı ayıracağız’ dediler. Yani işten atıldığımı söylediler. Yıllardır gece gündüz çalıştığımıza, emek verip ter akıttığımıza hiç bakmadılar, bir mendili çöpe atar gibi bizi işten attılar. Patron şimdiye dek kazandırdıklarımızla, fabrikayı hiç açmasa bile bizim maaşlarımızı yıllarca ödeyebilecek durumda ama buna hiç tenezzül dahi etmedi!” Arkadaşımın anlattıklarından sonra İşçi Dayanışması bültenindeki “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz! [2]”, “Korku Tüneline İtilmiş Toplumlar Körleşir [3]” ve “Korkmayalım, Haklarımıza Sahip Çıkalım [4]” yazıları üzerine konuşmaya başladık. Arkadaşım da bu yaptığımız sohbet üzerine “kafam o kadar ağrımıştı ki artık hiç haber dinlemek istemiyordum. Bu yazılanlardan sonra kendimi rahatlamış hissettim, olan bitene bu açıdan bakan hiç yok gerçekten” dedi.
Çeşitli fabrikalardan yüzlerce işçinin işten atıldığı haberleri gelmeye başladı. Hem işçileri korku ve paniğe sürüklüyorlar hem de işten atıp kaderlerine terk ediyorlar. Bir yandan da işçiler işten atıldıklarında protesto eylemi yapmasın, iş durdurmasın diye Kocaeli Valisi üzerinden eylem ve etkinliklerin yasaklanması ile ilgili harekete geçiyorlar. Bu yasaklara iş durdurma, protesto eylemi, oturma eylemi gibi maddeleri ekliyorlar. Milyonlarca işçi işten atılıyor, bir o kadarı ücretsiz izine gönderiliyor ama bu arada protesto ve gösteri de yasaklanıyor. Bunlara baktığımızda asıl tehlikenin koronavirüs değil sömürü sistemi kapitalizm olduğunu görürüz. Kim ne derse desin ayrıştırma, eve hapsetme, mesafe koyma biz işçileri bölen, yalnızlaştıran bilinçli bir saldırıdır. Bizim birleşmeye, yan yana gelmeye, örgütlenmeye, dayanışmamızı güçlendirmemize ihtiyacımız var.