
İktidar sahipleri için hangi koşullarda nasıl yaşadığımız değil, bu koşulları nasıl algıladığımızdır önemli olan. O yüzden algılarımızı yönetmeye, bizi kendi istedikleri gibi düşündürtmeye uğraşırlar. Bunun için atmadıkları takla, söylemedikleri yalan, yapmadıkları manipülasyon kalmaz. Gerçekleri çarpıtarak, inkâr ederek ve emekçileri aptal yerine koyarak her daim hedeflerine ulaşacaklarını sanırlar. Tıpkı geçtiğimiz günlerde Aile, Sosyal Politikalar ve Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un sözlerinde olduğu gibi… Selçuk, TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında öyle sözler söyledi ki, kendisi başka bir ülkenin bakanı mı, yoksa biz mi başka bir ülkede yaşıyoruz anlayamadık. Samsun’da eline “iş-aş” yazdıktan sonra intihar eden 45 yaşındaki bir emekçiye ilişkin soruları duymazdan gelerek “Yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, uluslararası dokümanlarda da ifade edildiği gibi artık Türkiye için sorun olmaktan kalktı” dedi Bakan. Düşünün ki, yoksulluk yüzünden bir insanın daha intihar ettiği gün sarf etti bu sözleri.
yoksulluk.jpg [1]

Bu ülkede yoksulluk sorun olmaktan çıktı, öyle mi? 2 milyon 600 bin emeklinin yalnızca 763 liralık gelirle yaşadığı, yaklaşık 8 milyon emeklinin asgari ücretin altında maaş aldığı bir ülkede, egemenler yoksulluk bitti diyorlar! 2 bin 300 lira dolaylarında dolaşan asgari ücretin ortalama işçi ücreti haline geldiği bir ülkede nasıl oluyor da yoksulluk ortadan kalkıyor? Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 517 lira, yoksulluk sınırı 8 bin 198 lira olmuşken nasıl oluyor da yoksulluk sorun olmaktan çıkıyor? İşsizlik 10 milyona dayanmışken, milyonlar kısa çalışma ve ücretsiz izin adı altında sefalete mahkûm edilmişken nasıl oluyor da bu ülkede yoksulluktan söz edilemiyor? Gençler gelecek kaygısı ve çaresizlik içinde intihar ederken, evine ekmek götüremeyen babalar geride ailelerini bırakıp yaşamlarına son verirken nasıl oluyor da yoksulluk yok diyebiliyorsunuz?
İşsiz kalan babasıyla açtığı seyyar tezgâh zabıtalar tarafından kırılınca “Bırakın! Eve ekmek götürüyoruz!” diye feryat eden 8 yaşındaki çocuk, çocuklarını aç bırakmamak için tezgâhta yumurta satmaya çalışırken yine zabıtalar tarafından yumurtaları yere atılarak kırılan kadın, “62 yaşındayım, kara lastik giyiyorum. Devlet hep zenginin peşinde, fakire bir şey yok” diyerek yoksulluğa isyan eden teyze, Cumhurbaşkanına “evimize ekmek götüremiyoruz” diye seslenen esnaf, valinin “neden maske takmıyorsun?” sorusuna “gebermek istiyorum” diye cevap veren, “ayağımızda çorap yok, maske takmışız… Maske benim son derdim. Benim asıl derdim geçim. 2-3 aylık kiram birikmiş durumda, 3 tane elektrik faturam birikti” diyerek isyan eden esnaf sizin için hiç mi bir şey ifade etmiyor?
Peki, son iki yılda yaşanan intiharlara ne diyeceksiniz? Siz bu intiharları görmezden gelerek, kılıflar uydurarak üzerini örtmeye çalışsanız da milyonlar gerçekleri biliyor, görüyor, yaşıyor. Unutmak, işçi sınıfının kendisine yapacağı en büyük kötülüktür. Biz unutmadık, unutturmayacağız. O yüzden acı da olsa bu intiharları hatırlatacağız.
Unutmayalım!
- 2019 yılının Kasım ayında Antalya’da dört kişilik bir aile, İstanbul Fatih’te dört kardeş ve Bakırköy’de üç kişilik bir aile siyanürle yaşamına son vermişti. Bütün bu intiharların arkasında geçim sıkıntısı, ödenemeyen borçlar, işsizlik yatıyordu. 2019’da intiharlar hiç eksik olmadı [3], çoğu haberlere konu olmadı ya da bir iki satırla geçti. TÜİK bile 2019 yılında 321 kişinin geçim sıkıntısı nedeniyle intihar ettiğini kayda geçti. Bunlar sadece kayda geçenler… Oysa farklı sebeplerle intihar ettiği söylenen, ama işin aslına bakıldığında intihar nedeni yine aynı kapıya, yani yoksulluk kapısına çıkan yüzlerce insanımız var.
- Bu yılın Şubat ayında, bozulan kamyonunu arkadaşlarının desteğiyle yaptıran, ama maddi sıkıntılara daha fazla dayanamayan, evli ve iki çocuk babası bir kamyon şoförü intihar etti. Aynı ay içinde işsiz bir baba, Adem Yarıcı “çocuklarım aç” diyerek kendini yaktı Hatay’da [5]. Bu intiharın ardından “ucuz, siyasi manevra” diyebilecek kadar arsızlaşmıştı kimileri…
- Eylül ayında Nevşehirli bir çiftçi borçlarının yapılandırılması talebi reddedilince Ziraat Bankası önünde kendini yakarak intihar girişiminde bulundu. 18 yaşında kargo işçisi bir genç, Furkan Celep [6] yoksulluk ve umutsuzluktan çıkamadı, “bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı, aylarımı harcamak istemiyorum” diyerek yaşamına son verdi. Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde ise Eylül ve Ekim aylarında yaşları 17-28 arasında değişen 7 genç intihar etti. 2020’nin daha ilk haftasında üniversite öğrencisi bir genç kız [7] yemek kartında sadece 1 lira kaldığını söyleyerek intihar etti. Bu gençler daha hayatlarının baharında neden vazgeçtiler yaşamaktan? Gelecek kaygısı, işsizlik, yoksulluk, çaresizlik, çıkışsızlık… Bütün bunların sonucunda gelen ruhsal bunalım ve artık yaşamak istememe… Bu ülkede yoksulluk sorun olmaktan çıktı öyle mi?
Yoğun çalışma temposunu kaldıramayan, borçlarını ödeyemeyen, iş bulamayan, kendini yalnız ve çaresiz hisseden yüzlerce insan yaşamına son veriyor. Hatta aile içi şiddet ve kadın cinayetlerinin altında da çoğu zaman ekonomik sıkıntılar yatıyor. Bütün bu gerçekler ortadayken bir bakan çıkıp “yoksulluk sorun olmaktan çıktı” diyor. Ama öte yandan Cumhurbaşkanı “yoklukta sabır” telkin ediyor, acı reçeteden söz ediyor, MHP Genel Başkanı “askıda ekmek” kampanyası başlatıyor! Bir karar verin, bu ülkede yoksulluk var mı yok mu?
Yoksulluk ne?
Siz yoksulluktan ne anlıyorsunuz? Daha doğrusu halkın ne anlamasını istiyorsunuz? 21. yüzyılda yoksulluk bir kuru ekmeğe muhtaç olmak mıdır? İki ay önce söylediğimizi tekrar edelim o halde: “Yoksul olmak demek, kuru ekmeğe muhtaç olmak ya da çul serip üzerine oturmak değildir. Siyasi iktidar ve yandaş medya sürekli olarak insanların zihnine şunları üflüyor: ‘Elinde akıllı cep telefonu, evinde bilgisayar, televizyon ve buzdolabı var, ne yoksulluğu ya! Yoksulluk yok, nimet azgınlığı var!’ Cep telefonu, bilgisayar, buzdolabı, çamaşır makinesi bir zenginlik göstergesi değildir. Tüm bunlar bizlerin geçim aracıdır. Her çağın geçim araçlarını o çağın toplumsal ihtiyaçları ve gelişmişlik düzeyi belirler. En basitinden, ‘uzaktan eğitim’ verilen bir çağda bir işçi ailesinin evinde bilgisayar, elinde akıllı telefon olması zenginlik olamaz! Üstelik bugün milyonlarca işçi ailesinin evinde bilgisayar yoktur ve bu durum o işçi ailesinin yoksulluğunun boyutlarını sergiler.”
Yoksulluk karşısında isyan etmek yerine kendini yalnız ve çaresiz hissettiği için intihar eden yüzlerce insan sizin umurunuzda olmayabilir. Hatta “nasılsa zararı kendine” deyip avunuyor da olabilirsiniz. Ama hiç kuşkunuz olmasın; öfke çaresizlikten daha güçlü bir duygudur. Örgütlü öfke ise çok daha güçlüdür! Yoksulluğu inkâr ederek milyonları aldattığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. O milyonlar ki eninde sonunda “artık yeter!” diyecektir!