Buradasınız
16-20 Eylül DGM Direnişi ve İşçi Sınıfının Gücü
18 Eylül 2021 - 11:20
Türkiye’nin 1970’li yıllarındaki işçi eylemlerini yansıtan fotoğraflara baktığımızda bu fotoğraf işçilerin taşıdığı pankartla en çok dikkat çekenlerdendir: “DGM’yi Ezdik Sıra MESS’te!” Bu işçiler kuşkusuz o yıllarda verdikleri zorlu mücadelelerden başarıyla çıkmanın gururunu taşıyorlardı. Pankarttaki DGM, Devlet Güvenlik Mahkemelerini; MESS ise sermaye sınıfının en güçlü kesimlerinden olan metal patronlarının sendikası Madeni Eşya Sanayicileri Sendikasını ifade ediyordu. DGM’leri kurmak isteyen hükümetin amacı bu mahkemeler aracılığıyla demokratik ve sendikal hakları yok etmekti. İşçiler verdikleri mücadeleyle bu mahkemelerin kurulmasını engellemişti. Sıra MESS’e geldiğindeyse mücadele daha da sertleşecekti.
Mahkemeleri çağrıştıran her şey insana soğuk gelir; tutuklanmak, yargılanmak, ceza almak, hapsedilmek… Bunu çok iyi bilen egemen sınıflar, emekçi halkı korkutmak, sindirmek amacıyla çeşitli mahkemeler kurmuş, düzenlerine karşı gelen insanları yargılayarak hapse atmaktan geri durmamışlardır. Milliyetçi Cephe hükümeti de 1976’da DGM denilen burjuva mahkemelerini hayata geçirmek istemişti. Çünkü ezilmeye, haksızlığa karşı çıkan işçi sınıfının gücü büyüyordu ve sermaye hükümeti bu gücü ezmek istiyordu.
O yıllarda ülkeyi yöneten MC hükümeti AP, MSP, MHP, CGP gibi işçi ve emekçi düşmanı partilerden oluşan bir koalisyondu. Onlar sermayenin daha fazla kazanmasını, vergilerin arttırılmasını, yeni zenginler türemesini istiyorlardı. Türkiye’deki sermaye sınıfının olabildiğince hızlı büyümesini arzuluyorlardı. Birlik içinde davranan, grev, sendikal örgütlenme, gösteri ve yürüyüş gibi eylemlere başvurmaktan geri durmayan işçi sınıfı, MC’nin planlarını engelliyordu. MC toplumun sesini boğmak istiyordu ama sendikalar ve sosyalist partiler bu sermaye hükümetinin politikalarına karşı durmakta kararlıydı.
MC’nin anti-demokratik uygulamalarının, azgın sömürü politikalarının önündeki en güçlü engel olan DİSK, 1967’de kurulmuştu. Kemal Türkler’in Genel Başkanı olduğu DİSK’in yönetiminde Rıza Kuas, İbrahim Güzelce, Mehmet Karaca gibi deneyimli isimler vardı. DİSK direnişlerle, fabrika işgalleriyle, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişiyle, kitlesel 1 Mayıs mitingiyle örgütlenmiş, güçlenmişti. DİSK’te örgütlenen işçiler mücadeleyi cesurca ileriye taşıyordu. DİSK’in tabanında grev ve direnişlerde yetişmiş deneyimli bir işçi birikimi oluşmuştu. 1974 yılı içinde özel sektörde gerçekleştirilen grev sayısı 23 iken 2 yıl sonra 1976’da bu sayı 83’e fırlamıştı ve greve çıkan işyerleri ile işçilerin sayısı hızla artıyordu. Muhalefetin en güçlü temsilcisi DİSK olmuştu. İşte MC hükümeti her geçen gün büyüyen bu odağı dağıtmak amacıyla DGM’leri kurdurtmak istedi.
İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi büyük kentlerde kurulan DGM’ler olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Hâkimlerin yarısını hükümet belirliyor, diğer yarısı da askeri hâkimlerden oluşuyordu. 12 Mart 1971 darbesinin ardından gelen sıkıyönetim, DGM’lerin kurulmasının önünü açmıştı. Fakat yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmıştı. Anayasa Mahkemesi yeni mevzuatın çıkması için yasayı Meclise geri yolladı. MC hükümeti DGM’leri bir an önce hayata geçirmek, işçileri ezip patronlara kol kanat germek istiyordu. DİSK bu nedenle DGM’yi “sınıf mahkemeleri”, “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak adlandırdı ve işçi sınıfını göreve çağırdı.
DİSK, hükümetin sınıf düşmanı politikalarını fabrikalardaki işçilere anlatıyor, tartışıyor ve itiraz kararlarını birlikte alıyordu. 1976 Temmuzunda DİSK yasaya karşı mücadele hattını belirledi. 1 milyon uyarı bildirisi dağıtıldı. İstanbul’da topladığı Genel Temsilciler Meclisinde MC hükümetinin ekonomik yükü işçilerin sırtına yüklemek istediğini, DGM’lerin kurulmasıyla işçilerin yaşayacağı zorlukları, göreceği baskıları anlattı. Ardından Bursa mitinginde DGM’lere neden karşı olduklarını tüm kamuoyuna açıkladı. Türk-İş’e ve meslek odalarına ortak eylem çağrısında bulundu. Çünkü çok iyi biliyordu ki geniş ve güçlü bir muhalefet odağı oluşturmadan sermaye hükümetlerine geri adım attırmak kolay değildir.
Türk-İş’e rağmen Petrol-İş, Harb-İş, Yapı-İş, Yol-İş gibi sendikalar DİSK’in çağrısına olumlu yanıt verdiler. Meslek odaları, dernekler, sosyalist örgütler “DGM’ye Hayır!” mücadelesine destek verdiler. DİSK yasayı genel grev örgütleyerek düşürmek istiyordu fakat genel grevi uygulayacak yeterli destek gelmedi. Genel grev düşüncesi bu nedenle Genel Yas eylemine dönüştürüldü. Genel Yas denmesinin nedenini Kemal Türkler şöyle açıklıyordu: “İşçiler kendi aleyhlerine bir yasa çıkarılmaya çalışılırken düğün bayram yapacak değiller herhalde. Biz matem iznindeyiz, çalışmıyoruz diyebilirler.” DİSK yönetimi bu adlandırmayı onayladı.
MC hükümeti TİSK ve MESS ile görüşmeler yaptı. Bu iki patron örgütü MC hükümetinin ve dolayısıyla DGM yasasının yanında olduklarını ilan ettiler. DİSK’in eylemine katılmayı suç sayıp işçileri tazminatsız işten atmakla tehdit ettiler. DGM yasası Mecliste görüşülmeye başladığında kimin kazanacağı belli değildi. DİSK neredeyse tek başına büyük bir sorumluluk almıştı. Hükümet başta TRT olmak üzere basın ve yayın yoluyla toplumu manipüle ediyordu. Ama Türkiye’de ve dünyada 60’lı yıllardan itibaren ivmelenen bir mücadele dalgası vardı. Sermaye iktidarları olağanüstü yönetimlere başvuruyor, baskıyı arttırıyorlardı fakat hava işçiden yana esiyordu. İşçi sınıfının mücadelesi döneme damgasını vuruyor, gençler, kadınlar ve diğer toplumsal kesimler kendi talepleriyle hak ve özgürlük mücadelesine katılıyordu. İşte bu koşullarda DİSK’in fabrikalardaki eylemleri yavaş yavaş sokağa taşıyor, mücadele eden kesimlere güven veriyordu.
DİSK’in tarihe geçecek 16-20 Eylül DGM Direnişi, Yönetim Kurulunun Taksim Anıtına çelenk koymasıyla başladı. Peki ya fabrikalar? Öğle saatlerinde İstanbul, Ankara, Bursa, Adana, İzmir, Antalya, Kayseri, Diyarbakır, Mersin ve Manisa’da işçiler kısmen iş bırakarak kısmen iş yavaşlatarak eyleme başladılar. İkinci gün Petrol-İş’in örgütlü olduğu İpraş ve Aliağa rafinerilerinde de üretim durdu. MESS yayınladığı bildiriyle eylemi kanunsuz olarak nitelendirdi ve destek veren işçileri işten atmakla, uğradığı zararları işçilere ödettirmekle tehdit etti. Üçüncü gün Ereğli Demir Çelik fabrikaları da eyleme katıldı. Beşiktaş’tan Taksim’e uzanan bir konvoy ile araçlı eylem organize edildi. İlk gün 100 bin kişinin destek verdiği eylem, 20 Eylülde 300 binleri aştı.
20 Eylül Pazartesi günü eyleme destek verenler tutuklanmaya başlandı. 21 Eylülde polis gözdağı vermek amacıyla DİSK Genel Merkezini aradı. 22 Eylül günü Kemal Türkler ve DİSK yöneticileri mahkemeye çıktılar ve serbest bırakıldılar. Aynı gün eylemde olan Profilo fabrikasında Yakup Keser adlı işçi uğradığı saldırı neticesinde hayatını kaybetti. Profilo işçileri DGM direnişine destek vermiş, bu nedenle işten atılan arkadaşlarına direnişle sahip çıkmışlardı. 40 bin kişi Ankara’da DGM yasasını protesto etti. 24 Eylülde Meclis, bayram nedeniyle oturumlarına ara verdi. Tekrar toplandığında milletvekilleri yeterli sayıya ulaşmadığı için DGM yasası düştü.
“DGM’yi Ezdik Sıra MESS’te” sloganı hapisten DİSK’in gazetesine değerlendirmede bulunan bir grup işçiye aitti. Gerçekten de işçiler başlarına nice belalar açacak DGM’leri, DİSK öncülüğünde ezmişlerdi. Fakat 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle işçi sınıfının hakları yok edildi. İşçi sınıfının baskısı nedeniyle DGM’leri kuramayan sermaye sınıfı, ordunun imdadına yetişmesiyle bunu başardı. Kurulan faşist rejim yeni bir Anayasa hazırladı ve işçi sınıfının kazanımlarını ortadan kaldırdı. Hak ve özgürlükler yok edildi, toplum uzun yıllar sürecek baskılara maruz bırakıldı. Bugün artık DGM’ler yok ama tek adam rejiminin mahkemeleri DGM’leri aratmıyor.
45. yılında DGM direnişi işçi sınıfının, mücadelesiyle topluma nefes aldırabilecek yegâne güç olduğunu bir kez daha gösteriyor. İşçi sınıfı örgütlü olursa, siyasal ve sendikal örgütleri güçlenirse, sendikalar güçlenip mücadele ederse demokratik haklar gelişir, özgürlükler boy atar ve işçi sınıfının yaşam koşulları iyileşir. İşçi sınıfının ekonomik ve demokratik haklarını geliştirip korumasının tek yolu örgütlü mücadeledir. Örgütlü işçi sınıfı ve mücadeleci güçlü sendikalar olmadan demokratik haklar ilerletilip korunamaz, hak ve özgürlük bilinci, demokrasi bilinci kitlelerin düşüncesinde kök salmaz!
Tanıklıklarla DGM Direnişi [*]
O dönem Uzel fabrikasında sendika temsilciliği yapan Mehmet Ali Kılıç şöyle anlatıyor: “DGM Direnişine fabrika olarak son gününe kadar katıldık. Fabrikadan çıkıp Mecidiyeköy-Beşiktaş-Karaköy-Unkapanı yolunda arabalarla gösteri yapıp işyerine döndük. Topkapı bölgesinde Maden-İş’e bağlı tüm fabrikalar bu eylemde vardı.”
Sefaköy’de bulunan Bimak Takım Tezgâhları fabrikasında sendika temsilciliği yapmış olan Kazım Gümüş ise direniş sırasında 22 yaşındaydı ve frezeci olarak işe yeni girmişti. Gümüş, direnişi ve sonrasını şöyle anlatıyor: “DGM Yasası’na Maden-İş, o zamanki sivil toplum örgütleri şiddetle karşı çıktı. Ben de daha yeni işe başladığım fabrikada sıradan bir sendika üyesi olarak direnişe aktif olarak katıldım. Öne çıkmam ilerideki günlerde benim fabrikada temsilci seçilmemi sağladı. Çalıştığım fabrikada 1 ayda ortalama 23 veya 26 adet 3-4 metre boyunda torna ve demir işleme tezgâhı üretiliyordu. Direniş sırasında bu sayı ayda 8 ilâ 10 adede kadar düşmüştü. İşyeri sahipleri ve özellikle genel müdür bizi hapis ve işten atılmakla tehdit ediyordu. Fabrikanın etrafında 24 saat boyunca polisler dolaşmaya başlamıştı. İşi yavaşlattığımız için mahkemeye verilmiştik. Bölgemizde her mahkeme gününde yüzlerce kişi otobüslerle adliyeye akın ediyorduk. Bu direniş sayesinde DGM Yasası Meclis’ten geçmedi. Biz kazanmıştık. Maden-İş’e üyeliğim siyasi yapımdan önce gelir. İyi ki bu sendikayla üyesi olarak tanışmışım. Bu onuru hâlâ yüreğimde taşıyorum…”
[*] Tanıklıklar Derinden Gelen Kökler kitabından alınmıştır.