İstanbul… Filmlere, romanlara, şiirlere konu olan şehir… Dalga sesleri, vapur düdükleri, martı çığlıklarıyla özdeştir İstanbul; çeşm-i cihan denir, dünyanın en güzel şehirleri arasında sayılır. Zenginler için, tuzu kurular için öyledir de! Muazzam güzelliklerle doludur. Boğaza nazır evlerinde tüm güzelliklerin tadına varırken onlar; hayat kavgasının en çetinini verir, yedi tepeli şehrin yoksulları… İstanbul, o şanlı Haziran günlerinde işçilerin İstanbul’u olacaktı.
Sunuş
Tarih denince geçmiş gelir akla ama tarih sadece geçmiş değildir. Tarih geçmiş, bugün ve gelecek arasında kurulan bir köprüdür. Tarihsel belgeler geçmişe açılan kapıdır. O kapıdan girer, geçmişte neler yaşandığının izini sürer, bugünümüzü aydınlatır ve geleceğin yol haritasını çizeriz. Geçmişini unutan, geleceğe uzanan sağlam köprüler kuramaz.
Tarih bilgisi ve bilinci, işçi sınıfının mücadelesinin olmazsa olmazıdır. Resmi tarih, egemenlerin gözünden yazar tarihsel gelişmeleri; işçi sınıfını ve onun mücadelesini yok sayar. Ama işçi sınıfının mücadelesi de suya yazılmış değildir. Zor da olsa verilen nice mücadelenin kayıtları tutulmuş ve yeni işçi kuşaklarına aktarılmıştır. Türkiye’deki büyük işçi kalkışması 15-16 Haziran’a dair çok sayıda bilgi, belge, anı, fotoğraf ve video bulunuyor. Ancak tüm bu bilgi ve belgeler işçi sınıfının genç kuşaklarına aktarılmazsa, üzerini toprak kaplar ve zamanla hepten unutulur. Böylece geçmiş ile gelecek arasındaki köprü yıkılır. Sınıfının tarihini öğrenip sınıf bilinciyle donanmayan işçi, sermaye sınıfı karşısında perişan olur.
15-16 Haziran 1970’te, iki uzun gün boyunca Türkiye işçilerin eylemiyle çalkalandı. Sanayinin kalbi olan İstanbul ve Kocaeli’de 150 bin işçi üretimi durdurup kent meydanlarına aktı. Yolları kapatan işçiler tankların üzerinden atlıyor, asker ve polis barikatlarını aşıp geçiyorlardı. Peki, ne olmuştu da tanklar bile işçileri durduramamıştı? İşte dört gün boyunca geçmişe bir yolculuk yapacak, ayağa kalkan işçilerin ayak izlerini sürecek, 15-16 Haziran’da neler yaşandığına şahit olacağız.
Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM...
Nâzım Hikmet
Talisman işçilerinin yürüyüşünden bir kare
Teşekkür
Türkiye işçi sınıfının tarihinde bir dönüm noktası olan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişini bugünün işçi kuşaklarına aktarma çabamız boyunca kendi arşivimizin dışında çeşitli kaynaklardan istifade ettik.
Ekibiyle birlikte çektiği yüzlerce fotoğrafla, 15-16 Haziran günlerini ölümsüz kılan ve yayın akışımıza ilgisini eksik etmeyen Ali Özgentürk’e, Özgentürk’ün arşivini titiz bir çalışmayla tasnif edip dijitale aktaran Didem Önal’a ve Kadir Has Üniversitesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Ayrıca, kıymetli çalışmalarından yararlandığımız Zafer Aydın’a ve TÜSTAV’ın tüm emekçilerine, sınıf tarihimizin önemli kaynaklarından biri olan Derinden Gelen Kökler kitabının mimarı Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu’na, yine bizler için oldukça önemli bir kaynak işlevi gören DİSK Tarihi kitabının editörü Aziz Çelik ve ekibine, Türkiye'yi Sarsan İki Gün belgeselini yapan Nazım Alpman’a 3 Öykü 3 Direniş belgeselini yapan Safiye Işıklı ve Özgür Fındık’a teşekkür ederiz.
Ve elbette Kemal Türkler başta olmak üzere DİSK ve Maden-İş’in mücadeleci kadrolarına, tüm yaşamını sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya kurma mücadelesine adamış işçi sınıfımızın ismi bilinen yahut bilinmeyen tüm neferlerine bize böylesi bir gelenek emanet ettikleri için sonsuz teşekkür ediyoruz. İnanıyoruz ki mavi gök kubbenin altında, işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesi için verilen en ufak çaba dahi boşa gitmeyecek.
14 Haziran 2020 - 11:40
1950’lerden itibaren çehresi hızla değişmeye başladı Marmara’nın… Özellikle 60’lı yıllarla birlikte İstanbul-İzmit hattına pek çok fabrika ve işletme kuruldu. Bu nedenle Marmara’da İstanbul ve İzmit gibi kentler, yoğun göç dalgasının merkeziydi.
O yıllarda bu kentlerdeki işçi sayısı hızla arttı. İstanbul Türkiye sanayisinin kalbiydi. Madenî eşya, kimya, konfeksiyon ve elektrikli aletler sanayisinin yüzde 56’sından fazlası bu bölgedeydi. Sermayenin, üretimin ve işgücünün yoğunlaştığı bu merkez, İstanbul-İzmit bölgesi, direnişin de merkezi olacaktı. İşçi sınıfının şairlerinin dediği gibi İstanbul işçi sınıfının kavgasının şehri oldu.
1965’te Marmara’daki toplam nüfusun yüzde 34,5’i doğduğu yerin dışında yaşayan insanlardan oluşuyordu. Bu insanların %27,5’lik bölümü İstanbul’da yaşıyordu. 1960-63 arasında kurulan işletmelerin yarıya yakını (yüzde 45,6’sı) İstanbul’daydı. Aynı dönemde İstanbul ve İzmit şehirleri işçilerin yüzde 43,1’ine sahipti. Yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 80’i, 10’dan fazla işçi çalıştıran işyerlerinin yüzde 50’si ve hizmet satışlarının %82,2’si İstanbul’daydı. Kentteki gıda, dokuma ve giyim sektörlerinin payı azalırken; petrokimya, metal eşya ve makine imalatının payı sıçramalı olarak yükselmekteydi.
1962’de 710 bin olan SSK’lı işçi sayısı, 1967’de 1 milyon 69 bine, 1969’da 1 milyon 194 bine, 1971’de ise 1 milyon 404 bine yükselecekti.
Haliç… Padişahların Sadabad’ı Haliç… Saraylıları dinlendiren lale bahçeleriyle anılan, meşhur günbatımı manzaralarıyla ünlenen Haliç…
Eskiler derler ki “siz bir de Haliç’i işçiler meydanlardayken görseydiniz”, ha işte öyle! O günlerde Haliç, tüm zamanlardan farklıydı. Fotoğrafın siyah beyazına aldanmayın, her renkten, her memleketten işçilerin kol kola yürüdüğü muazzam bir görünüme bürünmüştü Haliç… Ve dillere destan olan o işçi havzası, 15-16 Haziranda tüm İstanbul gibi beylerin, paşaların değil üreten, alın teri döken, zenginliği var eden işçilerin, elleri nasırlıların olmuştu.
14 Haziran 2020 - 12:20
DİSK, 13 Şubat 1967’de kurulduğu andan itibaren, ekonomik ve demokratik haklarını geliştirip ilerletmek isteyen işçilerin çekim merkezi oldu. Sermaye sınıfı, onların siyasi sözcüleri ve Türk-İş üst bürokrasisi durumdan oldukça rahatsızdı. Anlı şanlı fabrikaların kibirli patronları, işçi hareketinin bağrında doğan ve hızla bu hareketin dinamosu konumuna yükselen DİSK’in önünün tek tek işyerlerinde kesilemeyeceğini kavramaya başlamışlardı. İşçi sınıfı mücadelesini denetim altında tutma görevi verilmiş Türk-İş yönetimi, işçi hareketi üzerindeki hâkimiyetini yeniden sağlamak istiyordu. Bunun için mutlak surette DİSK’in önünün kesilmesi gerekiyordu.
Kavel Kablo fabrikasının önü, Eylül 1968. Kavel işçileri bir kez daha mücadele sahnesinde. Derby işçilerinin başlattığı işgal fırtınasına onlar da katılarak “buradayız” demişler. Polis saldırısını engellemek için demir kapıyı kaynakla kaynatmışlar; artık tüm giriş çıkışlar işçilerin denetiminde. Parmaklıkların önünde bir tahta parçasını kendisine baston yapmış bir nine oturuyor, torunlarıyla birlikte. Yaşı ilerlemiş ama o güçlü ve onurlu bir Anadolu emekçi kadını. İşçilerin mücadelesine omuz veriyor. İşçilerin yüzünde mutluluk, ninemizin yüzünde özgüven var. Haklı olmanın verdiği gurur ve güven! Kavel patronu direnişe ancak bir gün dayanabildi. 10 Eylülde Maden-İş ile bir anlaşma imzaladı ve işçilerin tüm talepleri kabul etti. Bu durum, sermaye sınıfının neden DİSK’e ve Maden-İş’e diş bilediğini gösteren örneklerden yalnızca biriydi.
Koç Holding öylesine palazlanmıştı ki, “Türkiye’de bir devlet sektörü vardır, bir de Koç sektörü” denirdi o yıllar. Fotoğrafta koca Koç ailesinin Türk Demir Döküm fabrikasını işgal eden işçileri görüyoruz. Maden-İş üyesi işçiler, “hüner bizim, fabrika bizim” diyerek işgal etmişlerdi Demir Döküm’ü, 1969 yılının 31 Temmuzuydu. Haklarına, geleceklerine, işten atılan temsilcilerine sahip çıkıyorlardı. Önlerindeki pankartta “öldürsen bile” yazması boşuna değil! Asker, polis yığılmıştı fabrikanın önüne; “çıkmazsanız öldürürüz” diyorlardı. Öyle ya Koç dururken, devlet işçilere mi sahip çıkacaktı? Ancak işçiler de sahipsiz değildi; arkalarında Maden-İş Sendikası vardı. Civar fabrikalardan, Rabak’tan, Elektrometal’den işçi kardeşleri vardı. Silahtarağa emekçileri vardı. Demir Döküm’ün yiğit işçilerinin koskoca Koç’lara galip gelmesi sadece 6 gün sürmüştü.
14 Haziran 2020 - 12:50
Sermaye sınıfının DİSK’i kapatma niyetinin izini sürdüğümüzde 1967’ye kadar gideriz. 13 Nisan 1967’de MGK Genel Sekreteri hükümete bir yazı yazıyor, işçilerin ekonomik ve sosyal haklarında “sakıncalı” bir yükseliş yaşandığını belirtiyordu. Derhal alınması gereken önlemlere ilişkin tavsiyelerde bulunuyordu.
1969’da ise sendikal özgürlükleri daraltmaya yönelik iki kanun tasarısı meclise getirilmiş fakat TİP ve DİSK’in tepkileri nedeniyle, yaklaşan seçimler de gözetilerek geri çekilmişti.
14 Haziran 2020 - 13:30
Ancak DİSK’i boğma ve kapatma planı 1970’in başında tekrar sahneye sürülecekti. Sermaye örgütleri, Süleyman Demirel’in başında olduğu Adalet Partisi hükümeti ve Türk-İş üst yönetimi, yeni bir tasarı üzerinde gizlice çalışıyordu. Türk-İş’e bağlı Cimse-İş Genel Başkanı ve Adalet Partisi Ankara Milletvekili Hasan Türkay, DİSK’i neden boğmak ve işçileri başsız bırakmak istediklerini şöyle itiraf ediyordu: “Çok kötü ve müşkül durumdayız. Devrimci sendikalar bize nazaran daha mükemmel sözleşme imzalamaktadırlar. Biz patronlara baskı yapamıyor, binaenaleyh de ucuz sözleşmeler imzalamak zorunda kalıyoruz.”
Meclis, 3 Şubat 1970 tarihli toplantısında bir komisyon oluşturdu. Komisyon başkanlığına eski Çalışma Bakanı Turgut Toker seçildi. Hem CHP milletvekili olan hem de Türk-İş yöneticileri olan Enver Turgut, Şevket Yılmaz ve Abdullah Baştürk de komisyonda yer alıyordu. 274-275 sayılı yasada değişiklik öngören tasarısı, 14 Mayısta Meclis Karma Komisyonundan geçti.
14 Haziran 2020 - 14:00
“DİSK İyice Dikkat Çekti”
15-16 Haziran 1970’te Kimya-İş Sendikasına üye olan Mehmet Atay, işçilerin üretimi durdurup tezgâh başında oturmakla başlayan eylemlerinin fabrika işgalleri dalgasına dönüştüğünü anlatıyor. İşçilerin güçlenen mücadelesinin patronların gözünde DİSK’i hedefe yerleştirdiğini anlatıyor.
Nazım Alpman’ın hazırladığı “Türkiye’yi Sarsan İki Gün” belgeselinden alınmıştır.
Henüz daha tasarı komisyondan geçmeden önce, 11 Mayısta Erzurum’daki Türk-İş Genel Kurulu’nda konuşan Çalışma Komisyonu Başkanı Turgut Toker şöyle diyordu: 274 ve 275 yasalarda yapılacak değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle, Türkiye’de Türk-İş’ten başka konfederasyon kalmayacak. Kanunun koyacağı koşullara uymadığı için DİSK tasfiye olacak.” Aynı kongrede konuşan Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk ise “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyerek, işçilerin mücadele örgütü DİSK’e öfkesini kusuyordu.
O günlere tanıklık eden, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni yaşayan DİSK eski Genel Sekreteri Mehmet Atay Safiye Işıklı ve Özgür Fındık’ın hazırladığı Üç Öykü Üç Direniş adlı belgeselde egemenlerin asıl niyetlerini, “DİSK’in çanına ot tıkama” hayallerinin nedenini anlatıyor.
14 Haziran 2020 - 14:40
DİSK’in kurucu sendikalarından Lastik-İş’in Genel Başkanı Rıza Kuas o dönemde aynı zamanda TİP Ankara milletvekiliydi. CHP ve AP’nin Meclisteki niyetlerini erken bir tarihte sezen Kuas, planlanan sinsi oyunlar ve mecliste gizlice yapılan toplantılar hakkında DİSK yöneticilerini haberdar etmişti. Tehlike hakkında 1970’in Şubat ayında bilgi sahibi olan DİSK yönetimi, bu vesileyle gecikmeden mücadele kararı aldı.
2 Şubat günü gazetelerde yayınlanan bir demeciyle yasaların değiştirilmek istenmesinin altında yatan nedeni ortaya koyuyordu Rıza Kuas ve meydan okuyordu; “İşçilerin en doğal hakları, el çabukluğuyla, yuvarlak laflarla ve sosyalist muhalefetin grup kuramadığı meclisteki oy çoğunluğuna güvenilerek geri alınamaz, alınamayacaktır da. Almak isteyenlere hodri meydan!” 26 Şubat 1970’te ise DİSK yetkilileri ve hukukçuların hazırladığı iki alternatif yasa tasarısı teklifini Meclise sunarak hükümet tasarısının önünü kesmeye gayret etmişti.
14 Haziran 2020 - 15:20
“Kara bulutlar toplanıyor”
DİSK’in önünü kesmek üzere Mecliste bir komisyon oluşturulmasının hemen ardından DİSK ve Maden-İş harekete geçti. 9 ve 10 Martta bir toplantı yapan Maden-İş, “DİSK’i yok edecek tasarıya direneceğiz” başlığını taşıyan bir bildiri yayınladı. Bildiride şöyle deniliyordu: “Tasarının, Türk-İş, işveren konfederasyonu ve iktidar üçlüsü tarafından tamamen DİSK’i ve DİSK’e bağlı sendikaları yok etmek maksadıyla uzun zamandan beri gizli olarak hazırlanmakta olduğu kanaatine varılmıştır.” Alınan bazı kararlar şunlardı:
- Bölge temsilciliklerince, sendika temsilcileri ve lokal yönetim kurulu üyeleriyle toplantılar düzenlenerek, konu tabana indirilmeli. Bölgelerarası üye toplantıları düzenlenmeli.
- Yalnız İstanbul’da değil, diğer illerde de mitingler yapılmalı.
- Bölge temsilcileri, kendi bölgelerindeki diğer işkollarında çalışan işçilerle de bu konuda ilişki kurmalı ve DİSK’in hazırlayacağı bildiriler dağıtılmalı.
- Mücadele yurt dışında çalışmakta olan Türk işçilerine de duyurulmalı.
- Afişler ve duvar yazılarından yararlanılmalı.
- Sendikanın görüşleri ile ilgili olarak bir bilim kurulu tarafından metin hazırlanmalı ve bu metin tüm milletvekillerine, Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danıştay üyelerine gönderilmeli.
- Sendika gazetesi bu konuya önem vermeli ve mücadele, bildiriler ile basına duyurulmalı. Konunun sendika üyelerine anlatılması için toplantı ve konferanslar düzenlenmeli.
- Tasarı Meclis’te görüşülürken Ankara’da miting düzenlenmeli, işçilerin dinleyici olarak Meclis’e girmesi sağlanmalı.
14 Haziran 2020 - 15:37
Yasa taslağının 14 Mayısta Meclis komisyonunda kabul edilmesiyle süreç bir hayli hızlanmış, fabrikalarda işçilerin öfkesi kabarmış ve gerilim artmaya başlamıştı. DİSK Yönetim Kurulu 3 Haziranda toplanarak eylem biçimlerini tartıştı ve kimi kararlar aldı. Kemal Türkler, 9 Haziranda Başbakan Süleyman Demirel’e bir mektup yazarak, hükümetin Türk-İş’in görüşünü alarak hazırladığı tasarının anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu, yasanın geri çekilmesi gerektiğini belirtti: “Aksi takdirde Anayasa’daki direnme haklarımızı kullanacağımızı şimdiden belirtiriz.”
DİSK Başkanı Kemal Türkler tasarının Mecliste tartışıldığı günlerde, 10 Haziranda bir basın toplantısı düzenledi. Türkler şöyle konuşuyordu; “Hükümet yeni tasarı ile grev hakkını kökünden yok etme peşindedir. Ama hemen belirtelim ki, Anayasada yer alan, uğrunda bunca çile çekilen grev hakkını yok etmeye kimsenin, hiç bir partinin gücü yetmeyecektir. Sömürünün alabildiğince hızlı yayıldığı, işçi sınıfının ise daha hızla bilinçlendiği bu ortamda işçi sınıfının kutsal hakkının kılına bile dokunulamaz.
“Geniş bir işçi topluluğunun var ettiği DİSK’i, işçi sınıfının bağrından söküp atmak kimsenin haddi değildir. Bunları amaçlayan herhangi bir tasarı, Meclis’in yasalaşmamış tasarılar dosyasında yer alıp duracak, hazırlayanları tarih mahcup edecektir. İşçi sınıfı, tasarıyı savunanların ve imzalayanların ihanetini affetmeyecektir.”
14 Haziran 2020 - 17:00
Bugün işçi sınıfının haklarını gasp edecek yasalar nasıl “müjde” olarak sunuluyorsa, dönemin hükümeti de benzer şekilde, DİSK’i işlevsiz kılmayı hedefleyen değişikliklerin sendikacılığı güçlendireceğini söylüyordu. Bu kuyruklu yalanı işçi sınıfına yutturmak için tasarılar, Meclisteki Türk-İş kökenli vekillere hazırlatılmıştı. Seçim hesapları yapan CHP, Türk-İş’in desteğini kazanmak istiyordu. Kanun değişikliği önerisi ilk olarak CHP’den gelmişti, fakat meclis komisyonunda AP hükümetinin tasarısı üzerinde uzlaşılmıştı.
Komisyondan geçen tasarı 11 Haziranda Meclis Genel Kurulunda görüşmeye açıldı. Adalet Partisinin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, sanki patronlar sınıfı gece gündüz işçileri sömürmüyormuş gibi, hakkını arayan DİSK’i, “emeği sermayeye düşman” yapmakla eleştiriyordu. CHP adına söz alan Burhanettin Asutay ise, iki sınıf arasında uçurum yokmuş gibi, memleketin kalkınması için işçi ve işverenlerin dayanışma içinde olması gerektiğini vurguluyordu.
Sermaye sınıfı yeni sendikalar kurulmasına ve Türk-İş’in otoritesinin sarsılmasına, mücadelenin gelişmesine şiddetle karşıydılar. Türk-İş yönetiminde de olan AP vekili Hasan Türkay, “hür sendikacılık hareketinin büyük bir hamle yapmış olacağı”nı iddia edebiliyordu. Türkay, “Bu kanun 7-8 kişinin bir araya gelip gecekondu sendikalar kurmasına set çektiği için önemlidir” diyecek ve sermaye gazeteleri “Gecekondu sendikacılık tarihe karışıyor” manşetleriyle çıkacaktı.
14 Haziran 2020 - 17:40
Mecliste sermayenin sağlı sollu politik temsilcilerinin karşısında, Rıza Kuas vardı. 11 Haziranda Meclis oturumunda yaptığı konuşmada; “sendika özgürlüğünü yok eden tasarılarla demokrasiye aykırı bir yönetim, bir Türk-İş diktası getirilmek istenmektedir” demişti. Mevzubahis tasarının yasalaşmasının demokrasinin idamı anlamına geleceğini ortaya koyan Kuas, mücadele örgütü DİSK’e ve onu sahiplenen işçilere duyduğu güvenle sesleniyordu kürsüden; “İşçiler ve DİSK sonuna kadar direnecektir!”
Tasarı, 12 Haziranda Mecliste oylandı ve 4 ret oyuna karşı 230 oyla kabul edildi.
Sermaye sözcüleri son sözlerini söylemişti ama işçi sınıfı henüz konuşmamıştı. Fay hatlarında gerilim artıyordu.
14 Haziran 2020 - 18:15
Yasalaşan değişikliklerin sendika özgürlüğünü ortadan kaldıran ve DİSK’i işlevsiz kılmayı hedefleyen maddeleri şöyleydi:
- Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az üçte birini üye olarak temsil etmesi gerekmektedir. (9. Madde)
- İşçi federasyonlarının kurulabilmesi ve faaliyet gösterebilmesi için kendi iş kollarındaki toplam sigortalı işçi sayısının yine en az üçte birini üye olarak temsil etmeleri gerekmektedir. (9. Madde)
- İşçi konfederasyonlarının kurulabilmesi için iş kollarında en az üçte bir üyeye sahip sendika ve federasyonların en az üçte birini ve sendikalı işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmeleri gerekmektedir. (9. Madde)
14 Haziran 2020 - 19:50
Burada bir parantez açalım ve tasarının en önemli maddesinin, 9. maddenin satır aralarını okuyalım. 1970 yılında Türkiye’de bir milyon üç yüz binin üzerinde sendikalı işçi vardı. İki büyük işçi konfederasyonundan Türk-İş’in üye sayısı 400 binin üzerindeyken DİSK, 3 yıl gibi oldukça kısa bir süre içinde 50 bin üyeye ulaşmıştı. Fakat yeni yasanın 9. maddesine göre üye sayısı barajını aşamayan DİSK’in toplu sözleşme hakkı ve bu haktan doğan grev hakkı ortadan kaldırılıyordu. Bu şekilde DİSK’in ayakta kalamayarak tarihe karışması ve Türk-İş’in de tek işçi konfederasyonu olarak varlığını sürdürmesi planlanıyordu. Ama hayalleri suya düşecekti.
9. Maddenin dışında işçi sınıfının aleyhine başka maddeler de vardı kabul edilen tasarıda:
- Sendika üyeliğinden ayrılmak için noter şartı getiriliyordu (6. Madde). Bu maddeyle birlikte Türk-İş’ten istifa edip DİSK’e yönelen işçiler için sürecin zorlaştırılması hedeflenmişti.
- Sendika genel kurullarının iki yıl yerine üç yılda bir toplanması öngörülmüştü (25. Madde). Böylece yönetim kademelerinin belirlendiği, çeşitli kararların alındığı, her türlü eleştiri ve önerinin dile getirildiği Genel Kurullarda, sendikaların tabanlarında yükselen tepkinin ifade bulması zorlaştırılıyordu.
- Sendika kurucusu olabilmek için, sendikanın kurulacağı işkolunda en az üç yıldan beri fiilen çalışır olunması gerekiyordu (11. Madde). Bu maddeyle birlikte hemen her iş kolunda devlet eliyle sendika kurmuş bulunan Türk-İş sultası zeval görmesin isteniyor, sendika kurma özgürlüğüne ket vuruluyordu.
- Türkiye’de en çok işçiyi temsil eden işçi konfederasyonu veya konfederasyona bağlı aynı nitelikteki sendikaların uluslararası meslek kuruluşlarına girebileceği öngörülmüştür (11. Madde). Bu sınırlandırma DİSK’e üye sendikalarla birlikte bağımsız sendikaları uluslararası sınıf dayanışmasından yoksun bırakma amacını taşıyordu.
14 Haziran 2020 - 20:30
Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy, 22 Mayısta Türk-İş’i ziyaret eden Süleyman Demirel’e şöyle diyordu: “Siz bizi anlayan en iyi politikacılardan birisiniz.” Yasa tasarısı kanunlaştıktan sonra Türk-İş bürokratları, memnuniyetlerini şu şekilde yansıtmışlardı: “Bundan böyle her aklına esen veya gece hanımı ile kavga edip sabah sendika kurmaya karar verenler bu amaçlarını gerçekleştiremeyeceklerdir.”
Evet, yasa geçmişti, Türk-İş bürokratlarından patronlara ve onların siyasi temsilcilerine varıncaya kadar sermaye cephesi son derece memnundu. Fakat işçi sınıfımızın daha söyleyecek sözü vardı!
Durgun akıyordu nehir
Yine öyle her günkü gibi
Yaslanmış tahta korkuluğa
Düşünüyordu insan
Öyle durgun, olağan
Öyle benziyorlardı ki birbirlerine
Bir gün olacaklardan habersizliklerinde
Ne bilsin nehir
Akarken yatağının içinde
Eriyeceğini dağlardaki karın
Alabildiğine kabaracağını
Ve taşımaz olduğunda
Suları yatağının
Her şeyi kataraktan önüne
Delicesine çağlayacağını
Durgun sularının
Ne bilsin insan
Seyrederken tahta korkuluğun ardından
Yine öyle her günkü gibi
Durgun akan bir nehri
Bir gün her şeyin değişeceğini…
İnsan ve Nehir, Elif Çağlı
14 Haziran 2020 - 22:20
Çok yakında bir gün
Çok yakında bir gün
Ağır uykulardan uyanacaklar
Zor kapıları açacaklar
Yere sağlam basacaklar.
Sevgiden sırılsıklam
Yangınlanacak aşklar
Çok yakında bir gün
Çok yakında bir gün
İnsanlar insan gibi yaşayacaklar.
En dar en karanlık sokaklar
Çok yakında bir gün
Çok yakında bir gün
Bayramlaşıp ışıyacaklar
Hürriyet giyecek aydınlık ayaklar.
İnsan Gibi, Cahit Irgat
14 Haziran 2020 - 22:38
Yılın ilk beş ayında fabrikalardan, işçi havzalarına kadar büyük ölçüde hazırlıklar tamamlanmış, alınan kararlar birer birer hayata geçirilmişti:
- DİSK’e üye sendikaların örgütlü olduğu fabrikalardaki işçiler sürekli olarak basın bültenleri ile bilgilendiriliyordu. Ayrıca tasarı ile ilgili olarak günlük gazetelerde yer alan haberler, özellikle sendika temsilcileri tarafından takip edilerek üyelere aktarılıyordu.
- Süreç boyunca çeşitli bölgelere afişler asılmış, duvarlara yazılar yazılmıştı. Sendikanın gazetesi bu süreçte daha işlevli kullanılmıştı.
- Direniş, işgal ve grev yaşanmış fabrikalarda edinilen tecrübelerle eylemleri organize etmek üzere Anayasal Direniş Komiteleri adı verilen komiteler kurulmuştu. Komite üyesi işçiler sık sık toplanarak süreci ve alacakları tutumları tartışıyorlardı.
- İşçi semtlerinden evlere, fabrikalardan kahvehanelere kadar işçilerin tek gündemi egemenler tarafından DİSK’in kapatılma girişimi olmuştu. En önemlisi Türk-İş üyesi işçilerin de mücadeleye dâhil edilmesi için çaba harcanmaktaydı.
14 Haziran 2020 - 22:55
Üyelerinin ortaya koyduğu bu irade, DİSK yönetimini cesaretlendirmişti. 30 Mayıs tarihinde DİSK Yürütme Kurulu bir bildiri yayınladı: “Anayasaya aykırı yolda doludizgin at koşturmaya hevesli olanlar akıllarını başlarına almalı, toplumu sonu gelmez bunalımlara itecek sonuçlar için duygusal ve kısa ömürlü yasalara bel bağlamamalıdır. DİSK mutlaka yaşayacak ve gittikçe güçlenerek ilkelerinin gerçekleştiğini görecektir. Anayasanın hukuk devleti ilkesini kaldırmadan ve demokratik rejimi değiştirmeden, DİSK’i yok etmeye ne Seyfi Öztürk’ün ne de onun iktidarının asla gücü yetmeyecektir, hayalleri kursaklarında kalacaktır.”
Direniş komiteleri
15-16 Haziran işyeri sendika temsilcisi olan Mehmet Karaca, DİSK’i hedef alan yasanın ne anlama geldiği işçilere anlatıldı ve buna karşı direnmek gerektiği söylendi diyor. Karaca işçilerin de bu yasaya direnmeye hazır olduğunu belirtiyor. [Nazım Alpman’ın hazırladığı “Türkiye’yi Sarsan İki Gün” belgeselinden alınmıştır]
Haziran ayının sıcak günleriyle birlikte DİSK’teki hareketlilik hızlandı. Ayın ilk günlerinde bir Eylem Komitesi kuran DİSK, peşi sıra toplantılar düzenlemeye başladı. Yasanın oylandığı 12 Haziranda Genel Yönetim Kurulunu toplayan DİSK, ertesi gün üye sendikaların yönetim kurullarını topladı. Sıra temsilcilere gelmişti ve DİSK’in örgütlü olduğu tüm işyerlerindeki işçi temsilcileri toplantıya çağırıldı. 14 Haziranda son sözü işçiler söyleyecekti.
14 Haziran 2020 - 23:55
DİSK’e bağlı sendikaların yöneticileri ve 800 işçi temsilcisi, 14 Haziran Pazar günü Lastik-İş sendikasının Merter’deki binasında toplantı için buluşmuştu. DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker, o günü anlatırken merdivenlerin tıklım tıklım olduğunu tasvir ederek sözlerine başlıyor:
“Yedi katlı binanın üst toplantı salonuna girmekte olan işyeri temsilcileri mola vere vere henüz mozaikleri dökülmemiş basamakları çıkıyorlardı. Temiz giyimli ve tıraşlıydılar. Kimi kasketliydi, kimisinin başı açıktı. Hemen hemen hepsinin gömlek yakaları açıktı. Bazılarının ceketleri kollarındaydı. Sıcak Haziran günü bir de yüz basamak merdiveni çıkmak kolay olmuyordu. Saat onda yedi yüz kadar işyeri sendika temsilcisi sandalyelere yerleşti, yarım saat daha bekledikten sonra toplantıya gelenler sekiz yüz kadar oldu.”
“Sendika temsilcileri gelişigüzel oturmuşlardı. Arçelik’ten gelenler ile Derby Lastik fabrikasından gelenler öyle öbek öbek yer almamış, salona dağınık şekilde oturmuşlardı. Bir basın işçisinin yanında bir cam işçisi, onun yanında bir metalürji işçisi oturuyordu. Birbirlerine kendilerini tanıtıyor, ayrı işkollarında oldukları halde hemen kırk yıllık dost gibi birbirlerine yakınlık gösteriyorlardı. DİSK Genel Başkanı işaret ederek toplantının başlayacağını söyleyince salondan çıt çıkmadı.”
15 Haziran 2020 - 00:52
Türkiye işçi sınıfının ayağa kalktığı o tarihi günlerin atmosferini yansıtmak için Merter Toplantısında yapılan kimi konuşmalardan kesitler aktarıyoruz.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasından kesitler
İşçi temsilcileri söz alıp konuştuktan sonra, kürsüye Kemal Türkler geldi ve “sevgili kardeşlerim” diyerek işçilere seslendi.
15 Haziran 2020 - 01:45
Kemal Türkler toplantının sonunda, alınan kararları açıkladı. Bu kararlara göre İstanbul’un çeşitli bölgelerinde yürüyüşler, Taksim meydanında ise bir miting yapılacaktı, ayrıca üretim durdurulacaktı. Yürüyüşlerin ve mitingin tarihi 17 Haziran olarak belirlemişti. DİSK’in bu kararlarını yüzlerce işçi dakikalarca ayakta alkışladı.
Merter toplantısında atmosfer böyleydi, direnme iradesi ağır basmıştı. Toplantının bitiminde salondan topluca çıkıldı ve Merter’den Londra Asfaltına (E5) kadar yürüyüş yapıldı. İşçi temsilcileri bölgelerine dönerek işçi arkadaşlarıyla ayrıca toplantılar düzenlediler. Sahi, ya fabrikalar, mahalleler, işçi havzaları? Merter’deki atmosferin oralarda karşılığı var mıydı? Fazlasıyla! İşçilerin bulunduğu her alan heyecan, coşku ve kararlılıkla kaynıyordu.
Rabak Elektronik Bakır Fabrikasının Maden-İş Sendikası baştemsilcisi Celal Alçınkaya, bölgede yaşananları şöyle anlatıyor: “Radyoyu dinleyen işçi arkadaşlar, DİSK’in kanuna karşı çıktığını, protestoda bulunacağını öğrenmişlerdi. Silahtar’da haber tüm fabrikalara, kahvelere, hatta evlere yayılmıştı. Gece geç saatlere kadar kahveleri dolaştım, her yerde DİSK’in eylemi konuşuluyordu. Silahtar’da DİSK’e, özellikle Maden-İş’e karşı büyük bir sempati olduğu için işçi olsun, olmasın herkes bizi destekliyordu. Türk-İş’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu işyerlerindeki arkadaşlar da bizimle birlikteydi.”
Türk-İş ve DİSK üyesi işçiler aynı sınıfın evlatları olarak hareket ediyorlardı. Türk-İş’e bağlı Teksif Sendikasına üye Yakup Umur 14 Haziran akşamı Eyüp’te bir sinemada nasıl toplantı yaptıklarını anlatıyor.
15 Haziran 2020 - 02:00
Göz bebekleri DİSK’in kapatılmasını her ne olursa olsun engelleme noktasında kararlı olan işçiler, DİSK’in 17 Haziran için duyurusunu yaptığı mitingi bekleyemeyeceklerdi. “Gücümüz Birliğimizden Gelir!” diyerek erkenden davranacak, kendiliğinden yollara döküleceklerdi. Böylece 15 Haziran sabahı bambaşka bir güne uyanacaktı İstanbul, İzmit, Adapazarı…
Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
Duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin
ve duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin.
Gök kubbe sıcaktı ve nem kokuyordu.
Ve rüzgâr
yükseldi ağır ağır, çoğaldı gitgide
birikti, birikti ve ânı-vahitte
«Ah edildi derinden
yer oynadı yerinden»,
yıkıldı köprüler kemerlerinden,
yazılı taşlar kapandı yüzükoyun
Çekin ki körükleri
ateşe girdi demir.
Nazım Hikmet
15 Haziran 2020 - 02:37
UİD-DER Müzik Topluluğundan dinleyelim: Yıl 1970, işçi ayaklanıyor, meydanlara sığmıyor, patronlar kaçışıyor…
15 Haziran 2020 - 10:00
DİSK 14 Haziran akşamı yasaya karşı direnme kararı almıştı ve o gece işçi semtlerinde, fabrikalarda konuşulan tek konu DİSK’in aldığı bu karardı. Temsilciler fabrikalarına giderek durumu işçilere anlatıyor, nasıl bir eylem yapacaklarını belirliyorlardı. Kimi fabrikalar sokağa çıkarak yürüyüşe geçme, kimi fabrikalarsa üretimi durdurarak fabrikayı işgal eyleminde karar kıldı.
Daha gece vardiyalarında başladı işçilerin direnişi. Gece vardiyasına gelen işçiler tezgâhlarının başına geçtiler ama makineleri çalıştırmadılar. Maden-İş, Lastik-İş, Kimya-İş, Gıda-İş ve Basın-İş ağırlıklı olmak üzere DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinin büyük kısmında üretim durdu. Ancak sabah olduğunda işçiler üretimi durdurmakla yetinmedi, yatağından taşan nehir gibi sokaklara aktı. Karşısına çıkan her şeyi önüne katarak devleşen bir nehirdi bu! İşçi sınıfının mücadele tarihine kazınacak olan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi yazılmaya başlıyordu.
15 Haziran 2020 - 10:45
15 Haziran sabahı, Eyüp’ten Bakırköy’e, Topkapı’dan Kâğıthane’ye, Gebze’den Kartal’a kadar tüm sanayi bölgelerinde fabrikalar birer birer şalter indirmişti. Protestolara katılan işçiler yalnızca DİSK üyesi işçiler değildi. Türk-İş üyesi işçiler de sınıf kardeşlerine omuz veriyorlardı. Üretimi durdurup fabrikaların önünde toplanan işçiler, kısa süre sonra yürüyüşe geçecek ve onları hiçbir engel durduramayacaktı.
15 Haziran 2020 - 11:30
Sevgili UİD-DER’li dostlar,
Türkiye’de işçi sınıfının 15-16 Haziran 1970’teki tarihi mücadelesini anma etkinliğinin Türkiyeli işçiler ve hepimiz için çok önemli olduğuna inanıyoruz; özellikle de Japonya ve Türkiye dâhil bütün panik içindeki kapitalist devletlerin kendi bekaları için işçi sınıfını kurban etmeye çalıştıkları mevcut durumda…
50 yıl önce Türkiye işçi sınıfı hükümetin Türkiye’deki ilk mücadeleci sendikal örgüt olan DİSK’i kapatmak için mecliste yaptığı girişime karşı ayağa kalktı ve DİSK’i korumayı başardı. DİSK’in ve Türkiye’deki işçilerin mücadelesini anarak, sizler şimdi Türkiye’de sınıf bilincine sahip mücadeleci işçi hareketini yeniden örgütlemek ve yeniden yaratmak üzere meydan okuyorsunuz.
Japonya’da da bizler koronavirüs pandemisinin harlayıp hızlandırdığı devasa işten atma saldırısına karşı kararlı biçimde mücadele ediyoruz. Japon Ulusal Demiryollarının bölünmesi ve özelleştirilmesine karşı mücadele etmeye ve özelleştirme, taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma ve sendika düşmanlığı saldırısına karşı mücadelemizi sıkı biçimde sürdürme azmimizi güçlendirmeye devam ediyoruz. Ayrıca Abe yönetiminin Çin ve Kuzey Kore’ye karşı savaş politikasını durdurmak için de mücadele yürütüyoruz.
Bizim mücadelemiz de sizinkiyle aynıdır
Covid-19 enfeksiyonunun yayılmasıyla ağır bir durum karşısında olan sermayenin saldırısına karşı mücadeleye! İşçi sınıfının aydınlık yarınlarına tam güvenle birlikte mücadeleye!
Dayanışma duygularımızla
Doro-Çiba Uluslararası Emek Dayanışması Komitesi
15 Haziran 2020 - 12:40
Gebze’de, Kartal’da, Bakırköy’de, Levent’te, Topkapı’da, Kâğıthane’de, Silahtar’da işçiler yürüyüşe geçiyor, on binlerce sel gibi akıyordu. Kadınıyla erkeğiyle 75 bin işçi tek vücut olmuştu. Kimler yoktu ki yürüyüşte, tam 115 işyeri, bugün orda burda boy gösteren o meşhur patronların o meşhur fabrikaları.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Merhaba dostlarımız. Bizler çeşitli fabrikalarda çalışan kadın işçileriz. 15-16 Haziran Direnişin 50. yılını kutluyoruz. Mücadeleci kadınlar olarak 15-16 Haziran’a sahip çıkıyoruz. Bizler şunu çok iyi biliyoruz. Geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Mücadele ruhunu 15-16 Haziran büyük işçi direnişinden alıyoruz. Derneğimiz UİD-DER’in 14. yılı işçi sınıfına kutlu olsun. UİD-DER gelenekten geleceğe işçi sınıfının tarihini bizlere taşıyor. Bu şanlı günde, tam 50 sene evvel emekçi kadınlar inançlı kararlı bir şekilde mücadelede en önde yerlerini almışlar. Selam olsun bu büyük direnişi bizlere miras bırakan Türkiye işçi sınıfına!
Esenyurt’tan bir grup kadın işçi
15 Haziran 2020 - 13:40
Silahtarağa’nın yokuşları dik, İstanbul’un tüm işçi semtleri gibi. Günterm Kazan işçileri ellerinde pankartları, dövizleri, yüreklerinde kararlılık ve coşkuyla bu dik yokuşlardan aşağı yürüyorlar. Tepeden aşağı kondurulmuş evlerden sokaklara akıyorlar. Birazdan Çelik Endüstrisi ve Türk Demir Döküm fabrikasındaki işçi kardeşleri ile buluşacaklar. Birleşe birleşe, çoğala çoğala yürüyecekler. Pankartları kocaman, mesajları net: “PATRONLAR SENDİKA SEÇME HÜRRİYETİNİ YOK EDEMEZSİNİZ!” Meclisteki burjuvalara “İŞBİRLİKÇİ PATRON MECLİSİ!” diyerek meydan okuyorlar.
Geleceğin işçileri olan çocuklar en öndeler, heyecanı hissediyorlar. Hepsinin gözlerinde merak var. O gözlerin kimisi kadraja kimisi babalara, ağabeylere, kimisi pankartlara bakıyor. Hepsinin hafızasına kazınıyor 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve elbette haksızlığa baş kaldırmanın tadı.
29 Nisan 1970’de birikmiş ücretlerini alamayan ve patrona ulaşamayan Günterm işçileri fabrikayı işgal ettiler. İşgalin 40. gününde, alacaklarını elde edebilmek için fabrika yönetimini ele geçirdiler. Üretime devam ettiler. 15-16 Haziran direnişi başladığında, Günterm işçileri eylemleriyle “üreten biziz yöneten de biz olacağız” sloganını hayata geçiriyorlardı. İşçilerin eylemi, 15-16 Haziran eylemleri sonrasında ilân edilen sıkıyönetimle sonlandırıldı. İşçi sınıfının mücadele tarihine işçi yönetimi deneyimini taşıyan Günterm işçilerine selam olsun!
15 Haziran 2020 - 15:27
Demir Döküm işçilerinin bir bölümü fabrikada direnişe geçerken diğer grup da yürüyüşe katılmak üzere yola koyuluyor. Şimdilik sayıları az ama birazdan çoğalacaklar. Aynı sanayi havzasındaki fabrikaları tek tek dolaşacaklar. İşçileri yürüyüşe katılmaya, bu mücadeleye omuz vermeye çağıracaklar. Fabrikanın giriş kapısının üzerinde elinde kamerası, fotoğraf makinesiyle Ali Özgentürk bu anları belgelemeye çalışıyor. Ayaklarının dibinde bir çocuk. Oraya nasıl çıkmış bilinmez, işçi kalabalığı onun farkında mı bilinmez ama çocuğun gözleri işçi kalabalığında. O, küçük yaşına rağmen olağanüstü bir şeyler yaşandığının farkında.
Demir Döküm işçilerinin yürüyüşü devam ediyor. Bu kez yürüyüşe çağırdıkları işçiler arasında kadın işçiler de var. Beyaz önlükleri ve başörtüleriyle fabrikanın kapısında beliriyor işçi sınıfımızın kadınları. Omuzlarının iki yanına dökülen saçları, yüzündeki tebessümü, yüreğinde zapt edemediği heyecanıyla… Ayaklarındaki terlikler bu uzun yürüyüşte zorlayacak kadın işçileri. Mücadelenin ateşiyle bütünleşen Haziran sıcağında ayaklarının altı yanacak, yüzleri yanacak, gözleri kızaracak. Ama zorlukları birlikte aşmak üzere çıktıkları bu yolda erkek işçi kardeşlerine güç ve neşe verecekler. Şimdilik geride duran işçileri de önlerine katacaklar, kol kola girecek ve rüzgâr ekenlere fırtınanın âlâsını gösterecekler.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Yürüyüş yapıyordu yüzbinler. Bu amaçsız, boş bir yürüyüş değildi. Her adımında gelecek, her adımında yüzlerce çocuğun gülüşü, her adımında hak mücadelesi vardı. 15-16 Haziran yürüyüşleri, mücadeleci sendikal anlayışın önüne set çekmek isteyenleri bozguna uğratan onurlu işçilerin mücadele ve zafer günleridir. Yıllar geçmesine rağmen bir de o mirasa sahip çıkanlar vardı elbet. 12 Eylül askeri darbesi, bu geçmişi unutturmak istese de, bu mirası hem koruyup hem de genç işçi kuşaklarına aktarmak için gönül veren UİD-DER 14. mücadele yılına girdi. Daha güçlü ve daha örgütlü adımlarla da yol almaya devam edecek! Bir metal işçisi olarak, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 50. yılını, UİD-DER’in 14. yılını içtenlikle kutlarım. UİD-DER yürüyor, mücadele büyüyor!
Gebze’den bir metal işçisi
15 Haziran 2020 - 16:52
İki fabrikanın işçileri birbirlerine kenetlenmek isterken, demir parmaklıklardan güç alan fabrika yetkilisi, yukarda tutmaya çalışıyor kendisini. “Durun!” diyor işçilere, Otomarsan işçilerini bu sele kaptırmak istemiyor. Ama Auer işçilerinin ne durmaya ne de susmaya niyetleri var. Onlar mücadele sloganları atmaya devam ediyorlar. Sloganları Auer işyeri baştemsilcisi Cengiz Turhan attırıyor olmalı. Üç dönem baştemsilcilik yaptığı fabrikada, 15-16 Haziran yürüyüşlerinin birlik içinde geçmesinde büyük katkıları olan bir işçi Cengiz Turhan. Birazdan işçi kortejinin başına geçecek tekrardan. Ve yanlarına diğer fabrikalardan işçileri de kata kata adımlayacaklar yolları.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Birçoğunuz gibi ben de bir işçiyim, metal işçisiyim. Aileden sosyal demokrat olarak ifade ederdik kendimizi. Ben de hem aileden hem de sendikamızdan kaynaklı sol fikirleri savundum hep. Hayatımın en güzel dönemi olan gençlik yıllarım, fabrikalarda en çok sömürüldüğüm döneme denk geldi. İşte bu sebeple ve yaşadıklarımdan kaynaklı hayata hep sol pencereden baktım. Ve çeşitli sol çevrelerin içinde, aktif mücadelenin içinde bulundum. Hepsi kıymetli idi, hepsi bir şeyler kattı bana ve tabi ki işçi sınıfına. Ama UİD-DER’in hem toplumsal, sınıfsal yaklaşımları ve tarzı hem de orada tanıdığım bireyler açısından, en yerinde, en samimi, en olması gereken taraftı. Neden taraftı dedim, çünkü en bizden olan taraftı. En emekçi olan ve en emekçinin yanında olan taraftı. Yani benim tarafımdı. Metal işçilerinin ve dünya işçilerinin tarafıydı. İyi ki varsın UİD-DER!
Gebze’den bir metal işçisi
15 Haziran 2020 - 17:24
Anadolu Yakasında Kartal-Cevizli hattı o dönem sanayinin yoğunlaştığı bir hattı. Gece boyunca temsilciler fabrikalarda DİSK’in aldığı kararları işçilere aktarmış ve DİSK’in eylem kararı tüm mahallelerde yankılanmıştı. Sabahın erken saatlerinde işçiler nasıl harekete geçeceklerini beklerken, ilk işaret verilmişti. Cevizli’de bulunan Singer ve Tasaş işçileri Ankara asfaltına (E-5) yürüyüşe geçerken, Tekel Sigara Fabrikası, Yunus Çimento, Mutlu Akü, EAS Akü ve Süperlit Boru fabrikalarının Türk-İş üyesi işçiler de onlar katılmıştı. DİSK/Maden-İş’in örgütlü olduğu ECA işçisi Yunus Uysal anlatıyor:
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi bizlere geçmişi ve geleceği anlatıyor. Geçmişte egemenlere boyun eğmeyen işçiler, DİSK’in öncülüğünde, Türk-İş’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu fabrikalardan işçilerin de desteğiyle patronlara korku salmışlardı. Bugün yaşanan hak gasplarına karşı bizim gibi milyonlarca işçinin izlemesi gereken yol da 15-16 Haziran’ın arkasında yatan örgütlülük ve mücadeledir. Biz de çalıştığımız fabrikalarda Türk-İş’e bağlı sendikalara üye üç kardeşiz. Hem 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişini örgütleyen işçilere hem de 15-16 Haziranların geleneğine sahip çıkan mücadele örgütümüz UİD-DER’e selam olsun. Mücadelemizin gelenekten geleceğe nice işçinin omzunda devam edeceğine inancımız tamdır.
Gebze’den bir işçi ailesi
15 Haziran 2020 - 18:36
Sabah 8.30’da Maltepe’de bulunan ECA Presdöküm’de şalteri indiren işçiler yürüyüşe geçtiler. Yol boyunca Türk-İş’in örgütlü olduğu Yunus Çimento, Mutlu Akü, EAS Akü ve Süperlit Boru fabrikalarının işçilerini de yanlarına alarak E-5’e çıktılar. Yürüyüş sırasında banliyö trenlerini bir saat kadar durdurdular. Paşabahçe’deki işçiler ise Üsküdar’a doğru yola çıktı.
Bugün Uzunçayır’daki Akasya alışveriş merkezinin yerinde bir zamanlar OTOSAN fabrikası vardı. 15 Haziran sabahı OTOSAN işçileri ilk yürüyüşe geçenlerdendi. 1500 işçi üzerlerinde tulumları ve iş ayakkabılarıyla, kartonlardan yaptıkları dövizlerle çıktılar fabrikadan. E-5’e çıkarak Kartal yönüne doğru yürümeye başladılar. Ve 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin simgesi haline gelen o fotoğraf karelerini oluşturdular. Fotoğrafta kocaman pankartlarıyla işçiler gururla yürüyorlar, kol kola girmiş kendinden emin adımlarla ilerliyorlar.
E-5 boyunca sloganlarla, tezahüratlarla yolun iki tarafında bulunan fabrikalardan çıkan işçiler OTOSAN işçilerine katılıyordu. Simso, DMO, Bürosan, Aksan, Eas, Türkeli… Geçtikleri yerlerde fabrikalar hızla boşalıyor yürüyüş koluna katılıyordu.
Aynı anda Cevizli’deki Tugay Yolu’nda bulunan Silvan fabrikasının işçileri, Singer ve Mühendislik Sanayi işçilerini de yanlarına katarak Cevizli Tekel’e doğru yürüyüşe geçtiler. Tekel’de Türk-İş örgütlüydü. Çoğunluğu kadın 4000 işçi vardı üretimde çalışan. İşçiler fabrika önüne geldiğinde Tekel işçileri de bahçeye çıktılar. Tekel işçisi Ahmet Sarıcan o anı ve gelişmeleri aktarıyor:
15 Haziran 2020 - 19:00
Tekel önündeki konuşmaların ardından işçiler coşkuyla yürüyüşe katıldılar. Kadın işçiler en önde yürüyordu. Haymak’a doğru yola koyuldular. Yürüyor ve haykırıyorlardı:
- “Yaşasın İşçi sınıfı”
- “AP iktidarı bizim iktidarımız değildir”
- “Tüm gericiler ve faşizm kahrolsun”
- “Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok”
Öğleden sonra 14.00 civarı… Acıbadem yönünden gelen Otosan, DMO ve diğer fabrikaların işçileri, Cevizli tarafından gelen Silvan, Singer, ECA Presdöküm ve Tekel işçileri ile Pendik ve Kartal’dan gelen diğer fabrikaların işçileri Soğanlık’ta Haymak fabrikasının önünde buluştuklarında sayıları 10 bin olmuştu. Şimdi sıra Haymak işçilerini de dışarı çıkarmaya gelmişti. Haymak, Süleyman Demirel’in kardeşinin fabrikasıydı. Patron eli sopalı adamlar getirmişti direnişi kırmak için. Bu arada işçiler kendilerini fabrikaya kilitlemişlerdi. Haymak önüne gelen işçiler, grev kırcıları etkisiz hale getirdiler. Sonra da Haymak işçilerini de saflarına katarak 18.00 civarında fabrikadan ayrıldılar. Tugay yoluna doğru ilerleyen kitle, 19.30 civarında halaylarla, türkülerle yürüyüşünü sonlandırdı. İşçiler ertesi gün yeniden buluşmak üzere ayrıldılar.
[Nazım Alpman’ın hazırladığı “Türkiye’yi Sarsan İki Gün” belgeselinden alınmıştır]
O günlerde genç bir subay olan Gazeteci Atilla Özsever ve Mehmet Karaca, Haymak önündeki gelişmeleri şöyle anlatıyor:
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Metal işçilerinin bir etkinliğinde o yılları yaşamış bir işçi abimiz 15 Haziran günü ayağa kalkan işçilerin tek tek fabrikalara girip işçileri eyleme katarken bir fabrikada işçilerde tereddüt varsa bunu nasıl aştıklarını anlatmıştı. O günün havası ve ruhu farklıymış. Kiminde kadın işçilerin içerdeki işçileri eyleme çağıran konuşmalar yaptıklarını, kiminde mahalle imamının gelip içerdeki işçilere neden mücadele etmesi gerektiğini anlattığını ve o sayede on binlerce işçinin alanlara büyük bir inançla çıktığını anlattı. Yaşananlar bu topraklarda yaşanmış. Bütün bunları unutmamak gerekiyor.
Kartal’dan bir öğretmen
15 Haziran 2020 - 20:18
Şiirler vardır, tarih yazanların hikâyelerini anlatır. Tarih yazanlar ilham verir şairlere, şiirler yazılır, dilden dile söylenir, nesilden nesile aktarılır. İşçi sınıfının 15-16 Haziran büyük direnişini anlatan şiirler gibi, geçmişi, şanlı mücadeleleri geleceğe taşır. Erol Çankaya’nın Şanlı Haziran şiiri işte bu şiirlerdendir.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Kapitalist sömürü düzenine karşı işçi sınıfı mücadelesini öğrendiğim UİD-DER’in 14. mücadele yılını bir metal işçisi olarak selamlıyorum. Kuruluşunun 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin yıldönümünde olması bir tesadüf değil elbette. Gelenekten geleceğe ilkesiyle yola çıkan UİD-DER saflarında olmaktan mutluluk duyuyorum. 15-16 Haziran ışığında mücadelemiz UİD-DER saflarında devam ediyor. Selam olsun 15-16 Haziranı yaratanlara!
Selam olsun UİD-DER’e!
Gebze’den bir metal işçisi
15 Haziran 2020 - 21:28
bir şarkı söyleyip çoğalmak yığınlarla
çoğalmak ekinlerce ormanlarca sularca
ve direnmek karanlıklara
kafa tutmak korolarla
ey düşleri yaşamlarından büyük barış savaşçıları
haykırıp çıkmak karanlıklardan
toplayın meyvaları açın sofraları bir bir kardeşliklere
süpürün öksüzlüğü yeryüzü sokaklarından
hadin kardeşlerim hadin
silkin meyvaları yeni bayram sabahlarına
doldurun caddeleri ölümsüz adımlarınızla
biraz daha biraz daha biraz daha yükseltin seslerinizi
Yeniden Şaşmak Güneşe, Hasan Hüseyin
Sabah saat 10.00’a doğru Alibeyköy, Eyüp ve Silahtarağa bölgesindeki Sungurlar, Elektro-Metal, Gıslaved ve Türk Demir Döküm işçileri Topkapı’ya doğru yürüyüşe geçti. Direnişin ve iş bırakmanın en uzun sürdüğü fabrikalar bu bölgelerde bulunuyor. Türk Demir döküm ve Sungurlar Kazan Fabrikaları. İşçi eşleri ve çocukları ile mahallelerden komşular da eylemlere katılıyorlar. Pankartları geceden hazırdı. 15-16 Haziran’ın sembol fotoğraflarından biri olan bu kare böyle ortaya çıktı.
Yürüyüşe geçen Gıslaved Lastik fabrikasındaki 1200 işçinin 700’ü kadındı. Yürüyüşün en önünde yer alıyordu beyaz önlükleri ve başörtüleriyle emekçi kadınlar. Daha fabrikadan çıkmadan uğruna mücadele ettikleri taleplerini, örgütlülüklerini ellerinden almak isteyenlere karşı duydukları öfkelerini dile getiren dövizlerini hazırlamışlardı işçiler. Birbirine sımsıkı kenetlenerek birleşe birleşe ilerliyorlardı. Karşılarına çıkan polis ve asker barikatlarını korkusuzca aşıp geçmişler, Eyüp yolunu trafiğe kapatmışlardı. İçlerinde hamile kadınlar bile vardı.
CNN Türk’te yayınlanan Hayatın Tanığı belgeseline konuşan dönemin Lastik-İş Genel Sekreteri Niyazi Kuas ve DİSK eski genel sekreteri Mehmet Atay sınıfımızın kadınlarını gururla anımsıyor…
15 Haziran 2020 - 22:39
Topkapı-Zeytinburnu, Bakırköy ve Çekmece güzergâhındaki fabrikalarda çalışan işçiler ise Londra Asfaltı’nı trafiğe kapatarak, Edirnekapı’da toplanmak üzere yollara dökülüyor. “274-275 Sayılı Yasanın Değişmesini İsteyen Sendikacı Milletvekilleri Sizi Tarih Affetmeyecektir”, “Değiştirilmek İstenen Sendikalar Kanunu ve Meclise Sunulan Teklif Tasarısını Geri Alana Dek Direneceğiz” dövizleri taşıyorlar ellerinde.
Derby Lastik işçileri Bakırköy içinde yürüyüşe geçtiler. Saat 14.30 olduğunda bu sefer Bakırköy Emayetaş fabrikasındaki 500 işçi çıktı fabrikadan. Bakırköy Adliyesinin bulunduğu caddeyi izleyerek Topkapı’ya ineceklerdi. Zabıta çıktı işçilerin karşısına ve dağılmalarını istedi. Bu arada iki işçiyi alıp karakola götürdüler. Ama işçiler arkadaşlarının gözaltına alınmasına izin vermediler ve onları karakoldan geri aldılar.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Sınıfımızın mücadele deneyimi bize cesaret verir, yol gösterir. Tarihte öyle anlar vardır ki etkisi on yıllar boyunca sürer. Sınıf mücadelesi içerisindeki etkisi öylesine güçlü ve sarsıcıdır ki her sınıf bundan payına düşeni muhakkak alır. İşte 15-16 Haziran işçi sınıfının mücadele tarihinde böylesine sarsıcı ve muazzam bir etkiye sahiptir. 15-16 Haziran biz bilinçli işçiler için sınıfımızın mücadele tarihine kazınmış muazzam bir örgütlülüğün ifadesidir. Bu tarihi güne dair izlediğimiz her filmde, her videoda, okuduğumuz her şiirde yüreğimiz kabarır ve sınıfımızın gücünü bir kez daha hissederek daha güçlü sarılırız kavgamıza. Umutla dolar içimiz ve biliriz ki, işçi sınıfı er ya da geç yüz binler olup gene meydanlara akacak ve zalimlerin saltanatı son bulacak.
Tuzla’dan bir kadın işçi
Tekfen, Türk Philips ve Profilo’nun da aralarında bulunduğu fabrikaların işçileri bölgesel yürüyüşler gerçekleştiriyorlar. Saat 17.00’de Topkapı’dan Sağmalcılar yönüne doğru yürüyüşe geçenlerin sayısı hızla artıyor. Zincirlikuyu yönünden yürüyen işçilerin yolu Tekfen Fabrikası önünde polis tarafından kesiliyor. Yürüyüş kolunun önünde yer alan kadın işçiler coplanıyor. Ama işçiler barikatları aşa aşa yürümeye devam ediyor.
15 Haziran 2020 - 23:41
Vilayetin yakınlarında, Babıali’de, ara bir sokakta bulunan Gripin fabrikasında çalışan, Kimya-İş Sendikası’nın işyeri temsilcisi olan Belkıs Kaya, 15 ve 16 Haziran ile bugün arasında bağ kurarak anlatıyor anılarını.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Ben de işçilerin böyle şeyler yaptıklarını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Hele Kemal Türkler’in yaptıklarını öğrenince inanamamıştım. O gün mücadeleci insanlar çok şey yapmışlar. Bu gün de bize gerekli olan bu inanç, dürüstlük, kararlılık ve böyle güçlü örgütler. Zengin Mutfağı filmi de güzel anlatmış, iki sınıf arasındaki farkı da, patronların işçi düşmanı çeteleri nasıl beslediklerini de.
Hasan Hüseyin’in dizelerinde anlattığı gibi, o günlerde havada bir bambaşkalık vardı.
Alttan bakıyorum dünyaya
Taban ağır
Taban sancılı
Taban kızgın
Ve kalabalık
Alttan bakıyorum dünyaya
Bir ilkbahar kokusu ellerin öfkesinde
Toprakta suda havada bir bambaşkalık…
Bir metal işçisi kadın
16 Haziran 2020 - 00:21
El Tutuşa Tutuşa
Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi
Can Yücel
Arçelik fabrikası başta olmak üzere Tuzla, Çayırova civarındaki fabrikalarda çalışan işçiler sabah saatlerinde E-5 yolunu trafiğe kapatarak Gebze yönüne doğru yürüyüşe geçtiler. Yüzlerinde pırıl pırıl bir sevinç var. Nasıl olmasın? Onlar şimdi on binlerce yürek, on binlerce yumruk olarak birleşmişler, tek yürek, tek yumruk olmuşlar. Yan yana büyük adımlarla işçi düşmanlarına karşı yürüyorlar.
Sabah saat 10.00 civarında İzmit ve Gebze fabrikaları da hareketlenmişti. “İşveren Saltanatına Son!” Böyle yazıyordu İzmit şehir merkezine doğru yürüyen işçilerin taşıdığı dövizlerin birinde. Aygaz, Çelik Halat, Rabak, Anadolu Döküm, Türk Kablo, Philips… Yüzlerce işçi, önlerine çıkan fabrikalardaki işçileri de yanlarına alarak binlere ulaşıyor, yoluna öyle devam ediyordu. Nasıl ki ekmek ve su insan için hayati bir ihtiyaçsa, dayanışma da sınıf mücadelesi için öyledir. İşçiler dayanışmayla kenetlenir, kenetlendikçe güçlenirler. Ayağa kalkan işçilerin birbirleriyle nasıl dayanışma içerisinde olduğunu, İzmit Çelik Halat işçisi İlyas Bayrak anlatıyor. Bayrak; bilinçlenen, birleşen ve güçlenen işçilerin neler yapabildiğinin örneklerini sunuyor.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
15-16 Haziran Direnişi işçi sınıfının mücadele ve umut dolu tarihinden önemli bir parçadır. İşçiler biz buradayız diye haykırıyor, sınıf düşmanı olan patronlara adeta meydan okuyordu. Bu meydan okuyuş ve mücadele, işçi sınıfına büyük dersler bıraktı ve adeta bir deniz feneri gibi yolumuzu aydınlatıyor. Selam olsun sana ey görkemli deniz feneri! Geçmişi geleceğe bağlayan UİD-DER’e selam olsun!
Hadımköy’den bir grup genç işçi
16 Haziran 2020 - 01:58
İki yürüyüş kolu oluşmuştu. Birinci kol Sakarya tarafından, ikinci kol ise Gebze’den şehir merkezine doğru akıyordu. Gebze kolunun yolu üzerinde bulunan Pirelli ve Goodyear fabrikalarındaki işçiler ilk gün şube yöneticilerinin engellemesi nedeniyle yürüyüşe katılmamışlardı. Ama ikinci gün, yöneticiler duramadılar işçilerin önünde. Onlar da İzmit’e akan işçi selinin bir parçası oldular. Muazzam bir dayanışma ören işçiler, karşılarına dikilen engelleri aşıp geçtiler. Sümerbank Yarımca Seramik Fabrikası Temsilcisi ve DİSK’e bağlı Serçip-İş Sendikası Başkanı Remzi Çakar’ın tanıklığı da buna ışık tutuyor.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Koskoca bir pencere açılıyor önümüze. Fırtınalı deryaların, uçsuz bucaksız yeşilin, bir çocuk gülümsemesinin sıcaklığı gibi… Güneşin doğuşu gibi açılan bir pencere bu… İçinde neler yok ki! Öyle derin, öyle büyük, öyle insana dair ne varsa… Bu topraklarda “bir şey olmaz” diyenlere tokat gibi bir cevaptır 15-16 Haziran, mücadelenin orta yerinde umudu kuşananlara ise geçmişten bir selam… Geçmişimizin yani geleneğimizin bağlarını bugünün genç ellerine kavratan örgütümüz UİD-DER’e bir kez daha teşekkür ediyoruz. 15-16 Haziran Büyük Direnişimizin 50. Yılını ve mücadele örgütümüz UİD-DER’in 14. Yaşını kıvançla, gururla kutluyoruz!
İstanbul’dan bir işçi
16 Haziran 2020 - 03:24
15 Haziran günü işçilerin sergilediği kararlılık, ortaya koyduğu eylemler İstanbul’u hareketlendirmişti. Herkes DİSK’ten gelecek açıklamayı bekliyordu. Bu durum Derinden Gelen Kökler’de şöyle anlatılıyor:
Direnişle ilgili ilk bilgiler sendikalardan, bölgelerden ve fabrikalardan DİSK Genel Merkezi’ne iletildikten sonra, yönetim bir basın açıklaması yapma kararı aldı. Babıâli’deki gazetelere kısa sürede iletilen basın açıklamasında Türkler şöyle diyordu: “Biz devrimci sendikalar olarak bu tasarıların özelliklerini işçilere anlattık. Bunun üzerine işçiler, bu tasarılar hükümetçe geri alınıncaya kadar direneceklerini belirtmişlerdir. Şu ana kadar aldığımız haberlere göre çeşitli illerin 115 işyerinde işçiler fiilen işi bırakmak suretiyle direnişe geçmişlerdir.”
DİSK Ajansı’nın bildirisinde direnişin tasarılar geri alınıncaya kadar süreceği vurgulanmış ancak bunun işçilerin eğilim ve kararlarıyla olacağı belirtilmişti. Bildiride toplu sözleşme yetkisinin belirlenmesi konusunda en uygun yöntemin referandum olduğu da anlatılıyordu.
Cumhuriyet gazetesi “70 Bin İşçi Direnişe Geçti” manşetiyle çıkarken; Milliyet, DİSK “Direnişe Geçti” manşeti atmış ve tüm ön sayfayı işçilerin eylemine ayırmıştı. Manşetin hemen sağında; “Asker Barikatı Yarıldı” başlığı dikkat çekiyor. Vatan gazetesi, “DİSK’e Bağlı Sendikalar Protesto Direnişine Geçti manşeti atmıştı. Ama özellikle Adalet Partisine yakın duran Tercüman gibi gazeteler, işçilerin eylemini karalıyordu.
16 Haziran 2020 - 03:47
15 Haziran günü başlayan direniş daha başlangıçtı. O gün üretimi durdurarak fabrikalarında eylem yapan işçilerin tamamı ertesi gün yürüyüşe katılacaktı. Asıl büyük yürüyüş 16 Haziran günü olacak, işçilerin sayısı 70 binden 150 bine çıkacaktı.
UİD-DER Müzik Topluluğu’nun 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişini anlatan Haziran Türküsü’ne kulak verelim. Bu türkü “İşçiler birleşince dayanmaz setler buna” diyor ve işçileri hak yiyenlere, zalimlere, açgözlülere karşı Haziranın coşkusuyla kavga vermeye çağırıyor.
UİD-DER’li işçiler: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Bizler tarihimizi öğrendikçe bilinçleniyor, mücadelelerimizi gördükçe gururlanıyoruz. 15-16 Haziran Direnişi bizlere sınıf tarihimizi öğrenmemiz ve o tarihten dersler çıkarıp mücadelemizi kararlılıkla yürütmemiz gerektiğini söylüyor. 1960’ların grevleri, sendikal mücadeleleri ve Haziran 1970’te Büyük İşçi Direnişi ile taçlanan örgütlülüğüne sahip çıkma kavgası... Ve 2000’lerde aynı mücadelenin, aynı kavganın tohumlarından filizlenen yeni bir direniş alanı olan UİD-DER! Selam olsun gücümüzü meydanlara taşıyan 15-16 Haziran direnişçilerine! Selam olsun bu gücü geleneğinde yaşatan UİD-DER’li işçi kardeşlerimize
Esenyurt’tan bir grup öğrenci
16 Haziran 2020 - 11:09
DİSK yönetimi 16 Haziran sabahının erken saatlerinde bir bülten hazırlayarak tüm işyerlerine ve basın kuruluşlarına gönderdi. Bülteninde gelişmeleri özetleyen DİSK, işçi sınıfının ortaya koyduğu iradeyi ve direnişi sahipleniyordu. Yapılan açıklamadan bir bölüm şöyleydi;
“Her sosyal olay doğuş nedenleri incelenerek çözümlenebilir. Anayasayı çiğneyen hükümlerle iş hayatında faşist bir dikta kurmaya çalışanlar önce kendilerini Anayasa hizasına getirmelidirler. Eğer şikâyet ettikleri bir durum varsa bunun çözümü Anayasaya aykırı yolda gidenlerin akıllarını başlarına almaları ile mümkündür. DİSK etrafında birleşmiş devrimci işçilerin mücadelesi Anayasanın sınırlarını çizdiği demokratik düzen içindir. Olayları kendi gelişme seyri içinde değerlendiremeyenler hatalarını er geç anlayacaklardır. İsteğimiz Anayasaya yüzde yüz aykırı olan tadil tasarılarının geri alınmasıdır.”
Omuz omuza vermiş, neşeli ve sınıfının gücünün farkında bir grup işçiye bakıyoruz. İnancın sembolü sıkılı yumruklar göğe kalkmış. Solda bir işçi, arkadaşının omzuna dayamış başını, bir diğeri ise bir gazete kaldırmış gururla, Maden-İş gazetesini… Kimi işçilerin TDD şapkaları taktığını görüyoruz. Belli ki ağırlıklı olarak Türk Demir Döküm fabrikasının işçilerine bakıyoruz. 16 Haziran’da da sokaklara dökülecek DİSK’in Maden-İş’li yiğitlerine…
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Biz bir grup genç işçi ve öğrenciyiz. Kapitalizm biz gençlere dört bir yandan saldırmaya devam ediyor. Bizlere bir gelecek vaat etmeyen kapitalizm, gençleri hayatın her alanında umutsuzluğa sürüklüyor. Fakat biz UİD-DER’de örgütlü, “Geleceğimiz örgütlü mücadelemizdedir” diyen gençleriz. Bugün de 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yıldönümünde sitemizde yapılan yayın akışıyla tarihimizi öğreniyoruz. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi 50. yılında yolumuza ışık tutuyor. Biz genç işçiler UİD-DER çatısı altında bu direniş ruhunu benimsiyor, örgütleniyor ve bilinçleniyoruz. UİD-DER’e tüm kalbimizle teşekkür ediyoruz. Yaşasın 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi!
Sefaköy’den bir grup genç
16 Haziran 2020 - 12:02
15 Haziran günü kadınıyla erkeğiyle 70 bin işçinin iş durdurarak sokağa çıkması, polis ve asker barikatlarını korkusuzca yarıp geçmesi o güne kadar görülmemiş bir şeydi. İşçi sınıfının devleşen gücü karşısında egemenler küçülmüştü. İşin aslı işçi sınıfının bu patlaması egemenleri korkutmuştu. Başbakan Süleyman Demirel bir yandan devletin gücünü belirtme gereği duyuyor, diğer yandan işçilere aba altından sopa gösteriyordu. Cumhuriyet, 16 Haziran 1970 tarihli baskısında Demirel’in tehditlerine yer veriyordu: “Devlet, her güçten daha kuvvetlidir. Bu gibi hareketlerin içine girenlerin tahriklere alet olduğu bir gerçektir. Türk devleti, kanunları hâkim kılacak güçtedir. Kanunsuzluğun her çeşidinin bu zamana kadar hakkından geldik, bundan sonra da geleceğiz. Türk kanunlarının tanıdığı haklar istismar edilemez.”
Kanunları keyiflerine göre değiştirenler, işçileri ezmek için kullananlar işçilerin haklarını aramasının kanunsuzluk olduğunu söyleyedursun, işçiler, işçi düşmanı kanunlara geçit vermeyecekti. 16 Haziran sabahı itibariyle tüm işçi bölgeleri harekete geçmişti, dalga büyüyordu.
Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel
Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak
Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak
Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel
İşçi Marşı, Can Yücel
16 Haziran 2020 - 12:58
16 Haziran günü İstanbul ve İzmit’te sabahın erken saatlerinde fabrikalarına gelen işçiler kartlarını bastılar fakat işbaşı yapmadılar. Temsilciler gelişmeler üzerine değerlendirmeler yapıyor, yürüyüş güzergâhları üzerine kafa yoruyordu. Fabrikaların bahçelerinde toplanan işçiler ise temsilcilerinden gelecek hareket çağrısını bekliyordu.
Güneş doğmuş, işçilerin ayak bastığı asfalt ısınmaya başlamıştı. İşçiler günebakan çiçekleri gibi yüzlerini güneşe dönmüş gülümsüyorlar. Kimisi birbiriyle şakalaşıyor, kimisi sigarasından bir nefes çekiyor. Kimisi ise gözlerini kamaştıran güneş ışıklarına ellerini siper etmiş… Bize bakıyorlar. Geleceğe selam gönderiyorlar, selamlarını karşılıksız bırakmayalım.
Kimileri yere çömelmiş, kimileri ayakta… Arkada bir işçi grubu ise onlara doğru yürüyor emin adımlarla. Adımlarını heyecanla atıyorlar, içleri kıpır kıpır, büyük bir gün başlıyor. Ön sırada oturan işçiler, ellerini birbirlerinin omuzuna koymuşlar. Dost omuz başlarını omuzlarının yanında duyup, yürekten gülerek bekliyorlar. Birlik olmanın gücüne güvendikleri ise her hallerinden belli! Uzel işçileri, sınıf tarihimizde açtıkları unutulmaz sayfaya not düşmeye devam edeceklerdi gün boyunca.
Dikkatler pankartın hemen önünde duran ve sağ elini havaya kaldıran işçiye kesilmiş. O ise fotoğrafçının deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdiği sırada, slogan attırmaya başlıyor belli ki. Kim bilir belki de o gün, o fabrika önünde atılan son slogandı bu. Bildiğimiz bir şey var ki kalk borusunu duyan işçiler kahramanca eylemlerine kaldığı yerden devam edeceklerdi birazdan…
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
1963 şanlı Kavel Direnişiyle ivme kazanan sınıf mücadelesini zayıflatmak için, DİSK ve işçi sınıfımızı sindirmek isteyen egemenler Meclise yasa teklifi sunmuştu. İşte böyle bir zamanda, DİSK’e, haklarına ve birbirine sahip çıkan Türkiye işçi sınıfının gerçekleştirdiği isyanın adıdır 15-16 Haziran. Bizlere bu mirası bırakan, tüm emekçileri saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum. İşçi sınıfının varlığını, yıllardır derin uykular içinde avutulduğumuzu, bizleri iliklerine kadar sömüren bir düzenin içinde yaşadığımızı biz metal işçilerine öğreten UİD-DER’e selam olsun! Motorları maviliklere sürecekleri bir dünyayı, sınıf dayanışmasını ve mücadelemizi yükselterek çocuklarımıza miras bırakabileceğiz. Gelecek güzel günlerin umudunun büyümesinde ve gelişmesinde bize yol gösteren UİD DER’in 14. mücadele yılını kutlarım.
Gebze’den bir metal işçisi
16 Haziran 2020 - 13:35
İstanbul Avrupa Yakasında İstinye, Paşabahçe, Gültepe, Levent, Silahtar, Kâğıthane, Eyüp, Topçular, Atışalanı, Maltepe, Topkapı, Bayrampaşa, Bakırköy’deki işyerleri birer birer yollara aktı. İstanbul Anadolu Yakası’nda Üsküdar, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla ve Çayırova yörelerindeki işçiler de yürüyüşe geçti.
İstanbul’un her iki yakasında üçer ana yürüyüş kolu oluşturulmuştu. Çeşitli bölgelerden işçiler, aynı vücudun kılcal damarları gibi bu ana yürüyüş damarlarına akıyordu. İstikamet Taksim ve Kadıköy’dü! İşçiler seslerini, kararlılıklarını ve taleplerini daha fazla insana duyurmak için yüzlerini şehrin merkezine dönecekti.
Yüzlerini şehrin merkezindeki emekçilere dönmekle kalmamışlar, bu anın ölümsüzleşmesiyle bizlere, yarım asır sonrasına da bakıyorlar. O güne dek bir böcek kadar değersiz görülüp aşağılanan bu işçiler, ilk kez bir bütün halinde kükremiş ve patronlar bu kükremeyle sarsılmışlardı. Düne kadar fabrikada itilip kakılan, süklüm püklüm işçi, o günlerde yumruğu sıkılı, öfkesi gürbüz, yiğit bir savaşçı olmuştu.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Ne Mutlu UİD-DER Saflarında Mücadeleyi Büyütenlere! Biz UİD-DER’li kadın, erkek, genç işçileriz. Aramızda uzun yıllardır UİD-DER saflarında mücadelenin içinde olanlarımız da var, saflarımıza yeni katılanlar da… Hepimiz aynı duygularla, aynı coşkuyla selamlıyoruz örgütümüzün 14. mücadele yılını! Sorgulamayı, tartışmayı, dostluğu, paylaşmayı, dayanışmayı, kardeşliği ve en önemlisi mücadeleyi biz UİD-DER’de öğrendik. UİD-DER’in öğrettikleriyle tutunduk hayata ve mücadeleye. Biliyoruz ki, nerede olursa olsun bütün UİD-DER’liler ortak bir bilince ve anlayışa sahipler. Bütün UİD-DER’liler aynı hamurdan pişirilmiş ekmekler gibi birbirine benzer. Hayır, bu tek tiplilik değil… Her bireyin sahip olduğu yetenek ve içsel zenginliğin UİD-DER’in mücadele anlayışıyla yoğrulmasının sonucu bu… İnanıyoruz ki, işçi sınıfı sınıfsız bir dünyanın kapılarını açana dek UİD-DER bugünün ve geleceğin işçi kuşaklarına yol göstermeye, mücadeleyi ilmek ilmek örerek büyütmeye devam edecek. Böyle bir örgütlülüğün içinde olmanın yüklediği sorumlulukları unutmadan, inançla, sabırla mücadeleyi ve UİD-DER saflarını büyütmeye söz veriyoruz. Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz! UİD-DER Yürüyor, Mücadele Büyüyor!
Sancaktepe’den bir grup işçi
16 Haziran 2020 - 14:23
En önemli işçi havzalarından biri olan Haliç’te Demir Döküm, Sungurlar, Elektrometal, Rabak, Gislaved gibi dönemin çetin mücadelelerinin verildiği fabrikaların işçileri bir yürüyüş kolu oluşturmuştu.
Metal, ilaç ve gıda işçilerinin yoğun olduğu Topkapı bölgesinde toplanan yürüyüş kolu, hedefini Beyazıt, Cağaloğlu, Eminönü üzerinden Taksim olarak belirlemişti. Auer, Uzel, Emeyataş, İbrahim Ethem Ulagay İlaç fabrikalarının işçileri bu kolun ana gövdesini oluşturuyordu.
Kadınlar… İşçi sınıfımızın kadınları… Nasıl ki tezgâh başlarında erkek sınıf kardeşleriyle birlikte ürettilerse, birlikte mücadele edip önlerine dikilen barikatları da birlikte aştılar. Anaydılar… Eştiler… Kardeştiler… Hepsinden öte üretendiler, işçiydiler… Onlardan biri, İbrahim Ethem İlaç Fabrikası İşçi Temsilcisi Nurten Arıcan “dün gibi…” diyerek anlatıyor.
Süleyman Hocamız anlatıyor: “Kızlarımız en öndeydi!”
Görüntüler, 2004 yılında Birleşik Metal-İş Sendikası ile İşçi Öz-Eğitim Gruplarının birlikte düzenlendiği 15-16 Haziran Genel Direnişi konulu etkinlikten. Çeşitli direnişlerden gelen ve İşçi Öz-Eğitim Gruplarını oluşturan işçiler, daha sonra UİD-DER’in kurulmasına omuz vereceklerdi.
Sahnede 15-16 Haziran Genel Direnişini yaşamış ve yıllarını sınıf mücadelesine adamış Maden-İş Eğitim Dairesi Müdürü Süleyman Üstün Hocamız yer alıyor. “Örgütlüysek Her Şeyiz, Örgütsüzsek Hiçbir Şey!” pankartının hemen yanında, işçi sınıfının örgütlendiğinde nasıl devleştiğini gösteren 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişini anlatıyor. İlerlemiş yaşına rağmen, tüm canlılığı ve heyecanıyla yeniden yaşıyor mücadele dolu o günleri, coşkuyla anlatıyor. İbrahim Ethem İlaç Fabrikası İşçi Temsilcisi Nurten Arıcan’ın hikâyesini büyük bir dikkatle dinliyor salon. Hocamız, Nurten bacısının anısına işçilerden çocuklarının adını Nurten koymasını istiyor.
16 Haziran 2020 - 15:18
Yüreklerin tanklardan büyük olduğu günler
15-16 Haziran 1970’te, yani Büyük İşçi Direnişi’nde sadece işçiler yürümedi! Öğrenci gençlik de işçi sınıfının yükselttiği mücadelenin yakıcı rüzgârına gönlünü kaptırmış, adeta büyülenmişti. Topkapı güzergâhından gelen işçiler, asker barikatlarını aşa aşa Beyazıt’a doğru ilerliyor. Hedef Eminönü’ne inip oradan Taksim’e çıkmak… Kortej dalgası Şehzadebaşı’ndan Beyazıt’a doğru ilerlediğinde, slogan sesleri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin duvarlarında yankılanıyor ve öğrencilere ulaşıyordu. Bir üniversite öğrencisi olan Kemal Yalçın “yüreklerin tanklardan büyük olduğu” o günlere götürüyor:
İstinye’den, şanlı Kavel’den çıkan işçiler ise kimi fabrikalardan ve tersanelerden çıkan kardeşlerinin de eklenmesiyle Levent’e doğru yürüyordu. Orada önce Profilo, Philips gibi güçlü örgütlülüklerin bulunduğu işçi grubuyla kucaklaşıp Taksim’e çıkmak istiyorlardı. Kağıthane, Maslak, İstinye, Beşiktaş, Şişli, Mecidiyeköy’den işçiler de onlarla buluşmak için hareket etmişti. Asker barikatları, tehditler, küfürler, saldırılar… Engeller aşılıp geçildi. Philips işçi temsilcisi Ekrem Kandemir o günlerde yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
16 Haziran 2020 - 15:44
Anadolu yakasındaki ikinci yürüyüş kolunu Maden-İş üyesi Otosan Fabrikası işçileri oluşturmuştu. Onlara başkaları eklendi ve Ankara Asfaltı’ndan (E5) Üsküdar yönüne doğru harekete geçtiler.
ECA, Tekel, Singer ve Vinylex gibi sahil tarafındaki fabrikaların işçilerinin oluşturduğu yürüyüş kolu Bağdat Caddesi’nden Kadıköy’e ilerleyecekti.
Ana kollardan bir diğeri ise başta Arçelik ve Doğu Galvaniz olmak üzere Ankara Asfaltı’nın üzerindeki fabrikaların işçileri oluşturuyordu. Bu işçiler de yönleri Kadıköy’e dönük olarak yürüyorlardı.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
15-16 Haziran 1970 işçi sınıfının tek yumruk olup patronlara kök söktürdüğü bir tarihtir. Ama bu tarihin bir önemi daha var. O da işçi sınıfının bağrında doğup büyüyen, işçilerin mücadele örgütü UİD-DER’in kuruluş tarihi. UİD-DER 15-16 Haziran direnişçilerinin mücadelesine sahip çıkıyor, o mücadele ruhuyla kavgaya atılıyor ve bu ruhu tek tek bütün işçilere taşımak için var gücüyle çalışıyor. Ne mutlu ki, bugün ben de bu ruhu taşıyorum, ne mutlu ki UİD-DER çatısı altında öğreniyorum, örgütleniyorum, mücadele ediyorum. Derler ya anlatılmaz yaşanır diye, bu gurur işte öyle bir şey, kesinlikle anlatılmaz. Yaşaması ise tarifsiz. Bu yüzden diyorum ki, hey işçi kardeş gel ve bu gururu yaşa. Geçmişten geleceğe bağlanan bu onurlu yolda bizimle yürü. Selam olsun 15-16 Haziranları yaratan şanlı işçi sınıfına! Selam olsun mücadele yolumuza ışık tutanlara, kavgayı geleceğe taşıyanlara!
Tuzla’dan işsiz bir işçi
16 Haziran 2020 - 16:17
İzmit
Gebze, Derince, Yarımca (Körfez), Hereke, Dilovası ve Köseköy’deki işçilerin kulağı ise İstanbul’dan gelecek haberdeydi. Hareketin başladığı duyulunca bu bölgelerdeki işçilerin bir bölümü İstanbul’a, bir bölümü de İzmit merkezine doğru yola koyulmuştu. Bir önceki güne göre daha geniş katılımlarla fabrikalardan çıkacak ve yürüyeceklerdi.
İkinci gün eylemler çok daha kitleselleşmişti ve bunun bugünün işçi kuşaklarına örnek olacak sebepleri vardı. Elbette ilk günkü eylemler tüm sanayi havzalarında, fabrikalarda yankısını bulmuş ve doğal olarak ertesi gün için muazzam bir çekim oluşturmuştu. Yollara dökülen işçiler 16 Haziran’da da yürüyüş güzergâhlarındaki fabrikaların önünde yaptıkları çağrılarla işçi kardeşlerini haklı davalarına katmışlardı.
Fakat kimi fabrikaların temsilcileri ve öncü işçiler rehavete kapılmayıp geceyi yürüyüşe katılmayan, özellikle Türk-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda geçirmişti. Orada sabahlayıp işçi arkadaşlarını ikna etmişlerdi. Neticede 15 Haziran günü 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçiyle başlayan eylemler, 16 Haziran günü 200’e yakın fabrikayı ve 150 bine yakın işçiyi kucaklayacaktı.
Önde gencecik bir işçiyi görüyoruz. Kamerayı fark etmiş olacak ki elindeki dövizi yukarı kaldırmış, sınıfının sel olup meydanlara akmasının verdiği güvenle meydan okuyor! Arkada, fabrikaya doğru açılan pankartlarda ise “Patronlar Sendika Seçme Hürriyetimizi Yok Edemezsiniz” ve “Üç Aylık Ücretleri İçin Direnen Günterm İşçileri” yazıyor. Onlar DİSK üyesi değillerdi fakat “bu kavga benim değil” dememişlerdi.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
15-16 Haziran’da mücadele ve başkaldırı var. Uyanan ve ellerinin hünerleriyle yenilenen, kendi çıkarları doğrultusunda örgütlendikçe büyüyen bir işçi sınıfı var. 15-16 Haziran’da dünyanın sesine ses katan devrimci bir haykırış var. İşçi sınıfının gücünü gösteren büyük bir umut var. Ve 15-16 Haziran’da yeni umutların hazırlığı, yeni umutların mücadelesi var. Yaşasın 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi! Yaşasın UİD-DER!
Esenyurt’tan bir grup işçi ve öğrenci
16 Haziran 2020 - 17:57
Hünerli elleri itaatkâr olsun isteyen sömürücü efendilere karşı yollara düşen genç işçilere bakıyoruz. Sanki yarım asır sonrasına, sanki bugünlere sesleniyorlar. Yürek dolusu selamlarıyla bakıyorlar bizlere… Bizden de onlara selam olsun! Fotoğrafın en önündeki çocukların coşkusu sarıp sarmalıyor bizi. Geri durmak yok kavgadan demişler belli ki… Gururla anlatacaklardı kendi çocuklarına, o şanlı çocukluk günlerini.
Elinde sopası, ağzının köşesinde cigarası ve koluna girdiği sınıf kardeşiyle objektife poz veren beyaz gömlekli delikanlı, sadece fotoğrafın değil kavganın da tam ortasında. Evlerin balkonlarından bu işçi nehrini seyre durmuş analar, babalar, çocuklar… Tarih yazanların şahidiydi onlar! Sağda, solda etrafa bakınan çocuklar olanı biteni anlamaya çalışa dursunlar, anaları ve babaları onlara en güzel mirası bırakıyorlardı işte o anlarda.
Sabahın ilk ışıklarıyla fabrikalarından akan işçilerden koca ağacın gölgesinde soluklanıyor kimisi. Uzun yoldan geldiler, daha yürünecek çok yol var. En önde bir kadın kucağında bir çocuk taşıyor, minik kardeşimiz tarihi bir ana tanıklık ediyor. İşçilerden kimisi yorgunluğunu unutup kadraja gülümsemiş. O gün orada olmanın haklı gururunu kuşanmışlar. Gece boyu fabrikalarda, marangoz atölyelerinde hazırlanan pankartlar, kalabalığın ağzı dili olmuş sanki; “Süleyman Başvekil, İşçiler Aç Sefil!”, “274 ve 275 Sayılı Kanun Değişmeyecek!”
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Çocukluğumdan bu yana çalışan genç bir işçiyim. Çeşitli fabrikalarda çalıştım, çalışmaya da devam ediyorum. UİD-DER ile tanışana kadar hiçbir hakkımın farkında değildim. Babam da bir işçi ama beni işçilik konusunda hiç bilinçlendirmedi. Ben UİD-DER’in çalışmalarına katıldıkça, İşçi Dayanışması gazetesini okudukça birçok hakkımı öğrendim. 15-16 Haziran büyük işçi direnişini de ilk defa UİD-DER’li sendika temsilcimizin fabrika panosuna astığı afişte görmüştüm. Sendika temsilcimize bu afişin anlamını sorduğumda temsilcimiz bana 15-16 Haziran direnişinin Türkiye işçi sınıfı hareketinde hem bir dönüm noktası hem de doruk noktası olduğunu anlattı. Bu kadarı bile beni çok etkilemişti. Daha sonra UİD-DER’in 15-16 Haziran etkinliğine katıldığımda ve İşçi Dayanışması gazetesinden bu konuyla ilgili yazıları okuduğumda sınıfım adına içim gururla doldu. Her şeyi öğren, hiçbir şeyi unutma! İşte UİD-DER bana bunu öğretti.
Tuzla’dan genç bir işçi
16 Haziran 2020 - 18:26
Fotoğraflar siyah beyaz olsa da 16 Haziran’ın rengi kızıl. Kavganın ateşini yansıtan bir kızıl! Ağaçların arasında uzayıp giden toprak yolun üstünde bir işçi kolu… Binlerce işçinin adımlarıyla inleyen yoldan tozlar yükseliyor. Haziranın kavurucu güneşi tepeye çıkmış olmalı ki şapka yapmak için gazete bulamayan işçiler ağaç dallarına sarılmışlar. Kadın işçiler ise üzerinde önlükleriyle katılmışlar yürüyüşe. “Bacılar, gardaşlar, birlikte yürüyelim, sendikalarımızı koruyalım!” haykırışını yanıtsız bırakabilirler miydi? Hep birlikte yürünecekti, gayrı durmak olmazdı.
Sınıf kardeşiyle kol kola girip mücadeleye hazırlanmanın heyecanı… Ayağında terlikleriyle yürüyen kadın işçi en önde yerini almış. Belli ki “hadi” denince coşkuyla yerini almış kortejde. Arkasında ise kol kola giren ve kenetlenen, safları sıklaştıran sınıf kardeşleri... Yırtık ayakkabılarıyla işçi çocuklar da var aralarında. Telaşlı işçi çocukları emek mücadelesinin suladığı taze fidanlar gibiler.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Ne mutlu ki bize, bir işçi mücadele örgütümüz var. Patronlar sınıfı karşısında yalnız olmadığımızı, haklarımıza dönük saldırılara sessiz kalmayacağımızı biliyoruz. Biliyoruz çünkü örgütümüz UİD-DER kurulduğu günden bu yana, işyerlerinde yaşadığımız çeşitli sorunları aşmak konusunda bizlere yol gösterdi. Fabrikada, işçiler arasındaki birliğin kurulması için, sendikal örgütlenmelerde öncülük etti. Yaşadığımız grev ve direnişlerde yanımızda olmakla kalmayıp, sınıfımızın geçmiş geleneğinin derslerini bizlere taşıyarak köprü oldu. Ekonomik, demokratik, siyasal, toplumsal meselelerin de takipçisi olup, sınıfsal bilincimizin gelişmesini sağladı. 15-16 Haziran Genel Direnişinin yıldönümünde kurulan işçi derneğimizin 14. yılı kutlu olsun. Böyle bir işçi örgütünü var edenlere sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Yaşasın İşçi Derneğimiz UİD-DER! Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
Gebze’den bir metal işçisi
16 Haziran 2020 - 18:55
Sen de Orada mıydın?
Sen de var mıydın o kavgada
Sen de orada mıydın?
Vurulup düşenleri yerden kaldırırken
Omuz omuza yürürken
Bir yaraya merhem olurken
Sen de orada mıydın?
Karşılıksız, içten ekmeğimizi paylaşırken
Ve ekmek için birlikte ter dökerken
Sen de orada mıydın?
Çocuklar özgürlük ve eşitlik türküleri söylerken
Ve o günler için kavga verirken
Bütün çocukların öz evladımız gibi başını okşarken
Sen de orada mıydın?
Sefaköy’den bir işçi
Hükümet ve patronlar 16 Haziranda işçilerin karşısına bu kez orduyu da çıkarmaya karar vermişti. Saat 12’de keşif uçakları işçi topluluklarının üstünde uçmaya başlamıştı. 100’e yakın tank ve ağır zırhlı araç kışlalardan çıkıp İstanbul’un şehir içine girmişti. İstanbul’un çeşitli noktalarına askeri birlikler konuşlandırılmış, barikatlar kurulmuştu.
Engeller büyüktü, engeller sıra sıraydı. Fakat bir kez aşılmıştı korku duvarları, tereddütler yerini çoktan kararlılığa bırakmıştı. İşçilerin gözü asker-polis barikatlarını görecek durumda değildi. Ne uçakları gördü gözleri, ne de süngü takılmış silahları… Bir nehrin kolları gibi birleşmişti işçiler… Önlerine dikilen tüm engelleri birer birer aşacak ve dar edeceklerdi patronlara İstanbul’u…
Avrupa yakasındaki İstinye ve Levent kolları Tekfen fabrikasının önünde buluşmuştu, binlerce kişilik yürüyüş kolunun önü polis tarafından kesildi. En önde bulunan işçi kadınlar polisin ilk saldırısına maruz kaldılar. Polisin coplarla saldırısına işçiler birkaç dakikalık bir direnişle karşılık vermişler ve polisi geri püskürtmüşlerdi.
Levent’teki çatışmalardan bir kareye bakıyoruz. Yaşlı yüzler, genç yüzler hatta çocuk yüzler… Kadınlar, erkekler… Yüzlerdeki çizgiler ve hatlar farklı ancak gözler aynı bakıyor. En önde beyaz çatkılı kadın işçiler, aralarda elinde kuru bir dalla hedefe bakan gencecik bir fidan. Barikatı aşmak için yüklenmişler hep beraber, aşacaklar da!
16 Haziran 2020 - 20:27
Bakırköy, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa ve Eyüp’ten gelen işçiler, Topkapı’da kalabalık bir işçi grubuyla buluşmuştu. Aksaray, Beyazıt yolunu izleyerek Saraçhanedeki Belediye binası önüne geldiler. Yol boyunca önlerine barikatlar çıkmıştı, yarıp geçmişlerdi. Belediye binası önünde bir gösteri yapıp valiliğe doğru yöneldiler. Sırada tanklar vardı... Valilik yolunun tanklarla, zırhlı araçlarla kapatılmış olması da kâr etmedi. Tankların üzerinden aştılar, valiliğe ulaştılar. Burada da bir süre protesto gösterisi yapan işçiler Taksim’e yöneldi.
Sermaye sınıfı öylesine korkmuştu ki bu öfke selini durduramayacağını anlayınca işçilerin Taksim’de tek vücut haline gelmesini önlemek için çareler aradılar. Nihayetinde vapur seferleri kaldırılacak, Haliç’in iki yakasını bağlayan Unkapanı ve Galata Köprüleri açılıp yaya trafiğine kapatılacaktı.
Ertesi gün Cumhuriyet gazetesindeki haberinde o anları şöyle anlatacaktı Selahattin Güler; “Bir anda sahillerin birbirleri ile olan bağları kopuvermişti. Köprüler açılmış, gemiler, motorlar ve sahiller alargaya çekilmişti. Bütün yolcu vapurları ve araba vapurları seferden kaldırıldı. Polis yetkilileri, köprülerin açılışından sonra işçilerin motor ve sandallarla karşıya geçmek istemelerinden çekiniyordu. Polis motorları sahilleri tarayıp megafonla şu ihtarları yapıyorlardı: «İskelelerden bütün deniz araçlarını çekin. Hiçbir tekne sahile yanaşmayacak. Derhal sahil ve iskeleleri terk edin!»”
15-16 Haziran: TANIKLIK
Bakın bu fotoğraf ne anlatıyor bize? 16 Haziran 1970 sabahında sizce ne için toplanmış bu kadar kalabalık? Neden herkes kayığa binme telaşı içerisinde? Birkaç saat sonra kavga kızışacak ve çıkarılacak ceketler. Kürekler o heybetli kollarla çekiliyor. Fındıkkabuğundan bozma kayıklar üçerli beşerli taşıyor sınıfın yiğitlerini. Öyle hanım evladı zengin bebeler gibi değil ha! İşçi biliyor artık o koca deryayı, bileniyor her dalga vuruşunda ve ilerliyor kayıklar, palalar suya dalıp çıkıyor. Onlarca tekne ahenk içerisinde salınıyor, bir tanesi çatmıyor omuzlarını omuzlarına. Arkalarında o koca şehir İstanbul, tanıklık ediyor kavgaya.
Fındıkkabuğundan bozma teknelerle,
O eşsiz maviliğin derinliğine dalmak,
Fışır fışır köpüren su sesini duymak değil!
Kızların rüzgârda savrulan,
yanaklara değen deniz kokusu,
üçerli beşerli yürüyor tekneler,
sahil tıka basa insan yüklü,
köprüyü açmışlar bakın!
Yürütmeyeceklermiş işçiyi!
Hey! Beni de alın diye sesleniyor biri,
palalar kalkıyor
iniyor suya,
sınıfın yiğitleri çekiyor kürekleri,
güçlü kollarıyla,
Öyle hanım evladı züppeler
gibi değil ama
güçlü kollarıyla.
İşçi biliyor artık o koca deryayı,
bileniyor her dalga vuruşunda,
ve yürüyor kayıklar,
palalar dalıp çıkıyor sudan,
tekneler çatmıyor omuzlarını omuzlarına
sınıfın yiğitleri omuz omuza.
Yıl 1970 aylardan Haziran,
arkada bütün heybetiyle İstanbul.
kentin yaşayan ruhuyla
var edenleri selamlıyor.
Tanıklık ediyor o şanlı işçi direnişine.
Gebze’den bir işçi
16 Haziran 2020 - 21:55
Anadolu yakasında Ankara asfaltı üzerinde toplanan ve Otosan işçilerinin başını çektiği işçilerin önüne defalarca polis ve askerin ortak barikatı çıktı. Günün ilk büyük çatışması burada patlak vermişti. Barikatlardan birinde polis şefi megafonla “Yürüyüş eyleminiz kanunsuzdur. Fabrikalarınıza dönün” diye bağırmış işçilerden ise “Hakkımızı arıyoruz, engel olmayın, açın barikatı!” cevabını almıştı. Açmadılar, işçilere saldırdılar. İşçiler ise ellerindeki sopa ve çubuklarla polisi geri püskürtüp adeta kovaladılar. Karşılarına süngü takan askerler çıktı ama onlar da yürüyüşe engel olamadılar.
Gazeteci Atilla Özsever, o dönemde genç bir subay olarak Fenerbahçe stadı karşısında barikat kuran askeri birliğin komutanıydı. Otosan fabrikası işçileriyle karşı karşıya geldiklerinde 1. Ordu Kurmay Başkanı General Vahit Güneri’nin “ateş” emrini uygulamayan Özsever, anlatımıyla bizleri barikatın öte yanına götürüyor:
Cılız bacaklarıyla bir çocuk koşuşturuyor en önde. İşçilerin gerginliği ise besbelli! Biraz önce bir barikatı aşıp geçmişler, yeni bir engellin üstüne üstüne yürüyorlar şimdi. Önde yüzleri korteje dönük işçiler diğerlerine bir şeyler anlatıyorlar sanki. Sanki “ Dönmek yok gayrı, dağıtmayalım safları” der gibiler… Gözlerini ileriye dikmiş, devam ediyorlar yürümeye. Kalabalığın sonu görünmüyor.
İşçi grubu Üsküdar’a ulaştığında vapurların olmadığını görünce Beykoz’a doğru yürüyüşe devam ettiler. Amaçları Paşabahçe’deki ve Beykoz’daki işçileri de yürüyüşe katmaktı. Beylerbeyi Sarayı altındaki tünelin kapatılması nedeniyle bu grup geri dönmek zorunda kaldı.
Gebze, Çayırova, Tuzla, Pendik istikametinden gelen işçiler ise o gün yürüyüş güzergâhı olarak kendilerine Bağdat Caddesi’ni seçmişlerdi. Yol üstündeki tüm fabrikalar boşalıyor ve bu ırmağa akıyordu. İşçiler muazzam bir kitle halinde Kartal’a girdiler.
Bostancı güzergâhında yürüyor işçiler, az önce önlerine dikilen bir barikatı aştılar. Sanki göğüs göğse bir çarpışmadan çıkmamışlar gibi iki yana açılan kollarıyla adeta halaya durmuşlar. Bir engeli aşmanın verdiği gururla anın heyecanına kapılmışlar gülümsüyorlar. Ötelerde “Demirel İstifa” yazılı bir döviz göze çarpıyor.
Elindeki sopayı yukarı kaldıran en öndeki işçi belli ki yeni bir slogana hazırlanıyor. Sanki bir orkestra şefi gibi kitleyi yönetiyor. Yürüdükleri asfalt yol onları birazdan Kadıköy’deki sınıf kardeşlerine kavuşturacak. Yüreklerinde patronlara duydukları nefret, arkalarında ise koca bir işçi sınıfı var. 16 Haziranda Bağdat caddesinde yürüyen binlerce işçi sendikalarını kapattırmamaya kararlılar.
Cumhuriyet muhabiri Alaattin Bilgi 16 Haziranla ilgili gözlemlerini haberine şöyle yansıtıyordu: “Bu bir direniş değil eylem idi. Düpedüz bozuk düzene karşı bir işçi eylemiydi bu… Kızgın güneşin altında yaşlısı genci, kızı erkeği, tüm işçiler fabrikalardan işyerlerinden dışarı fırlamış, Türk bayrağını açarak sokağa dökülmüştü. İstanbul, İstanbul olalı böyle bir gün yaşamamıştı. Tüm caddeler ve meydanlar işçilerin ‘Demirel istifa’ ‘Bağımsız Türkiye’, ‘İşçi millet el ele’ sloganları ile çınlıyordu. Binler değil on binler akıyordu caddelerde!”
Evet İstanbul, İstanbul olalı öyle günler yaşamamıştı. İşçi sınıfının bu görkemli şahlanışını gören patronlar ya korkudan kendilerini evlerine kapattılar, ya da derhal İstanbul’u terk etmiş, kaçmışlardı.
16 Haziran 2020 - 22:47
Sen kavgada güzelsin
Şeftali dalında
İstanbul seninle güzel
İstanbul dendi mi İstanbul
Bitmesin Süleymaniyen martıların eksilmesin
İşte merhaba işte yollarındayım
Ne penceremde demir ne kapımda kilit
Bitti yeşilin mavinin derdi
Ekmek parası var şimdi kafamda
Yumruklarım cebimde şimdilik
Çoktan yollara düştü kayışlar bobinler
Sabah karanlığında açtılar kenti
Sesler geliyor fabrikalardan…
Bir rüzgâr geçsin İstanbul’un üstünden
Bacalarda dumanlar eğri büğrü
Maviler gülsün ırıplar gülsün Boğaz’da
Bir de aslanı bağlayalım
Ekmeği ağzında tutan aslanı
Çocuklar gülsün
Bir de biz gülelim caddeler boyunca
Zenginin zalimin gül benzi solsun
İstanbul dediğin İstanbul olsun
İşte Özgürlük, Vedat Türkali
(kısaltılarak alınmıştır)
Tek katlı bir yapının çatısından çekilen bu fotoğrafta ucu bucağı görünmeyen bir başka işçi seli karşılıyor bizleri. Cadde üstündeki evlerden, dükkânlardan insanlar pencerelere fırlamış. Belli ki kimisi ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor kimisi alkışlarla destek oluyor. Ellerindeki sopalarla ilerleyen işçilerin gözleri öfkeyle dolu…
İşçiler Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy’e Fenerbahçe stadının yanına kadar uzun bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yol boyunca apartmanlardan alkış ve istendiğinde su servisleri almışlardı. Fenerbahçe Stadı’nın önüne geldiklerinde polis oradan ileriye bırakmak istemedi. Subaylardan biri bağırıyordu; “Kanunsuzluk bu, çok kan dökülür, gelin konuşalım!” Fakat konuşma vakti çoktan geçmişti, kadın işçiler en öndeydi.
Suadiye’deki barikatları henüz aşmış yürüyüş kolu, Fenerbahçe stadı önüne ulaştı. Bu kez daha kalabalık bir polis-asker grubu vardı karşılarında. Fotoğrafta da görüldüğü üzere silahlarını doğrultmuş geri dönmelerini istiyorlar işçilerden. İşçiler ise “sendikamızı kapattırmayacağız, bırakın geçelim!” diye karşılık veriyorlar.
İşçiler Kadıköy’de yol boyunca polis ve asker barikatlarıyla karşılaşmıştı. Çatışmalar yaşandı ve yaralananlar, ölenler oldu. Ancak barikatlar aşıldı. İşte Yoğurtçu Karakolu’nun önünde yine kesilmiş işçilerin önü. Ancak coşkun selin önünde ne tanklar ne de polis otobüsleri durabiliyor! Öfkeli ve kararlı işçiler için o koca otobüs kuş gibi hafifti o anlarda belli ki…
Yoğurtçu Parkı’nın önündeki ikinci polis barikatı çıkan çatışmadan sonra yine yarılıp geçildi. Polis üç işçi kardeşimizi katletti, ama işçiler mücadeleden geri durmadılar. 200 yaralı verdiler ama zapt ettiler Kadıköy’ü...
17 Haziran 2020 - 00:28
DİSK Genel Merkezi’ne biri sivil, beş subay gelmiş ve DİSK yöneticileriyle 1. Ordu Komutanı Orgeneral Kemalettin Atalay’ın görüşmek istediğini söylemişlerdi. Kemal Nebioğlu şöyle anlatıyordu o görüşmenin ayrıntılarını; “Paşa ile karşılaştığımızda ilk sözü , ‘Yaptığınızı beğendiniz mi?’ oldu. ‘Karışıklıklarda çok ölü ve yaralı var’. Kemal Türkler komutan sözünü bitirirken hemen cevap vermişti: ‘Sorumlusu Adalet Partisi iktidarıdır, Anayasa’yı çiğnemekte sakınca görmeyen Demirel iktidarıdır!’… I. Ordu Komutanının son sözü, ‘Yetkim olsa sizi tutuklattırırdım’ olmuştu”
150 bin işçinin İstanbul’dan Kocaeli’ye kadar kent meydanlarını zapt etmesi, egemenleri paniğe sürüklemişti. Fabrikaların sahipleri korkudan İstanbul’u terk etmiş, hükümeti ve askeri yardıma çağırmışlardı. DİSK 17 Haziranda Taksim’de büyük bir miting yapmaya hazırlanıyordu. Ancak 16 Haziran akşam saatlerinde hükümet Başbakan Demirel’in başkanlığında toplanmış, İstanbul ve Kocaeli’de bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etmişti. DİSK’e yönelik baskıyı artırmak amacıyla, aynı akşam polis sözde arama yapmak üzere DİSK binasına baskın düzenledi. Türkler’in tavrı ve sözleri toktu: Mehmet Atay o gün yaşananları anlatıyor.
16 Hazirandaki eylemlere katılan işçi sayısı, bir önceki günün iki katına çıkarak 150 bini aşmıştı. Adalet Partisi, DİSK yöneticileri üzerindeki baskısını artırıyordu. DİSK yöneticileri Valilikte bir toplantıya çağrılmıştı. O toplantıya ilişkin şöyle konuşuyor Nebioğlu; “İçeride İçişleri Bakanı, Jandarma Genel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü, MİT’ten olduğunu sandığımız bir kişi ile Bölge Çalışma Müdürü vardı: İktidar öfke içinde idi... Görüşme suçlama ile başladı, suçlama ile bitti. DİSK yöneticileri sadece hükümetin İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilânına karar verdiğini öğrendiler. Bakan elinden oyuncağı alınan bir çocuk kadar sinirli idi. «Bu yaptığınız ihtilal provasıdır. Buna hakkınız yok. Ama cezanızı göreceksiniz.»”
İşçiler gösterilerini akşama kadar sürdürdüler ama gün kararırken burjuvazi sıkıyönetim ilan ediyor ve DİSK’e tehditler yağdırmaya devam ediyordu. Bir gün sonra Kemal Türkler ve diğer DİSK yöneticileri gözaltına alınacaktı. 16 Haziran akşamı DİSK’in sükûnete çağırmasının ardından işçiler fabrikalarına geri döndüler. Pek çok fabrikada makineler çalışmayacak, direniş devam edecekti.
17 Haziran 2020 - 01:49
16 Haziran Akşamının Şiiri
15-16 Haziran’a Büyük İşçi Direnişi adı verildi. Bu direniş gerçekten de çok büyük ve görkemli bir eylemdi. Korku duvarları aşılmıştı. İşçiler patronlardan hesap sorma bilinci geliştirmişlerdi. Mücadeleci sendikalarını, öz örgütlerini patronlara ezdirmemek için cüret göstermişlerdi. İşçilerin bu kararlı tutumu patronlara geri adım attırmıştı. Patronların, işçilerin örgütlülüğünü, birliğini dağıtma, dayanışmasını engelleme hevesi kursaklarında kalmıştı. İşçiler 16 Haziran akşamında, iki gün öncesine göre çok şey öğrenmişlerdi.
16 Haziran: Nasırlı ellerin yumruğu
15-16 Haziran 1970, işçilerin yüz bin olup yürüdüğü, tek yumruk olup birleştiği günlerdi. O günlerde işçi sınıfı haksızlıklara karşı öfke dolu bir yürek, sıkılı bir yumruktu. O yumruk burjuvaziye, tüm sömürüye inen nasırlı ellerin yumruğuydu. O yumruk için bir marş yazıldı. UİD-DER Müzik Topluluğu o marşı coşkuyla seslendirdi. İşçi kardeşler, yumruklarımızı sıkarak birlikte söyleyelim marşımızı.
17 Haziran 2020 - 11:20
O günlerden bugünlere akan süreçte, doğal olarak çoğunlukla Büyük İşçi Direnişinin ilk iki günü yani 15 ve 16 Haziran’da yaşananlara odaklanılır. Fakat 17 Haziran ve sonrasında meydana gelenler de dikkatlerden kaçırılmayacak denli önemli ve öğreticidir. İşçi sınıfımız 15-16 Haziran’dan sonra da sermaye cephesinin saldırılarına boyun eğmemiş ve tarih yazmaya devam etmiştir. Fabrikalara dönen işçiler ya işbaşı yapmamış ya da üretimi yavaşlatarak çeşitli biçimlerde direnişi sürdürmüştü. Sıkıyönetim komutanlığı ardı ardına bildiriler yayınlıyor, devam eden gün ve haftalarda hükümet ile Milli Güvenlik Kurulu olağanüstü toplantılar yapıyordu. Bu arada ise, korkuya kapılıp İstanbul’u terk eden patronlar da sıkıyönetim ilan edilmesinden sonra geri dönüyorlardı. Sermaye cephesi saldırıya hazırlanıyordu.
İşçi sınıfı kalkıp yürümüş, bir bütün olarak egemenleri korkutmuştu. Âşık İhsanî ne güzel yazmış:
“Nasırlı elinde gürz gibi kini
Güneş tepesinde kızıl bir sini
Sağır beyinlere ayak sesini
Paslı çivi gibi çaktı yürüdü!
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Büyük İşçi Direnişi, bugünün işçilerine, yani bizlere, işçilerin hangi sendikadan, hangi sektörden, hangi fabrikadan olursa olsun bölünmeden, ayrışmadan bir arada durması gerektiğini anlatıyor. Haksızlıklara ve bunun sorumlularına karşı bir olmamız gerektiğini anlatıyor. Biz işçilerin 15-16 Haziran direnişinden aldığı miras, bu birlikten doğan haklı öfkenin önünde hiçbir barikatın duramayacağıdır. Patronlar sınıfının unutturma girişimlerine inat, petrokimya işçileri olarak 50. yılında 15-16 Haziran Direnişine sahip çıkıyoruz. Nasıl ki işçiler, 1970’te patronlara üretenin ve güçlü olanın kim olduğunu gösterdiyse, bugün de hep birlikte mücadeleye atılacağımız günler yakındır. Buna yürekten inanıyoruz. Karanlığı yırtan 15-16 Haziran direnişinin ruhuyla mücadelemize devam ediyoruz. Selam olsun o yiğit yüreklere!
Gebze’den bir grup petrokimya işçisi
17 Haziran 2020 - 12:07
16 Haziran akşamı sıkıyönetim ilan edilmesini takiben, başta DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler olmak üzere, DİSK’in 21 yöneticisi evlerinden gözaltına alınıp tutuklandı. Egemenler, Türkiye tarihinde ilk kez bir işçi kalkışmasıyla karşı karşıya kalmış ve korktukları sonunda başlarına gelmişti. İşçi sınıfına bedel ödetmek, işçilerin birliğini dağıtmak istiyorlardı. Bu yüzden, DİSK yöneticileriyle birlikte yüzlerce işçi daha tutuklanacaktı. Tutuklanan işçilerin ezici çoğunluğu Derby, Gislaved, Sungurlar, Otosan, Arçelik, Rabak ve Haymak gibi direnişte kilit rol oynayan fabrikaların Maden-İş ve Lastik-İş üyesi öncü işçileriydi. İlerleyen günlerde haklarında halkı isyana teşvik etmek, mala zarar vermek, toplantı ve gösteri yasasını ihlal etmek gibi suçlamalarla davalar açılacaktı.
17 Haziranda gazeteler manşetlerine ağırlıklı olarak sıkıyönetim ilanını taşımışlardı. Sermaye medyası rolünü oynayarak 16 Haziran’ı izleyen günler boyunca işçi sınıfının toplumsal hafızada yarattığı meşruiyeti parçalamak için çabalamıştı. Fakat nafile! Dost yüreklere güçlü bir şekilde nüfuz etmişti 15-16 Haziran, düşmana ise “Biz de varız! Hem koca bir sınıfız, hem de sizden güçlüyüz” demişti.
Üzerinden bir hafta geçmişti ama hâlâ etkisinden çıkamadığını anlatıyordu mesela Sabah gazetesindeki köşesinde, sermayenin kalemlerinden Münevver Ayaşlı; “Hala geçen 16 Haziran Salı gününün tesiri altındayım… Kim bu menfi eller… Bir anda ortalığı yakıp yıkan, memleket millet huzurunu kaçıran lanetlenmiş kimseler.”
Abdi İpekçi soruyor:
- Sizce çalıştığınız işyerinizin kazancı size daha fazla ödemeye müsait mi
- Müsait efendim. Ben de biraz takip ederim. Mesela Milliyet geçen sene bütün işyerlerinin cirosunu, kârını bir liste yapmıştı. Bir de Vehbi Koç’un bir yazısı vardı. Japonya’ya gitmişti, yazı yazmıştı. Onları kesmişim saklıyorum. Ve “bizim Türkiye’nin durumu ne olabilir?” diye yazıları vardı. Türkiye’deki bütün işverenler bugünkü yaşama şartına göre işçilerin hakkını verir de fazlasıyla kendisine kalır. Benim görüşüm bu…
- Aslında bu toplu sözleşme ve grev hakkı, durumunuzu düzeltmeye yardımcı oldu mu, olmadı mı? - Yardımcı oldu tabii ki. Yani işçiliğe başladığımız zaman toplu sözleşme ve grev hakkı var mıydı? O zaman toplu sözleşme falan yoktu… O zaman göz açtırmıyorlardı. İşçiler biraz da cahildi. Şimdi tabii aşağı yukarı işçilerin çoğu bilinçlendi. Bir şeyler biliyor az çok. Kanundan anlıyor, efendim. Ben grev yaparım, hakkımdır benim kanunen. Mahkemeden çıktığı zaman 24 saat mühlet veririm işverene. Anlaşmaya, oturuma gelirse gelir, gelmezse grev yapabilirim.
17 Haziran 2020 - 12:40
17 Haziranda Mecliste sıkıyönetim görüşmeleri gerçekleştirildi. Önce Başbakanlık tezkeresi okundu, sonra kürsüye İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu geldi. Konuşmasına DİSK’i suçlayarak başlayan Menteşoğlu’nun sözleri, DİSK’in o dönem işçi hareketinin gelişiminde ne denli önemli rol oynadığının da kanıtı niteliğindedir.
Menteşoğlu şöyle diyordu: “Muhterem arkadaşlarım, bu teşekkülün, yakın yıllar içinde kanunsuzluğu hepimizin malumudur. 1968 yılında altı fabrikanın işgali DİSK’in eseridir. 1969 yılında gene altı fabrikanın işgali DİSK’in eseridir. 1970 yılında dokuz fabrika DİSK’in teşvik ve tahrikleri ile işgal edilmiştir. Şu halde bu teşekkül ideolojik, sol ideoloji temeline dayanan bir strateji ve taktiği her vesilede istismar yollarına başvurarak gayrimeşru metotlar kullanarak uygulaya gelmiştir.” Bu sermaye sözcüsü işçilerin haklarını aramasını kanunsuzluk sayıyor ama bu arada DİSK’in ne denli mücadeleci bir sendika olduğunu da topluma duyurmuş oluyordu.
Menteşeoğlu, meclisteki vekilleri ve senatörleri tahrik etmek için Kemal Türkler tarafından sarf edilmemiş bir cümleyi söylemiş gibi gösterecekti: “Fabrikaların tahrip edilmesi ve dinamitlenmesi de eylem sırasında düşünülecektir.” Bu sermaye sözcüsü, işçilerin bilincini bulandırmak için yalan söylüyor, iftira atıyordu. Sermaye sözcüleri için dünden bugüne değişen bir şey yok: Dün de yalancıydılar, bugün de!
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
UİD-DER’li kadın işçileriz. Geleneğimizi bugünün genç işçileri olan bizlere taşıyan bir çatının altındayız ve çok şanslıyız. Sınıf tarihimiz o kadar geniş ve gurur verici ki bir kez daha anlıyoruz bulunduğumuz yerin kıymetini. Mücadelenin içinde umudu büyütüyor, güçleniyoruz. Gelenekten alıyoruz gücümüzü, hünerli ellerimizle geleceğe doğru yürüyoruz. İşçilerin birliği için ter akıtanlara ne mutlu! Örgütümüz UİD-DER’e selam olsun, 14. Mücadele yaşı kutlu olsun! Yaşasın 15-16 Haziran Büyük Direnişimiz!
Sefaköy’den bir grup kadın işçi
17 Haziran 2020 - 13:41
17 Haziran sabahı DİSK yöneticilerinin büyük bölümü ya tutuklanmış ya da aranır hale gelmişti. Fakat işçiler 14 Haziran Merter Toplantısında alınan miting kararını uygulamak, Taksim’de buluşmak istiyorlardı. Sıkıyönetim Komutanlığı ise radyolardan üst üste bildiriler yayınlanıyor, işçilerin toplu olarak fabrikalardan çıkması yasaklanıyor ve işbaşı yapılması isteniyordu. Dahası fabrikaların etrafı tanklarla, zırhlı araçlarla, askerlerle çevrilmişti.
İşçiler fabrikalara dönmüştü dönmesine fakat pek çok fabrikada direnişi sürdürme kararı almışlardı. Sıkıyönetimin tüm tehdit ve baskılarına rağmen ortaya konuyordu bu irade. Türk Demir Döküm, Sungurlar, Derby, Elektrometal, Rabak, Auer, Çelik Endüstri, Otosan, Arçelik, Vita… Büyük fabrikalarda çalışan işçiler, 17 Haziranda üretimden gelen güçlerini kullanmaya karar verdiler ve fiili bir grev başlattılar. Makineleri çalıştırmayacak, üretime başlamayacaklardı.
Özellikle Maden-İş’in temsilcileri fabrika fabrika geziyor, genel durum hakkında bilgi topluyor ve kendi fabrikalarında ortaya konan iradeyi genelleştirmek için canla başla didiniyorlardı. Öte yandan fabrikaları tek tek dolaşan sadece işçi temsilcileri değildi, Sıkıyönetim de cadı avına çıkmıştı. Fabrikaları üretime zorla başlatmak ve öncü işçileri tutuklatmak için askeri araçlar, İstanbul ve İzmit’in işçi havzalarında fır dönüyordu.
Otosan Temsilcisi Mehmet Karaca Anlatıyor: “Sıkıyönetim ilan edilmişti. Yürüyüşe gidecektik ama sıkıyönetim bırakmıyor. Biz bahçede toplandık. Fabrikayı tanklarla askerlerle falan çevirmişler bizi salmıyorlar. Dışarı çıkamadık ama çalışmıyoruz da. DİSK yöneticilerinin gözaltına alındığını duyuyoruz. Bizim bölgeyle ( Maden-İş 4. Bölge) irtibatımız da kesildi. Bu arada fabrikaya bir askeri cip girdi. Önünde flaması olan, yüksek rütbeli bir subay flamasıyla birlikte girdi içeriye. O gelen yüksek rütbeli subay herhalde tuğgeneraldi. Yukarıya müdürün odasına çıktı. 5 dakika sonra biz temsilcileri çağırdı. Biz de çıktık ama biz çıkarken general merdivenlerden aşağı iniyordu. Bizi ayaküstü kapıda gördü. “Temsilci siz misiniz?” diye sordu. “Evet, biziz” dedik. Ondan sonra bize diskur çekti. “Çalışacaksınız, çalışmazsanız –bir tepecik vardı, fabrikanın orada binalar yapılıyordu eliyle orayı gösterdi– oradan mitralyözle hepinizi taratırım” dedi. Biz yine çalışmadık.”
İşçiler yasa geri çekilinceye ve tutuklanan sendikacılar serbest bırakılıncaya kadar direnişe devam etme kararı almışlardı. Demir Döküm’ün sendika temsilcisi olan Turgut Alaağaç 15-16 Haziran sonrasına ilişkin tanıklığında; “Hiçbir arkadaşımızın işten atılmaması için garanti istiyorduk” diyordu. 1969 yılındaki direnişten de tanıdıkları, mafya ile ilişkisi olduğu bilinen bir savcının fabrikaya getirildiğinden bahsediyor Alaağaç. Sonrasında yaşananları kendi ağzından dinleyelim: “Savcı bizi tutuklamak için geldiğini söylüyordu. O ara çaycı çocuk çay getirmişti, adı Yakup’tu. İşçilere mesaj götürsün diye onun yanında ‘Sayın Savcı, mademki bizi tutuklayacaksın, bari izin ver evimize gidip, üstümüzü değişelim’ dedim. O da bana cevaben ‘Sizi ibretlik olsun diye böyle götüreceğim’ dedi. Mesajım yerini bulmuştu. Dışarı çıktığımızda işçiler fabrika müdürünün etrafını sararak tükürük yağmuruna tuttular. Üstü başı berbattı, rezil olmuştu. Savcı bizi götürmekten vazgeçti.”
18 Haziran Perşembe günü ayrıca sıkıyönetimin ilân edilmediği İzmir’de de işçiler eylem yaptı. Lastik-İş, Maden-İş ve Gıda-İş’e bağlı bazı işyerlerindeki işçiler iş bırakarak İstanbul ve İzmit’teki direnişi destekledi. Maden-İş’in örgütlü olduğu Etitaş, Ak Döküm, Yumlu Makine, Tariş Tamir Atölyesi, Av Sanayii Atölyesi, Çolakoğlu Çember Fabrikası ve Tokez Yağ Keçeleri Fabrikası işçileri yasa tasarılarının geri alınması için Ankara’ya telgraf çekti. İzmir’deki eylemlere Lastik-İş’ten Nuralp Plastik Eşya, Kent Plastik Sanayii, Güneş Plastik, Yıldız Plastik ve Rençber Plastik Eşya işçileri katıldı. Gıda-İş’in örgütlendiği Tariş Yağ Fabrikası’nda da iş bırakıldı.
Sıkıyönetim Komutanlığı ise, İstanbul ve İzmit’teki pek çok fabrikada sürdürülen direnme iradesini hedef alan bildiriler yayınlıyordu. Bir bildiride şöyle deniyordu:
“Mahdut da olsa bazı işyerlerinde henüz normal çalışma düzenine geçilmediği haber alınmıştır. İşçilerimizin bir an evvel işlerinin başına dönmeleri, işverenlerin de bunu temin etmeleri tavsiye olunur. Kanuni bir sebebe dayanmadan çalışılmayan günler için işverenlerin yevmiye ödemeye zorlanamayacağı aşikârdır. Sebepsiz çalışmayanlar, mani olanlar veya çalışmayanlar hakkında gerekli kanuni işlemlerin ve toplu sözleşme hükümlerinin yürütülmesini bütün ilgililerden rica ederim.”
Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 19 Haziran tarihli 13 sayılı bildirisinde, grev hakkının kullanımı yasaklanmıştı, bir diğer bildiriyle de toplu sözleşme görüşmelerini izne bağladı. 22 Haziran günü askeri birlikler İzsal işçilerinin grev alanına geldi. İzsal grevi, 15-16 Haziran direnişinden önce, Nisan ayında başlamıştı ve direnişten sonra da sürdürülüyordu. Sıkıyönetim görevlileri, grevi kırmak için baskı yapıyor, işçileri üretime zorluyordu.
Ayrıca askeri birliklere 25 metreden daha yakın bir mesafe yaklaşanlara ateş açılması emri verilmişti. Ertesi gün polis Merter’deki DİSK genel merkezinde arama yaptı. 20 Haziranda Maden-İş Gazetesi’nin yayınlanması da yasaklandı.
17 Haziran 2020 - 15:13
Kazlıçeşme’de bulunan Derby lastik fabrikasında Lastik-İş Sendikası örgütlüydü. 1967 yılında Lastik-İş Sendikası Türk-İş’ten ayrılıp DİSK’in kurucu sendikalarından biri oldu. Korkuya kapılan patronlar, Türk-İş bürokratlarının yönlendirmesiyle, Derby’de çalışan beyaz yakalı işçilere Kauçuk-İş adıyla yeni bir sendika kurdurdular. İşçileri ayak oyunlarıyla, işten atma tehditleriyle, baskıyla Kauçuk-İş’e üye kaydettiler. Patron önceleri amacına ulaşmış, Lastik-İş’i zayıflatmış görünüyordu.
Oysa rüzgâr kısa zamanda tersine dönecekti. Sene 1968, aylardan Temmuz olduğunda Derby işçileri sendika seçme haklarına sahip çıkmak için fabrikalarını işgal ettiler ve zafer kazandılar. Türkiye’de fabrika işgalleri dalgasını başlattılar. Ama mücadele burada bitmedi. 15-16 Haziran geldiğinde Derby işçileri Lastik-İş’e sahip çıkmak için en önde yürüyeceklerdi.
Burada 1990’lı yıllarda yapılmış bir söyleşinin kaset kaydından bir kesit aktaracağız sizlere. Hem fabrika işgalini hem de 15-16 Haziran’ı yaşayan bir Derby işçisi, Lastik-İş’e nasıl sahip çıktıklarını anlatıyor.
Derby işçileri 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinden sonra da sendikalarına ve haklarına sahip çıkma mücadelesine devam edeceklerdi. 17 Haziran sabahı işyerlerine döndüklerinde şalterleri açmayacak, temsilci arkadaşları serbest bırakılıncaya kadar çalışmayı reddedeceklerdi. İşte Derby işçisi o gün gösterdikleri kararlılığı anlatıyor…
17 Haziran 2020 - 16:52
DİSK’i ve ona sahip çıkan işçi sınıfını uluslararası işçi sendikaları da sahipsiz bırakmadı. O dönem nasıl Türkiye’de sınıf hareketi şahlanmışsa, benzer bir durum dünyanın çeşitli ülkelerinde de yaşanıyordu. Neticede dünyanın çeşitli bölgelerinden yüzbinlerce üyesi bulunan pek çok sendika DİSK ile dayanışma içerisinde olduğunu açıklıyor ve gerek hükümete gerekse de Türk-İş’e telgraflar çekerek protestolarda bulunuyordu. Dayanışma pratikleri telgraf çekmekle de sınırlı kalmamış, uluslararası sendikal bir heyet kurulmuş ve 20 Haziranda Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirilmişti.
UİD-DER dostlarından mesajlar
Eğitimim 1979’da İran Devrimiyle başladı. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşının acı deneyimleri, 1988 ve sonrasında İran’da binlerce politik mahpusun ve aktivistin katledilmesi ve İran halkının bitip tükenmez ıstırabı hayatımın her dönemini etkiledi. Bende insan hakları ihlalleri konusunda muhalif bir bakış açısına yol açtı. Muhalif düşünmeme neden olan bir diğer faktör de ülkemdeki kadın karşıtı zalim yasalardı. Sanırım bu düşünce benim, insan haklarıyla, özellikle de işçilerin mücadelesiyle ilgilenen birini eş olarak seçmeme neden oldu.
İran hükümeti için en tehlikeli gruplardan biri işçi hakları savunucularıdır ve onlardan her zaman çok korkmuştur. Bu yüzden kocam hayatını kurtarmak için yurdunu terk etmek zorunda kaldı ve ben de çocuklarımla birlikte Türkiye’ye onun yanına gittim.
Mülteci olarak, özellikle de geçici ev sahipliği yapan bir ülkede Birleşmiş Milletler tarafından sürekli bir yere yerleştirilmeyi bekleyen “kâğıtsız” bir mülteci olarak yaşamanın ne kadar zahmetli olduğunu hepimiz biliriz.
Bizim Türkiye’de en büyük şanslarımızdan birisi, Edirne’de birkaç Türk yoldaşla ve Uluslararası İşçi Dayanışması Derneğiyle tanışmamız oldu. Hepsi de inanılmaz bir sevgi, şefkat ve insanlıkla doluydular. Türkiye’deki zorlu belirsizlik dönemi onlar sayesinde çok daha tahammül edilebilir oldu bizim için. Türkiye’deki en güzel anılarımdan biri, İstanbul’da, 2012’de, Uluslararası İşçi Dayanışması Derneğinden yol arkadaşlarımızla birlikte katıldığımız 1 Mayıs’tı. O günün tüm görkemi, kaynaşmışlığı, düzeni ve güzelliği, yıllar sonra hâlâ gözlerimi yaşartır.
Yedi yıl önce Türkiye’den Kanada’ya geldik ve şimdi 3 ülkede yaşam deneyimine sahibim. Bu süre zarfında Uluslararası İşçi Dayanışması Derneğindeki arkadaşlarımızla hep temas halinde olduk ve onların faaliyetlerini uzaktan izledik. Benim için onların amaçları ve amaçlarına ulaşma çabaları daima övgüye değer oldu.
Üç farklı ülkedeki yaşam deneyiminden sonra kesinlikle söyleyebilirim ki, Uluslararası İşçi Dayanışması Derneğindeki dostlarımız ve tanışma şansına sahip olduğum birkaç İranlı işçi, benim için her zaman amaçlara ulaşmak için insanüstü çabanın ve direncin birer rol modeli oldular. Her birinizi ve hepinizi buradan içtenlikle kutluyorum ve en kısa sürede, aynı zamanda bizim de amacımız olan amaçlarınıza ulaşmanızı diliyorum.
Kanada’da yaşayan İranlı bir kadın mülteci işçi
Türk-İş ve DİSK dışında olan altı sendika, Meclis’te kabul edilen yasayı protesto için bağımsız sendikaları bir forumda toplanmaya davet etti. “Bağımsız İşçi Sendikaları Genel Direniş Komitesi” olarak örgütlenen sendikaların forumunun sonunda şu talepleri içeren bir bildiri hazırlandı:
- Sıkıyönetim altında kanun yapma eğiliminden vazgeçilmeli, askeri yönetim derhal kaldırılmalıdır.
- 274 sayılı sendika kanununun TBMM’den geçmiş bu şekli derhal geri alınmalı, bilim adamları, DİSK, Bağımsız Sendikalar Direniş Komitesi ve Türk-İş’ten eşit sayıda seçilecek bir komisyonda yeniden gözden geçirilerek yeni bir tasarı hazırlanmalıdır.
- Türk işçisinin haklı uğraşında kendileriyle aynı mücadeleyi veren gençlik, basın, üniversite ve mesleki kuruluşlarla işbirliği sürdürülecektir.
- Türk-İş’in uluslararası sendika örgütlerinden çıkartılması için bu örgütlere başvurulacaktır.
- Türkiye çapında komiteler kurularak genel bir boykota gidilecektir.
17 Haziran 2020 - 18:40
16 Haziran akşamı ilan edilen sıkıyönetimle birlikte DİSK yöneticilerine ve öncü işçilere yönelik bir cadı avı başlatıldı. İlk etapta 21 sendikacı evlerinden gözaltına alınarak Davutpaşa Kışlası’na götürüldü. Burada yaşananlar ibretliktir.
Masalar kurulmuştur, asker ve polisler teker teker DİSK’lilerin ifadesini almaktadır. Herkesin ifadesi biter fakat DİSK’in eğitimcisi Süleyman Üstün’ün ifadesi bitmez. Polis sıkıştırmaktadır onu: “Sen işçi değilsin, sendika yöneticisi de değilsin. Ne işin var bunlarla? Vazgeç bu işten” Bu görüntüye Kemal Türkler dayanamaz: “Polis efendi, polis efendi! O Süleyman İşçi sınıfının Süleyman’ıdır. Herkese yaptığınız müdahaleyi ona yapamazsınız. Siz kendi Süleyman’ınızı düşünün.”
Sıkıyönetim Askeri Savcılığı, DİSK ve Maden-İş yöneticileri ile işçi temsilcileri hakkında 15-16 Haziran Direnişi nedeniyle davalar açtı. Halkı hükümet aleyhine isyana teşvik, mala zarar vermek, toplantı ve gösteri yasasını ihlal etmek gibi suçlamalarla yargı karşısına çıkan 260 DİSK’linin 7 yıla kadar hapis cezası isteniyordu.
Tartışmalarla geçen dava süresince sıkıyönetim komutanı mahkemeye doğrudan müdahil oluyor, hâkim ve savcılara yemekler veriyordu. Sanık avukatları ve sendikacılar ise bu durumu eleştiriyor ve mahkemenin tarafsız olmadığını dile getiriyordu. Kemal Türkler başta olmak üzere DİSK’liler, işçilerin ortaya koyduğu iradeye leke sürdürtmemiştir. Yeri geldiğinde mahkeme heyetine kök söktürmüştür
Üç ay süren tutukluluk günlerinin ardından sıkıyönetimin de sona ermesini takiben DİSK yöneticileri, 26 Eylülde tahliye edildiler. Tahliye haberi fabrikalarda büyük sevinçle karşılandı. Cezaevinden çıkan DİSK yöneticileri ve öncü işçiler coşkuyla karşılandılar.
17 Haziran 2020 - 20:10
Sendika özgürlüğüne ağır darbe indiren 1317 sayılı kanunu Türkiye İşçi Partisi Anayasa Mahkemesine taşıdı. Devir değişmiş, işçi sınıfı ağırlığını ortaya koymuştu. Sürecin başından beri diğer sermaye partileriyle işbirliği yapan CHP de işçi sınıfı hareketinden duyduğu korkuyla dümen değiştirmişti. İşçilerin tepkisini yatıştırmak ve onları kendisine çekmek istiyordu. TİP’in ardından onlar da Anayasa Mahkemesinin yoluna düştüler ve yasanın iptalini istediler.
Egemenler işçi sınıfının 15 ve 16 Haziran günlerinde ortaya koyduğu şanlı direnişten öylesine korktu ki Anayasa mahkemesi yapılan düzenlemelerin bir bölümünü sendika özgürlüğüne aykırı bularak iptal etmek zorunda kaldı. Direnişin yarattığı deprem sayesinde burjuvazinin saldırı hamlesi boşa çıkmıştı. İşçi sınıfı bindirdiği basınç ve baskıyla DİSK’in kapatılmasının önüne geçmiş ve yeni bir mücadele dalgasının da işaretini vermişti. 12 Mart 1971 askeri darbesi de işçi sınıfının mücadelesini durduramayacaktı.
15-16 Haziranda kendi öz gücüne güvenen ve bendini parçalayan bir nehir gibi sokaklara dökülen işçi sınıfı sonuç olarak sendikasına sahip çıkmayı bildi. Sermaye sınıfının DİSK’i kapatma girişimi kursağında kalmış, zafer işçi sınıfının olmuştu.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
İşçilerin kitle olmaktan çıkıp bir sınıf haline dönüştüğü bu büyük direniş mücadele tarihimizin sayfalarında zirvede yer alıyor. “Haklarımız için sonuna kadar kavga edeceğiz” diye haykırıyordu 15-16 Haziran’da binlerce işçi, “zafer er geç emekçilerindir!” pankartlarıyla alanlara çıkmışlardı. İşte biz gençler UİD-DER sayesinde onlardan aldık umudumuzu. Nasıl korkup kaçtığını patronların, tarihimizden öğrendik. Pamuklar içinde bakıp, büyütüp ve geleceğe ulaştırmamız gereken bir geleneğimiz olduğunu hissettik. Bizim sınıfımızın tarihinin o ışıklı günlerindendir 15-16 Haziran. Mücadele geleneğini de bizlere ulaştıran ve geçmiş ile bugün arasında yekpare bir beden olan UİD-DER de böylesi önemli direnişin yıldönümünde kurulmuştur ve 14 yıldır geçmiş ile bugünü kenetli tutmaya devam ediyor. Yaşasın Gelenekten Geleceğe İşçi Sınıfının Mücadelesi!
İstanbul’dan bir grup genç işçi
17 Haziran 2020 - 22:18
Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği UİD-DER, 2006’da 15-16 Haziran’ın 36’ıncı yıldönümünde dünya ve Türkiye işçi sınıfına merhaba dedi. Başta metal ve petrokimya olmak üzere çeşitli sektörlerdeki öncü işçiler, fabrikalarda, sendika tabanlarında, grevlerde ve direnişlerde mücadeleyi yükselten işçiler kurdular UİD-DER’i. 1990’lı yıllardan itibaren İşçi Öz-Eğitim Gruplarını oluşturan mücadeleci-öncü işçiler, işçi sınıfının ruhuna uygun bir disiplinle, azimle çalışarak var ettiler işçilerin mücadele örgütü UİD-DER’i. İşçi sınıfımızın örgütlülüğünün güçlendirilmesi yolundaki ısrarın, inanç ve kararlılığın, mücadelenin yükseltilmesi için sabır ve sebatla çalışmaları sürekli kılmanın bir sonucuydu örgütümüz. İşçi hareketinin mücadele geleneğini geleceğe bağlayan, kapitalist sömürü düzenine karşı sınıfımızın bilinçli ve örgütlü mücadelesini her şeyin üstünde tutan UİD-DER, sınıfımızın bağrında doğdu ve onun bağrında büyüyor.
UİD-DER’in kuruluş etkinliğinden kesitleri birlikte izleyelim. En zorlu yıllarda, en karanlık dönemlerde bile işçi sınıfının saflarını güçlendirmek için ter akıtan mücadeleci işçiler, bugün yüreklerimizi, yüzlerimizi büyük bir gururla aydınlatıyor.
Geleneği geleceğe bağlayarak işçi sınıfının örgütlü mücadelesini büyüten ve güçlendiren UİD-DER’e selam olsun!
UİD-DER Yürüyor Mücadele Büyüyor!
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Şiir gibi
Gençler, dünden yarına büyük bir coşkuyla şiirlerini yazıyor. Unutturulmak istenmesinin inadına, kafasına kafasına vurarak şiirsel güzellikte bir anlatışla hem de. Tüm emek verenlere selam olsun!
Emekli bir kadın tekstil işçisi
Türkiye işçi sınıfının tarihine baktığımızda 15-16 Haziran’ın bizlere bıraktığı derslerle karşılaşırız. Hak aramak için birlik olmamız gerektiğini ve meydanlara çıkarak gücümüzü göstermemiz gerektiğini açık bir şekilde bizlere gösteriyor 15-16 Haziran
Zamanında “işçi sınıfından bir şey olmaz” nidaları atanlar işçi sınıfının mücadelelerini görünce nasıl yanıldıklarını anladılarsa, bugün de “elveda proletarya” diyenler 15-16 Haziran ruhunu yaşatan UİD-DER’i görüp aynı yanılgıya düştüklerini anlıyorlar.
Kıraç’tan bir grup genç işçi
Merhaba. Biz UİD-DER’e ailemizle gidip geliyoruz, dernekte gitar öğreniyoruz. Derneğe gelince mutlu oluyoruz. Mutlu olmamızın sebebi oradaki insanlardan kaynaklanıyor. Dernekte teyzelerimiz, dayılarımız, ağabeylerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz ve birçok arkadaşımız oldu. Dernekteki herkesin yeri ayrı bizde, herkesi çok seviyoruz. Gitar kursu sayesinde güzel arkadaşlar ve ağabeyler, ablalar tanıdık. Oradaki herkesi çok özledik. En kısa zamanda buluşmak dileğiyle diyoruz. 14. yılın kutlu olsun UİD-DER!
Gebze’den bir grup işçi çocuğu
17 Haziran 2020 - 23:30
Tiyatroyu işçiden işçiye işçinin diliyle anlatan UİD-DER İşçi Tiyatrosu, 2009 yılında pek çok işçi havzasında “Uyanıştan Başkaldırıya” adlı oyununu sahneledi. Oyunun senaryosunu yazan da, yöneten de, oynayanlar da işçiydi. Bu anlamlı oyun, sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcilerinin DİSK’i nasıl boğmak istediklerini, işçilerinse tek tek işçiler olmaktan çıkıp bir sınıf olarak bu saldırıyı nasıl püskürttüklerini anlatıyor. Yine oyunda, örgütlü işçi sınıfının nasıl devleştiği, grev ve aile dayanışma komiteleriyle işçilerin nasıl güçlendikleri, işçilerin örgütlendiklerinde yaşadıkları değişim ve dönüşüm ele alınıyor. İşçi sınıfının İstanbul’u zapt ettiği o günlerde, patronlar sınıfının korkudan tir tir titreyerek ülkeyi nasıl terk ettikleri de oyunda resmediliyor. Oyunla gerçeğin, gerçekle oyunun bütünleştiği, binlerce işçi tarafından coşkuyla izlenen “Uyanıştan Başkaldırıya” oyunu, geçmişin işçi mücadelelerini bugünün işçi kuşaklarının zihinlerinde canlandırıyor.
Tepelere kurulmuş gecekondu mahalleleri aslında kuşbakışı bakınca uzak değildir birbirine. Lakin o yokuşları tırmanmak kolay olmadığından kısa olan uzar, yakın olan uzaklaşır. Gecekondu mahallelerinin dibinde bir fabrika olursa işler değişir, işçiler önce tezgâh başlarında sonra mücadelede, grev çadırlarında yakınlaşır, birleşir. Nitekim yine böyle olmuş. Kadın-erkek, Karadenizli-Kürt, Sütlüceli-Haliçli, genç-yaşlı işçiler bir araya gelmiş. Greve çıkmış metal işçileri, pür dikkat sendikalarının önderi Kemal Türkler’i dinliyorlar. Tüm oyuncu ve emektarlarını işçilerin oluşturduğu UİD-DER Tiyatro Topluluğunun “Uyanıştan Başkaldırıya” tiyatro oyunundan bir kare bu. Tam da bu nedenle çok sahici, adeta 1970 yazının ilk günlerindeyiz.
Sabahat Türkler “Uyanıştan Başkaldırıya” oyunundan sonra “Kemal’i ile
Kemal Türkler, yaşamını işçi sınıfının örgütlenmesi ve haklarını alması mücadelesine adadı. Tıpkı bu fotoğraftaki gibi nice grev ve direniş çadırında, fabrika işgalinde, mücadelede yer aldı. Grev hakkını yasalara yazan Kavel’de, 15-16 Haziranın ortaya çıkmasında, yıllarca yasaklı olan 1 Mayıs’ın kitlesel bir şekilde kutlanmasında, DİSK’in ve Maden-İş’in sendikal anlayışının yerleşmesinde Türkler’in ve mücadele arkadaşlarının rolü büyüktü. Kemal Türkler, DİSK’in kapılarını sosyalistlere, devrimcilere açtı. Uzlaşmacı sendikal anlayışın tam karşısında yer alarak DİSK’i işçiler için bir çekim merkezi haline getirdi. Grevler, direnişler yaygınlaştı, işçilerin mücadele okulu oldu.
Yıl 2009. Yer Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi. UİD-DER Tiyatro Topluluğu’nun 15-16 Haziran işçi direnişini anlattığı Uyanıştan Başkaldırıya adlı tiyatro oyununu izlemeye gelenler arasında Türkiye işçi sınıfının büyük direnişinin en önemli tanıklarından iki isim yer alıyor: DİSK’in önderi Kemal Türkler’in eşi Sabahat Türkler, işçi sınıfının Sabahat ablası. Diğer yanda ise Kavel direnişinin öncülerinden Hamit Şindi. Sabahat ablanın hemen yanındaysa Uyanıştan Başkaldırıya oyununda Kemal Türkler’i canlandıran UİD-DER’li işçi. Sabahat Abla, hem eşinin yaşatılan anısı nedeniyle, hem bir anlığına o eski günlere döndüğü için mutlu görünüyor… Fuayede sıcacık bir sohbet sürüyor.
Sabahat abla da Hamit ağabey de ilerleyen yaşlarına rağmen pek çok kez UİD-DER’in etkinliklerine katıldılar. Bu fotoğrafın çekildiği gün, 15-16 Haziran büyük işçi direnişini anlatan Uyanıştan Başkaldırıya oyununu büyük bir coşku ve heyecanla izlediler. Oyunu UİD-DER Tiyatro Topluluğu sahnelemişti. Tümü işçi olan, kimisi 12 saatlik vardiyalarla çalışan işçiler…
Hamit ağabey hayatı boyunca Kavel’in, 15-16 Haziran’ın derslerini anlattı genç işçilere. O gün genç işçilerin böyle bir oyun sergilemesi, geçmişin mücadele deneyimlerine sahip çıkması onu coşkulandırmıştı. Sabahat abla, UİD-DER’in genç işçi kuşaklarına mücadele mirasını aktarmasından ve gençlerin mücadele saflarında yer almasından duyduğu mutluluğu dile getirmişti. İşte bu fotoğrafta bu mutluluğu görüyoruz Sabahat abla ve Hamit ağabeyin yüzlerinde…
Sabahat abla belki de geçmişe, yıllar öncesine gidiyor. Belki de patronlar sınıfının tüm çabalarına rağmen Kemal Türkler’in ve onun mücadeleci sınıf sendikacılığı anlayışının unutulmadığını görmekten duyduğu mutlulukla Kemal Türkler’in hâlâ yaşadığına inanıyor tüm varlığıyla.
18 Haziran 2020 - 00:15
15-16 Haziranında önemli bir evreye giren sınıf mücadelesi, uyanıştan başkaldırıya dönüşmüştü. Bu büyük dönüşümün grevlerde, fabrikalarda, sendikalarda ve işçi evlerinde nasıl yaşandığını UİD-DER İşçi Tiyatrosu olarak 2009 yılında sahneye taşıdık. Bugünün genç işçileri olarak bizler 1970’li yılları bizzat göremesek de, o dönemin mücadele ruhunu sahnede oynayarak yaşadık. Oyunu sergilediğimiz pek çok bölgede “Uyanıştan Başkaldırıya” adlı tiyatro oyunumuzu izlemeye gelen işçi kardeşlerimiz geçmiş sınıf mücadelesi deneyimlerinin zenginliğini, güzelliğini ve coşkusunu bir kez daha yaşadıklarını dile getirdiler. Bizler UİD-DER’li işçiler olarak 15-16 Haziranı unutmadık unutmayacağız, bu şanlı mücadele tarihini her vesileyle işçilere ulaştırmaya ve bize bırakılan bu mirasa sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Pankartta yazan Beyazçelik Fabrikası, dönemin Arçelik Fabrikasını temsil ediyor. İşçi aileleri grevdeki işçilere dayanışma ziyareti gerçekleştiriyorlar. Aile Dayanışma Komitesi pankartı arkasında grevdeki işçilerin eşleri, çocukları, mahalleye gelen kadın işçiler ve komşuları yer alıyor. Bankın üstüne çıkan Temel isimli işçi şöyle sesleniyor ziyaretçilere ve işçilere: “Bugün daha bir mutluyuz. Niye mi? Çünkü ailelerimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız buradalar. Kavgamıza omuz vermeye geldiler. Hoş geldiler… Artık çok daha güçlüyüz. Bu grevi kazanacağız. Buna hepimiz inanıyoruz. Maden-İş’e ve DİSK’e karşı savaş açan patronlara karşı sonuna kadar direneceğiz! İşçi sınıfı onlara gücünü gösterecek!”
Grevdeki işçiler toplanmış kendilerinden daha deneyimli bir işçinin 1928’de yaşadığı Tramvay Grevi derslerini dinliyorlar. Tahir Usta yaşadığı deneyimleri aktarırken, işçi sınıfının uykusundan uyandığını ve bunun kendisine umut verdiğini söylüyor.
Geçmiş yılların zorluklarını aktarırken Nâzım Hikmet’ten söz edince işçilerden biri “Nâzım’ı tanır mısın usta?” diye soruyor. “Tanımaz mıyım be More, tanırım tabi. O bizim, işçi sınıfımızın ozanıdır” Nâzım’dan bir şiir okuyor:
Türkiye işçi sınıfına selam
Selam yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selam!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
Haklı günler, büyük günler,
Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
Ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Türkiye işçi sınıfına selam!
Selam yaratana!
Tarih 15 Haziran. Eyüp ve Silahtarağa arasında bir bölge… Çeşitli fabrikalarda bir araya gelen işçiler diğer bölgelerden gelen işçi kardeşlerini bekliyorlar. Kadın işçiler yine ön saflarda yerlerini almışlar. Ellerinde pankartları ve dövizleriyle “Kahrolsun İşçi Düşmanları, Kahrolsun Kapitalistler!”, “Birleşen İşçiler Yenilmezler” diye haykırıyorlar. Öncü işçilerden biri olan Nâzım, işçi kardeşlerine sesleniyor: “İstanbul’da Gebze’de, Kocaeli’de birçok fabrikada işçiler ayakta ve bir çağlayan gibi meydanlara akıyorlar. Patronlar duysun! Heyy patronlar! Gelin de kafanıza işçi sınıfının demir yumruğu insin! Kardeşlerim, gidip onlara DİSK’i işçi sınıfının elinden almanın ne demek olduğunu gösterelim!” Ardından kadınıyla erkeğiyle bir yumruk olan işçiler diğer işçi kardeşleriyle buluşmak için Beyazıt’a doğru yürüyüşe geçiyorlar.
18 Haziran 2020 - 00:32
15 Haziran 2014’te, UİD-DER’in çağrısıyla yüzlerce işçi ve emekçi bir araya gelerek Kartal Meydanı’nı doldurdu. Çeşitli sektörlerden mücadeleci işçilerin yanı sıra, sınıfımızın çocukları, gençleri, kadınları bir araya geldi. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi anıldı, mücadele örgütümüz UİD-DER’in kuruluş yıldönümü kutlandı. Dün bugüne bağlandı, işçi sınıfının örgütlülüğünü ve dayanışmasını güçlendirmek üzere mücadele ateşi büyütüldü. Kol kola halaylar çekildi. 15-16 Haziranı yaratan işçi sınıfımızın evlatları, bugün en çok ihtiyaç duydukları şeye, yani sınıfımızın mücadelesine, öz gücüne ve örgütlülüğüne duydukları güveni yüreklerinin derinliklerinde hissettiler. Tarihin derinliklerindeki mücadele deneyimlerini çekip çıkaran ve umudu büyüten UİD-DER, işçi sınıfına kılavuzluk etmeye ve yol göstermeye devam ediyor!
UİD-DER Müzik Topluluğundan mesaj
Güneşin türküsü bu
İşçinin kavgası bu
Aylardan hazirandı
İşçiler tarih yazdı…
Sağır kulakların bile işittiği bir ezgi dolanıyordu şehrin üzerinde. Aylardan hazirandı ve dev bir orkestranın yürüyüşü başladı. Şalterler kapanıyor, yürüyüş kollarına yeni fabrikalar katılıyordu. Ses üstüne ses ekleniyor ve sesler barikatları aşıyordu. Türkiye işçi sınıfı, o Haziran günlerinde artık şarkı dinlemiyor kendi şarkısını söylüyordu. Dilden dile, kuşaktan kuşağa aktarılan, mücadele edenlerin elleriyle bugünlere taşınan o şarkı şimdi bizim dilimizde yankılanıyor.
Yıl 1970
İşçi ayaklanıyor
Meydanlara sığmıyor
Patronlar kaçışıyor
Tarihimizi unutturmaya çalışanlara, geçmiş ile gelecek arasındaki köprüleri yıkmaya uğraşanlara inat dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan mücadele ezgilerinin sesi hiç dinmeyecek. Bizler de UİD-DER Müzik Topluluğu olarak, mücadele tarihimizden beslenerek ürettiğimiz uyarlamalarımızla, bestelerimizle 15-16 Haziran’a sahip çıkıyoruz. Haziran’ın ruhunu ezgilerimizde yaşatarak o günlerin sesine sesimizi katıyoruz:
Bu yol işçinin yolu
Alın teriyle dolu
Gücümüz birliğimizdir
Kimse bozamaz onu
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Ahmed Arif’in dediği gibi; biziz tüm tezgâhlarda paydosa giden, biziz ekinde, tütünde ve fabrikalarda olan. Nâzım Hikmet’in dediği gibi; biziz toprakta, karınca suda balık kadar çok olan. Biziz ağır ellerimizi toprağa basıp, o nasırlı elleri yumruk yapıp doğrulduğumuz zaman dünyayı değiştirecek olan. Biz UİD-DER’li mücadeleci işçileriz, işçi sınıfı bizim çabalarımızla doğrulacak. 14’üncü mücadele yılımızda bir kez daha sınıfımızın tarihiyle güçlendik. İşçi sınıfının saflarını güçlendirmek için kararlılığımızı tazeledik. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele edenlere selam olsun!
Bir grup büro işçisi
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
Hep denir ya, “geçmişini bilmeyenin geleceği de olamaz” diye. İşte UİD-DER geçmişimizi geleceğimize bağlayan ve geçmişin deneyimlerini süzerken aynı zamanda tarihe tanıklık eden sağlam bir köprüdür. Ne mutlu ki 14. mücadele yılımızı coşkumuzu hiç kaybetmeden, dost gönüllerde bütün samimiyetimizle kutluyoruz! Dile kolay 14 yıl olmuş derneğimiz kurulalı. Geçen sadece yıllar değil elbette, bizler için anlamı çok daha derin. Mücadele demek, sabır demek, emek demek. Biz UİD-DER’li kadın işçileriz. Öncesinde bilmezdik birliği, beraberliği, bilmezdik bizlerin sırtından dönen sömürü düzenini ve patronların hilelerini. Bilmezdik kapitalizmi. UİD-DER’li işçi arkadaşlarımız sayesinde öğrendik tek başımıza sorunlarımızın üstesinden gelemeyeceğimizi. Tüm sorunların üstesinden ancak birlik ve beraberlikle gelinebildiğini öğrendik. UİD-DER’li olmak tek başına bir dernek üyeliği değildir. UİD-DER’li olmak gerçekten kocaman bir aileye sahip olmak demektir. İyi ki bizler de çocuklarımız da bu ailenin bir parçayız. Biz bu yolda bıkmadan mücadelemize devam edeceğiz. Tıpkı bizden önceki işçi kuşakları gibi, biz de mücadelemizi bizden sonra gelenlere miras bırakacağız. UİD-DER’imizin 14. mücadele yılı hepimize kutlu olsun kardeşler!
Gebze’den bir grup metal işçisi kadın
18 Haziran 2020 - 01:33
Toprak tohumu yeni kucakladı
Daha yeni düştü ağlar denize
Daha dur
Göçmen kuşlar yoldadır elbet
Sabır her şeyin ilacıdır bekle
Bir dostu kucaklamak
Bir dostu kucaklamak gibidir kavgayı tanımak
Gelecek
Sıra bize de gelecek
İşte o zaman sorulacak tüm zulmün hesabı
Daha dur!
15-16 Haziran, nasırlı ellerin burjuvaziye ve tüm sömürüye indirdiği bir yumruktu. Biliyoruz, o yumruk bir gün muhakkak yeniden sıkılacak ve inecek tepesine zalimlerin, hak yiyenlerin, bugünü ve geleceği karartanların. İşte o zaman daha güçlü inmeli o yumruk, daha güçlü ve örgütlü olmalı işçi sınıfı. Sonuna kadar gitmeli. Burjuvaziye, tüm sömürüye son vermeli nasırlı eller. UİD-DER, bu yolda işçi sınıfının birliğini ve örgütlülüğünü güçlendirmek için kuruldu. Sabırla, kararlılıkla, azimle, coşkuyla çalışmaya devam eden UİD-DER’in 10’uncu mücadele yılında düzenlediği görkemli etkinlikten kesitler izleyelim. Gelenekten geleceğe mücadeleyi büyütürken bir kez daha haklı olmanın, insanlığın kurtuluşu yolunda ter akıtmanın onurunu yaşayalım.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
UİD-DER’li iki kardeş olarak, 15-16 Haziran coşkusuyla hepinizi yürekten selamlıyoruz. Bundan tam 50 yıl önce, bileğinde öfke, yüreğinde yeni bir dünya kurma arzusu ile işçiler fabrikalarından çıkmış, verdikleri destansı mücadele ile o günü sınıfımızın tarihine altın harflerle kazımıştı. “Gelenekten geleceğe” şiarıyla yola çıkan UİD-DER’in bu tarihi günü kuruluş günü seçmesi şüphesiz bir tesadüf değildi. UİD-DER, biz gençlere başka bir dünyanın mümkün olduğunu, bunun ancak 15-16 Haziran direnişini aşacak mücadelelerle gerçekleşebileceğini söylüyor. Bizler bugünün genç kuşakları olarak o gün yakılan kıvılcımı bir ateşe dönüştürecek, hayalini kurduğumuz o günleri; “gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek gül ve hürriyet günlerini” ellerimizle yaratacağız. Biz gençlere sınırsız ve sömürüsüz bir dünya kurma yolunda sınıfımızın mücadele tarihini öğreten ve geçmişin deneyimleriyle önümüzü aydınlatan UİD-DER’e sonsuz teşekkürler! UİD-DER Yürüyor Mücadele Büyüyor!
Gebze’den UİD-DER’li işçiler
18 Haziran 2020 - 01:56
Hazirandı
Sıcaktı
Ve on beşinde daha da ısınacaktı
Düşman
Kafa kafaya verip ininde
Güya
“DİSK’in çanına ot tıkayacaktı”
Ve fakat işçiler, birdiler
Güçlerinin birliklerinden geldiğini bildiler
Ve için için yanar gibi
Uğuldayıp kaynar gibi
Bir yanardağın bacasından
Uğuldayıp çıktılar
Eyüp’ten
Silahtarağa’dan, Levent’ten
Ve Topkapı’dan
Çekmece’den
Zeytinburnu’ndan
Dört bir kolundan şehrin
Yüreği ateş dolu nehirler gibi
Ateşten bir öfkenin yüreğine aktılar
Ne tank durabildi önlerinde
Ne polis ne asker
Her yer işçilerin olmuştu sanki
Ve her yerde işçiler…
Hazirandı
Sıcaktı
On altısında daha da ısınacaktı
Gümbür gümbür gümbürdedi
Nasırlanmış ayakların altında kaldırımların
Ve yolların yüreği
Ve sanki
Burjuvazinin başına yıkıldı göğün direği
Başlayınca yaşamın nehri
Gürül gürül akmaya
“Vatansever” patronlar
Başladılar İstanbul’dan kaçmaya
Hazirandır
Sıcaktır
Ve Haziranlarda daha da ısınacaktır.
Yine bir Haziran gününde elbet işçiler,
Sarı, siyah, esmer, beyaz…
Azar azar,
Biraz biraz çoğalarak;
Yanarak güneşin altında,
Irmaklar gibi coşup
Taş kaldırımlardan ve yollardan taşacaklar.
Ve cenge girer gibi
Kuşanarak bilincin ve öfkenin kılıcını,
Varılması gereken yere ulaşacaklar.
Ziya Egeli
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
15-16 Haziran günlerinde işçileri birbirinden ayırmak için köprüleri açıp, vapur seferlerini iptal etmişlerdi egemenler. Ama engel olamadılar bu kol kola yürüyüşe. Çünkü haklarına saldırmışlardı işçilerin. Ve öfkeli işçiler başardılar, yendiler sermayeyi. İşte bugün yine haklarımıza saldırılıyor ve bizleri tüm güçlerini kullanarak bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Bugünün işçileri olarak bizim de görevimiz 15-16 Haziran’ı tarihe yazan işçiler gibi kol kola girip yürümektir hedeflerimize. ÇÜNKÜ KAZANAMAYIZ BİRLİKTE YÜRÜMEDİKÇE…
Tuzla’dan işsiz bir metal işçisi
18 Haziran 2020 - 03:02
Dört uzun gün boyunca, yine dört uzun günün izini sürdük. Yayın akışımız boyunca 15-16 Haziran’ın öncesini, yürüyüş ve eylemleri ve sonrasını işledik. 50 yıl önce Büyük İşçi Direnişine dönüşecek direnme kararının alındığı 14 Haziran, bir Pazar günüydü. Anlamlı bir tesadüf oldu ve 50 yıl sonra, yayın akışımızın başladığı 14 Haziran, yine bir Pazar gününe rastladı. Böylece sanki 50 yıl öncesindeymiş gibi, kuşkusuz geçmişe ileriden bakmanın verdiği avantajla, işçi sınıfımızın bu topraklardaki ilk büyük kalkışmasına haftanın aynı günlerini izleyerek tanıklık ettik.
İşçi sınıfının mücadele tarihini anlatmak, özellikle bu topraklar için arkeolojik çalışma yapmak gibidir. Bulguların ortaya çıkarılması yetmez, aynı zamanda bu bulguları tarihsel gelişim çizgisine oturtup bütünsellik içinde sunmak gerekir. Dahası geçmişi bugüne bağlarken yarın için umudu diri tutmak oldukça elzemdir. UİD-DER dünü bugüne bağlayan deneyimlerin kitaplarda, arşiv klasörlerinde kalmasına ve unutturulmasına izin vermiyor. Sahip çıkıp daha ileriye taşımak için mücadele ettiği bu gelenek; genç işçi kuşaklarına umut, coşku ve güç veriyor. İşçi sınıfının genç neferlerinin kendi sınıflarına olan güvenini arttırıyor. Zaten meselenin en önemli boyutu da budur: Geçmişin geleceğe taşınması, sınıfsal birikimin mücadeleye kanalize edilmesi!
Yayın akışımızın en başında “Türkiye’de 1960’lar: İşçi Sınıfı Uyanıyor” kısa belgeselinde sergilediğimiz gibi, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi bir tesadüf değildir. Belirli bir birikim sonucunda ölçeğin taşması, işçi sınıfının kabına sığamamasıdır. 15-16 Haziran bu topraklar için son derece değerlidir. Zira bu iki uzun gün başlamadan önce, bir sınıf olarak işçi sınıfı siyaset arenasında yok sayılıyordu. Türkiye’de devrimin niteliği ve öncü gücünün kim olacağı tartışılırken, meselâ küçük-burjuva sosyalist kesimler, dikkate değer bir işçi sınıfı olmadığını söylüyorlardı. Onlar asker-sivil bürokratik kesimlerden “zinde güçler” devşirme peşindeydiler. Gözlerinin önündeki işçi sınıfını ve bu sınıfın işgallerle büyüyen mücadelesini göremiyorlardı. İşçi sınıfı bu görkemli eylemle “buradayım” demiştir. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, yalnızca sermaye sınıfının yüreğine işçi sınıfı korkusu salmamıştır, aynı zamanda sosyalist harekete de kapitalizme karşı mücadelede nereye odaklanması gerektiğini göstermiştir.
Selam olsun 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişine!
Umut Ekiyoruz
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Köklerimiz bir çınar gibi ulu ve sağlam
14. kuruluş yıldönümünde UİD-DER’in köklerine ve yeşermiş meyvelerine bin selam olsun! UİD-DER’in 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin yıldönümünde kurulması tam da kuşaklar arası “aktarma kayışı” görevini üstlenmiş olmasındandır. Biz o büyük şanlı direnişin sahibi yiğit işçilerin torunlarıyız. Bugün ve bugünden sonraki kuşaklara tarihin sayfalarına adını yazdıran sınıfımızın mücadele geçmişini anlatmak her bilinçli işçinin boynunun borcudur. Yaşasın Onurlu Mücadelemiz! Yaşasın İşçilerin Uluslararası Mücadele Birliği! UİD-DER Yürüyor Mücadele Büyüyor!
Gebze’den petrokimya işçisi bir kadın