Buradasınız
1856’da gelen ses: 8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse
1 Mayıs 2021 - 12:00
Sermaye sınıfı, işçinin kendisini insan olarak duyumsaması, ruhen gelişmesi, toplumsal işlevlerini yerine getirmesi, fiziksel ve ruhsal yaşam güçlerini özgürce kullanması için gereken zamanı hep israf olarak görmüştür. İşçi sınıfı ise dinlenmeye, yaşamaya, toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya ayırması gereken zamanı tırtıklayıp duran bu açgözlü sömürücü sınıfa karşı mücadele etmiştir. Bu mücadele akıp giderken bazı tarihler dönüm noktası haline gelmiş, işçi sınıfının tarihsel hafızasına kazınmıştır. 1856 gibi, 1886 gibi, 1890 gibi…
Avustralyalı işçiler aslında henüz 1820’li yıllarda sendikalar kurarak yaygın biçimde örgütlenmeye başlamışlardı. 1850’lerin ortasına gelinirken dünya işçi sınıfının işgününü kısaltma mücadelesi büyüyerek devam ediyordu ve bugün kimilerinin “dünyanın dibi” olarak adlandırdığı Avustralya, 8 saatlik işgünü mücadelesinin merkeziydi, kalbiydi. İşçiler bu taleple gösteriler, grevler, toplantılar, eğlenceler düzenliyorlardı. Her yerde bu talebi haykırıyorlardı. Bu taleplerini anlattıkları yüz binlerce bildiri basıyor ve dağıtıyorlardı. Tüm fabrika duvarlarını “8” talebiyle donatıyorlardı. 1856 yılı Avustralyalı işçilerin mücadelesinde tam bir milat oldu. Nasıl mı?
1851’den sonraki 10-15 yılda Avustralya işçi sınıfı sıçramalı biçimde büyüyüp gelişti, örgütleri de mücadelesi de güçlendi. Çünkü kıtanın güneydoğusunda bulunan Viktorya eyaletinde altın bulunmuştu! Ve altına hücum edenler beraberlerinde dünyanın ve Avustralya’nın dört bir yanından duvarcıları, taş ustalarını, marangozları, madencileri, demiryolcuları, ayakkabıcıları, dokumacıları, liman işçilerini, gemicileri, hamalları, fırıncıları, işsizleri… yani işçi sınıfını da getirmişlerdi.
Büyük Britanya’dan, İrlanda’dan, Almanya’dan, Polonya’dan, Amerika’dan hatta Çin’den yüz binlerce insanın akın akın geldiği Avustralya, o yıllarda bir İngiliz sömürgesiydi. Bu nedenle en çok Britanya’dan işçi gelmişti Viktorya’ya. Bu işçilerin bir kısmı kendi ülkelerinde işçilerin oy hakkı için, sendika kurmak için, işgününü kısaltmak için mücadele etmiş nitelikli, deneyimli ve bilinçli işçilerdi. Bu durum daha baştan sınıf dayanışmasının yeşermesine, sömürgecilere ve sömürücülere karşı nefretin büyümesine yol açtı. Avustralya işçi sınıfının gücüne güç kattı. Elbette 8 saatlik işgünü mücadelesini de ateşledi.
İşçiler yeni geldikleri Viktorya eyaletinde en çok bir liman kenti olan Melbourne ve çevresine yerleşiyorlardı. Eski İngilizcedeki anlamı “değirmen suyu” olan Melbourne aslında ilk olarak 1835 yılında ev sahipliği yapmıştı Avrupalı yerleşimcilere. Ama 1851’den sonraki beş on yıl içinde kıtanın en kalabalık kenti ve hatta başkenti oldu. 8 saatlik işgünü mücadelesi 1856’da bu kentte zafere ulaştı. Örgütlenen ve “8 saatten fazla çalışmayacağız” diyen duvarcılar, 8 saatlik işgünü hakkını kazandı. Bu zafer diğer sektörlere “salgın” gibi yayıldı. İşçiler bu zafer için yürüttükleri mücadeleyi ve ödedikleri bedelleri unutmadılar. Her sene yürüyüşler düzenleyerek zaferlerini kutladılar ve mücadele geleneğini sonraki kuşaklara aktardılar. Şimdi 1939 yılının Melbourne’nüne gidelim ve sonraki kuşakların bu geleneğe nasıl sahip çıktığına şahit olalım:
İşçi sınıfının sancak geleneği
İşçiler Boyun Eğmiyor, Mücadele Ediyor!