Buradasınız
Bir Fare Kapanı Öyküsü
19.11.2020
Evvel zamanlardan birinde, bir çiftlikte duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü. “İçinde yiyecek mi var?” derken, bir baktı ki paketten çıkan bir fare kapanıydı. Hemen bahçeye koşup alarm verdi: “Evde kapan var! Evde kapan var! Bir şeyler yapalım!” Tavuk gıdaklayıp, kafayı kaldırdı ve “fare kardeş, bu senin için ciddi bir sorun olsa da beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki! Ben her gün yumurtamı veriyorum, görevimi yerine getiriyorum, çiftçi benden memnun, hem ben olmasam kim yumurta verecek onlara?” dedi. Tavuk, yerdeki buğday tanesini alıp başını gururla yukarı dikti ve uzaklaştı.
Fare dönüp bu sefer koyuna; “evde kapan var, evde kapan var, bir şeyler yapalım!” dedi. Koyun fareye üzülse de konuyla pek ilgilenmedi. “Vah vah, üzgünüm fare kardeş, emin ol senin için dua edeceğim. Ama elden ne gelir? Hem biliyorsun, çiftçi beni sever. Bu sabah sütümü sağarken ve yünümü kırparken başımı okşadı” dedi.
Fare hayal kırıklığı ve çaresizlik içinde, bu kez öküze yöneldi: “Evde kapan var! Evde kapan var! Ne olur yardım edin, kapandan kurtulalım” diye bağırdı, nefes nefese. Öküz, cüssesinin verdiği güvenle, tepeden tepeden konuşmaya başladı: “Oo, fare kardeş senin için çok üzüldüm ama burnumu sokacağım bir şey değil ne yazık ki. Biliyorsun çiftlikteki en güçlü hayvan benim. Ben olmasam kim tarlayı sürecek ve o kadar yükü kim taşıyacak. Ben çiftçinin eli ayağıyım. Benim için bir tehlike yok. Hem ben çiftçiye karşı gelemem. Sen de dikkatli ol, kapana yaklaşma yeter” dedi. Öküzlüğün öküze bu durumdan sonra yakıştırıldığı rivayet edilir.
Fare arkadaşlarını durumdan haberdar etmek için her yolu denemişti. Ancak hepsi de sorunu sadece farenin sorunu olarak gördükleri için konuyla ilgilenmemişlerdi. Yalnızlık ve terk edilmişlik hissi içindeki fare kapana karşı tek başına mücadele etmek zorundaydı.
Bir akşam evde alışılmadık bir ses duyuldu. Sanki kapan, avının üzerine kapanmıştı. Çiftçinin karısı sesi duyup koşmuş, karanlıkta kapana zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmemişti. Yılan da kadını ısırmıştı. Çiftçi yılan ısırmasıyla zehirlenen karısını hemen hastaneye götürmüştü. Allah’tan karısı ölmemiş ama eve ateşli ve hasta olarak dönmüştü.
Eee, ateşli ve hasta bir insana ne pişirilir? Sıcak bir tavuk suyu çorbası. Yumurta verdiği için konumuna pek güvenen ve vazgeçilmez olduğu zannına kapılan tavuk, oracıkta kesiliverdi; bir güzel pişirildi, çorbası hasta kadına içirildi. Heyhat! Kadın bir türlü iyileşemiyordu. Çünkü zehir bağışıklık sistemini göçertmişti. Eş dost ahbap gelince hasta ziyaretine, çiftçi de sofraya koyunu çıkarmak zorunda kaldı. Böylece koyunun yünü de onu kurtaramadı. Ne yazık ki çiftçinin karısı iyileşemedi ve hakkın rahmetine yürüdü. Cenaze öyle kalabalık öyle kalabalık oldu ki, konukları doyurabilmek için bu sefer sıra öküze geldi. Çiftçi kibirli öküzü de kesiverdi.
Gel haberi kimden verelim! Bu arada, eve kapan gelince yardım çığlıkları atan fare, ona yardım etmeyen dostlarının başına gelenleri korku dolu gözlerle yuvasının deliğinden izledi. Fare çok kederlenmişti. Dünya nasıl garip bir yerdi; bireysel gücüne, cüssesine güvenen ve birlikte hareket etmeye yanaşmayanlar kaybetmişti. Demek ki mesele ne kadar cüsseli ve işe yarar olduğun değildi. Günü geldiğinde, efendi için bunların hiçbir hükmü kalmıyordu. Dayanışma, el birliği, dostluk hayatın temeliydi ve fare bunu çok iyi anlamıştı.
Ölümden dönen ve tüm olup biteni gördükten sonra adeta kemale eren fare dostumuz; yavrularına, dostlarına, karşısına çıkan herkese bir tamam anlattı yaşadıklarını. Dinleyen herkes farenin yaşadıklarından ders çıkardı. Bu hikâye dilden dile yayıldı, insanlara ulaştı ve sonunda bir işçinin dilinden İşçi Dayanışması gazetesinde basıldı. Ol hikâye şudur ki, bireycilik bıçağın altına götürür ve dayanışma hayatın temelidir!