Buradasınız
İşçi Sınıfının Yürek İşçilerini Özlemle Anıyoruz
2 Haziran 2022 - 08:45
Hayat bir nehir misali doludizgin akıp gidiyor. Ve bu akış içinde iki sınıf açık ya da örtük biçimde birbiriyle kıyasıya mücadele ediyor. Bir tarafta her şeyi üreten ama bir o kadar ekmeğe ve hürriyete muhtaç işçi sınıfı… Diğer tarafta ise üretenlerin emeğini çalan bezirgânlar, sömürücüler, asalaklar sınıfı… “Tarih sınıfların mücadelesidir” diyordu Nâzım Hikmet bir şiirinde, işçi sınıfının önderlerine atıfta bulunarak. İşte bu sınıf mücadelesi grevlerde, direnişlerde, protestolarda, devrimlerde hayat buluyor. Ve işçi sınıfının büyük kavgası, yaşamı, hüznü, özgürlük hasreti, öfkesi şiirlerde, şarkılarda, romanlarda, filmlerde, oyunlarda can buluyor devrimci aydın ve sanatçılar yoluyla.
Yaşadığımız topraklar işçi sınıfının yanında saf tutan sosyalist sanatçılar açısından bereketli topraklardır. Onlarca sanatçı eserleriyle tarihe tanıklık etmiş, sınıf kavgasını sanatın diliyle geleceğe taşımıştır. Haziran ayı, işçi sınıfının yürek işçileri Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif’i sonsuzluğa uğurladığımız aydır. Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963’te, Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te, Ahmed Arif ise 2 Haziran 1991’de hayata gözlerini yumdu. Onlar bedenleriyle aramızda değiller ama işçi sınıfının mücadelesine verdikleri emekle her daim aklımızda, yüreğimizde ve kavgamızda bizimle birlikteler.
1902 yılında doğan Nâzım Hikmet’in yaşama bakışı dönemin tarihsel olaylarıyla şekillenir. Birinci Dünya Savaşını yaşayan ve Rusya’da meydana gelen işçi devriminin yarattığı dönüşümü gören Nâzım Hikmet’in dünya görüşü bu koşullarda şekillenir. Yüreği kapitalist sömürüye ve emperyalist savaşlara karşı mücadele veren işçilerin yanında atar. Kapitalist sömürü düzenine karşı mücadelenin aktif parçası haline gelir; özgürlük dolu yeni bir dünya için kavgaya girer! Engin ruhunu ve güçlü kalemini o günlerden başlayarak ezilenlerin mücadelesini anlatmaya, bu mücadeleye güç vermeye adar. Paşa torunu olan Nâzım, zekâsını ve yeteneklerini egemenlerin yanında saf tutarak, zenginlik içinde, rahat bir hayat yaşamak yolunda kullanmamış; on yıllara varan hapis cezaları, sürgünler, kovuşturmalar ve yoksulluk pahasına işçi sınıfının özgürlük mücadelesinden bir an olsun uzaklaşmamıştır.
kardeşlerim
sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
toprağı sürebilmeli
pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
dizlerine kadar
bütün soruları sorabilmeli
bütün ışıkları derebilmeli
yol başlarında durabilmeli
kilometre taşları gibi şiirlerimiz
yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
cengelde tamtamlara vurabilmeli
ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
malı, mülkü, aklı, fikri, canı neyi varsa verebilmeli
büyük hürriyete şiirlerimiz.
Başta şiirleri olmak üzere gazete ve dergilerde yayımlanan makaleleri, romanları ve tiyatro oyunlarıyla işçilerin yaşamını, hayat kavgasını, hüznünü, sevincini, sınıfsız bir dünya özlemini ve bu dünyayı işçi sınıfının kuracağına olan inancını anlatmıştır. Ürettiği eserler ezilenlerin yanında saf tutanlara umut ve cesaret vermiştir.
Emekçilerin ürettiği zenginliğe el koyup bu zenginlik üzerinde saltanatlarını sürenler; kurdukları bu sefil düzeni teşhir edenlere, onu yıkmak için kavgaya girenlere, bu kavgada işçi sınıfına güç verenlere her zaman düşman olmuştur. Sosyalistler, öncü işçiler, namuslu, demokrat aydınlar egemenler tarafından karalanmaya çalışılmıştır. Nâzım Hikmet de egemenlerin sefil karalamalarına maruz kalmış ama doğru bildiği yolda sağlam adımlarla yürümekten vazgeçmemiştir. Egemenlerin ikiyüzlülüklerini teşhir ettiği “Vatan Haini” şiiri, bugünün egemenlerine de bir cevap niteliği taşır.
… Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
İşçi sınıfına ve işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesi verenlere düşman egemenler, Nâzım’ı mücadeleden ve işçilerden uzak tutmak için uzun yıllar hapseder. Ama Nâzım’ın coşkulu yüreği, değişime olan inancı ve umudu hapsedilemez. O, hapiste geçirdiği yıllarda dahi üretmeye ve bir şekilde erişebildiği herkesi yetiştirmeye devam etmiştir. Nâzım ile yolu bir şekilde kesişen her namuslu insan ondan sadece devrimci sanatı değil, insanı sevmeyi, kavga etmeyi, zulme boyun eğmemeyi öğrenmiştir.
Yine Haziran ayında kaybettiğimiz Orhan Kemal’in onun için yazdıkları, Nâzım Hikmet’in mücadeleci işçiler için neyi ifade ettiğini en güzel şekilde anlatır.
Unutabilir miyim seni hiç?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
hikâye, şiir yazmayı
ve erkekçe kavga etmeyi senden!
Küçük yaşlarda çalışmaya başlayan, garsonluk, hamallık, fabrika işçiliği yapan Orhan Kemal, roman ve öykülerinde hep işçileri, emeğiyle geçinenleri, alın teri dökenleri anlatmıştır. Bu nedenle yargılandığı bir davada hâkimin “konuları neden hep fakir fukaradan, işçilerden alıyorsun? Türkiye’de varlıklı insanların iyi yaşayanların hayatlarını neden yazmıyorsun?” sorularına verdiği yanıt onun hangi sınıfın safını tercih ettiğinin de cevabıdır: “Ben gerçekçi bir yazarım, en iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyorum. Nasıl yaşadıklarından haberim yok.”
Orhan Kemal ortaya koyduğu onlarca eserde, emekçilerin yaşamını, acılarını, çelişkilerini en ince ayrıntısına kadar betimlemiştir. Onun romanları hem dönemin koşullarını anlatır hem de köylerden kentlere akan emekçilerin yaşadığı değişim sancısını… Kenti, fabrikayı, sömürüyü daha yeni tanımaya başlamıştır işçileşen emekçiler. Romanlarında, hikâyelerinde, öykülerinde şöyle bir görünüp kaybolan Kılıç Ustalar, İzzet Ustalar, Sarı Mehmetler, bugün örgütlenerek ve bilinçlenerek boy veriyor işçi sınıfının bağrında.
İnandığı doğruların adamı Orhan Kemal, 2 Haziran 1970’de mahpusluk, zorlu yaşam koşulları ve yoksulluk nedeniyle kalbine yenik düşer. Bulgaristan’dan Türkiye’ye getirilen cenazesini karşılayan işçilerin astıkları pankart bugünün işçilerinin de duygularını anlatır: “Biz işçiler hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz.”
Orhan Kemal’den 21 yıl sonra 2 Haziran 1991’de aramızdan ayrıldı Ahmed Arif. Daha ortaokul yıllarında Nâzım Hikmet şiirlerini okumaya başladığında kendini “Nâzım Hikmet sarhoşu” olarak tanımlıyordu. Her sosyalist sanatçı gibi hapislik ve sürgünle geçti yaşamı. O, şiirlerinde kavgayı, cesareti, kardeşliği, sevdayı yazdı. Şöyle anlatıyordu yaşamının ve sanatının amacını: “Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.”
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak…
Nâzım’ın şiirleri gibi Ahmed Arif’in şiirleri de sadece yazıldığı dönemi anlatmaz, dünü bugüne bugünü yarına bağlar. Dün olduğu gibi bugün de duygu ve düşüncelerimize tercüman olur. Egemenlerin her güzel şeye düşmanlığını, ikiyüzlülüğünü, arsızlığını güçlü dizelerle anlatır.