Buradasınız
Manchester: “Her şeyin başladığı yer”
30 Nisan 2021 - 17:30
18. yüzyılın başlarında on bin nüfuslu küçük bir kasaba olan Manchester, 19. yüzyılın ilk yarısında 400 bin nüfusuyla İngiltere’nin en büyük ikinci şehri haline gelmişti. Bu büyümenin nedeni sanayinin burada yoğunlaşmasıydı. Başta dokuma sanayi olmak üzere makine, kimya ve daha pek çok sanayi hızla gelişmiş; İskoçya, Galler, İrlanda ve İngiltere’nin dört bir yanından işçiler çalışmak üzere Manchester’de toplanmıştı. Makineleşme ve işçi sınıfının dizginsiz sömürüsünün paralel büyüdüğü bir şehir olan Manchester, kapitalizmin simgesi konumundaydı. Bir tarafta uzun çalışma saatleri, karın doyurmaya bile yetmeyecek ücretler, harabe kulübelerde insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışan on binlerce işçi… Diğer tarafta bu işçilerin emek gücünü sınırsızca tüketerek büyüyen sermaye sınıfı vardı.
Manchester yalnızca kapitalist sömürünün her açıdan ayakları üzerine dikildiği bir yer değildi, aynı zamanda işçi sınıfının ilk örgütlenmelerinin de kök verdiği bir şehirdi. 1800’lerin başında Manchester’da hâkim işçi tepkisi makine kırıcılığıydı (Ludizm). Ancak işçiler kısa sürede asıl düşmanın makineler değil sermaye olduğunu kavrayıp mücadele tarzlarını değiştireceklerdi. İşçiler yasak olmasına rağmen sendika kurdular, tüm işçileri birleştirmek üzere bir “genel sendika” örgütlemeye giriştiler, aylarca süren grevler yaptılar, ilk kez grev gözcüleri seçtiler; dernekler, komiteler ve işçi milisleri kurdular, sınıf bilinci kazanmak üzere toplantılar düzenlediler, toplantılarda alınan kararlarda kadınlara da oy hakkı tanıdılar. “Bu yeni bir fikirdi. Rüzgârlı bayırda kalabalık bir şekilde bekleşen kadınlar, öneriden son derece memnun oldular. Erkekler hiçbir şeye karşı çıkmadı. Karar alınırken kadınlar gülüşmeler arasında ellerini kaldırdılar. Ancak o andan sonra kadınlar da erkeklerle birlikte radikal toplantılarda oy kullanmaya başladılar.” (Paul Mason, Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek) Parlamento seçimlerinde erkek işçilere oy hakkının tanınmadığı, kadınların sendikalı olmasının ve oy vermesinin ise henüz sözünün bile edilmediği bir dönemde bu karar oldukça ilerici ve radikal bir karardı.
İşçi sınıfının böylesine bir örgütlenmeye girişmesi, işçileri sömürülecek yük hayvanından farklı görmeyen sermaye sınıfını ve devlet yöneticilerini paniğe sevk etmişti. İşçilerin birliğini ezmek için yüz bin insanın toplandığı St. Peter’s Meydanına, Napolyon Bonaparte ile savaşmış orduyu gönderdiler. Bu savaşın gerçekleştiği yerin adı Waterloo idi ve buna bir gönderme yapmak üzere işçilerin katledildiği meydan Peterloo olarak anılmaya başlandı. Peterloo’dan 1886 Chicago Haymarket’e, oradan 1977 Taksim Meydanındaki katliama kadar burjuvazinin işçi sınıfına karşı tutumu hep aynı oldu. Ama işçi sınıfını durduramadılar. Yenilgiler de zaferler gibi sınıfımızın mücadele tarihinin bir parçasıdır. Zafere giden yolda en önemli şey tarihimizi unutmamaktır. Unutmamak mücadelenin en önemli parçasıdır. Aşağıdaki videoyu izlerken, bu düşünceyi akılda tutalım: