Bir Kadın Metal İşçisi Anlatıyor: Türk Metal Patronun Uşağıydı
Metal fabrikalarında Türk Metal’e yönelik tepkiler, istifalar ve eylemler devam ediyor. Bu fabrikalarda ağırlıklı olarak erkek işçiler çalışıyorsa da kadın işçilerin de sayısı az değil ve onlar da bu mücadelede en önde yerlerini alıyorlar. Onların mücadelesini çok yakından takip eden başka fabrikalarda çalışan kadın işçiler de var. 2013 yılında kapanan İstanbul Delphi fabrikasında 11 yıl çalışmış olan Aysu da bu kadın işçilerden biri. Aysu, 11 yıl boyunca ne gibi zorluklar çektiğini ve patronların işçileri insan yerine koymadığını anlatırken, Türk Metal’in nasıl da patronların gardiyanı olduğunu da anlatıyor.
“Ne var sanki hamileyseniz!”
Çalışırken kadın olarak çok sorunlar yaşadım. Örneğin hamileliğimde çok sıkıntı çektim. Biz bant sistemiyle çalışıyorduk. Belli bir sürede istenilen sayıyı çıkarmak zorundaydık. İstenilen sayıyı çıkarmak için kendimizi paralıyorduk resmen. Hamile kaldığımda çok yoğun çalışıyordum. İlk zamanlar bana çok iyi davranan vardiya amiri hamile kaldığımda kötü davranmaya başladı. Çünkü hamileliğim sırasında istenen sayıyı sağlığımı kaybetmeden çıkarabilmek için yardım istemiştim. Ama yardım yerine tepkiyle karşılaştım. Bana ve bu durumda olan başka arkadaşlarıma sürekli “hamilelik hastalık değildir, ne var sanki hamileyseniz” diyorlardı. İstenilen sayıyı çıkarmamız için bize baskı uyguluyorlardı. Hatta bir gün toplantıda vardiya amiri bana “senin için öyle bir yazı yazarım ki yukarıya, tek kuruş alamadan kapının önüne koyarım” dedi. Arkadaşlar bunun üzerine sendika temsilcisine durumu anlattılar. Temsilcinin yanıtı ne oldu biliyor musunuz? “Yok canım, o öyle bir şey söylemez.” Ne bana ne de diğer arkadaşlarıma inanmadı. Ben de bu baskılara katlanarak çalışmaya devam ettim.
Kreş sorunu
Fabrikada çalışan kadın sayısı fazla olduğu için kreş hakkı vardı ama bu haktan yararlanma koşullarını kendi isteklerine göre değiştiriyorlardı. Bir dönem 2 aylık bebekleri de kreşe alırken, sonra 6 aylığa çıkardılar kotayı. Çocuk sayısı arttığında ise 2 yaşa kadar çektiler. Hatta en son iki çocuğu olanların sadece bir çocuk için kreşten faydalanması kuralını getirdiler. Nihayetinde ise çocuklu kadın işçi almamaya başladılar. Bütün bu süreç zarfında sendikanın tutumu ne oldu peki? “Yapacak bir şey yok, kural bu. Ya çocuklarınızı akrabalarınıza bir yere bırakacaksınız ya da işten çıkacaksınız. Biz bir şey diyemeyiz.” Güya ücretsiz kreş hakkından faydalanıyor olmamıza rağmen 3 ayda bir çocuklar için alınacak kırtasiye gibi malzemeler için para veriyorduk. Benim çocuğum 8 ay kreşe gitmemesine rağmen benden bu parayı aldılar.
Biz bütün bu sorunları yaşarken ne işveren ne de kreş sahibi bizimle muhatap oluyordu. Çünkü onlarla bizim aramızda bizim gazımızı almak üzere duran Türk Metal vardı! Kreş sorunuyla ilgilenen ve bizi hiçbir şekilde sorumlularla muhatap etmeyen TM temsilcisinin ödülü ise iki çocuğunu özel okulda burslu okutmak oldu!
Doktorun “çalışamaz” dediği yerde aylarca çalıştırıldım
Çalıştığım bir hatta parmaklarım şişti, su topladı. Doktora gittim defalarca. Buna rağmen bölümü değiştirmeye dönük hiçbir girişim olmadı. Sürekli rapor almak zorunda kaldım. Ama sendikaya yakın olan herhangi bir işçi (ki bunların sayısı çok azdır) böyle bir değişiklik isteseydi hemen ertesi günü yerine getirilirdi. Bir ara ağır bir hastalık geçirdim. Aylarca tedavi gördüm. Fabrika doktoru “bu insan bu bölümde çalışamaz” demesine rağmen bölümümü değiştirmediler ve Türk Metal bu konuda hiçbir şey yapmadı.
Kendi mitinglerine zorla götürüyorlardı
Türk Metal, sadece kendi istediği mitinglere bizi zorla götürüyordu. Temsilciler liste tutuyorlardı, gelmeyenleri fişliyorlardı. Sonra da ilk çıkış listesinde gelmeyenlerin adı oluyordu. Diğer taraftan da işçilerin gitmesinde sakınca gördükleri mitinglere ise denetime gidiyorlardı. Mesela 1 Mayıs’ta, kriz karşıtı, savaş karşıtı mitinglerde gördükleri bazı arkadaşları işten attırdıklarına tanık oldum. Mitinge katıldığı için bir arkadaşımı işten attıkları yetmiyormuş gibi aynı soyadı taşımak dışında ortak hiçbir yanı olmayan bir başka işçiyi de işten attılar.
Bir de sendikanın işçileri fişleme gibi bir uygulaması vardı. Bizim siyasi görüşlerimizden tutun çocuklarımızın isimlerine kadar her şeyi kayıt altına alıyorlardı. Öyle ki günlerce benim yeni doğmuş çocuğuma ne isim verdiğimi öğrenmeye çalıştılar. İzindeyken evimi bile arayıp sordurdular.
Fazla mesaiye kalmayanı sendikacılar tehdit ediyordu
Bir gün gece vardiyası mesaisine çağırdılar. Ben kalamayacağımı söyledim. Benim dışımda başka kalamayanlar da olunca bizi ikna etmeye sendika temsilcisi geldi. Ben “eşim izin vermiyor o yüzden gece mesaisine kalamam” deyince sendika temsilcisinin cevabı “vardiyalı çalışmana nasıl izin veriyor o zaman?” oldu. Bu temsilci işçinin mi yoksa işverenin mi temsilcisi belli değildi. Hatta vardiya amirinden önce sendika temsilcilerini gönderip mesai kalmamız için telkinde bulunuyorlardı. Telkin de değil aslında alttan alta tehdit ediliyorduk temsilciler tarafından.
Mesaiye gelmezsen tepene TM dikilir, kreşle ilgili sorun yaşarsın tepene TM dikilir. Servisle ilgili sorun yaşayıp insan kaynaklarına gitmeye kalkarsan hemen TM temsilcisi girer araya: “O güzergâh değişemez öyle senin istediğin gibi” diye cevap verir. İşçinin sorununu çözmek değil talepleri bastırmak için çalışırlardı. Bizim için aşılması gereken engel insan kaynakları değil TM temsilcisiydi. Bırakalım sorunlarımızla ilgilenmeyi baskıyla, işsizlik tehdidiyle insanları susturdular. Bu korkuyla insanlar hep sustular. Çıkış listelerini sendika hazırlıyordu. O listeye girmemek için insanlar sustular. Sendikanın çevresindeki insanlar sendika haklarını koruduğu için değil fabrikada kalabilmek için duruyorlardı. Deyim yerindeyse yaranmaya çalışıyorlardı. İnsanlar gururlarını ayaklar altına almayı göze aldılar. Ama bunun nedeni örgütlülüğün olmayışıydı. Biz o zaman örgütlü ve güçlü olsaydık bu zayıf insanlar da o zaman böyle bir sendikanın yanında değil, bizim yanımızda olurlardı.
Hiçbirimiz sendikadan memnun değildik ama herkesin yanında konuşamıyorduk. Sadece çok yakın birkaç arkadaşımla paylaşıyordum düşündüklerimi. Mesela ne ben ne de arkadaşlarım temsilciliğe bir kere bile gitmedik. Çünkü sendikaya giden tek tük kadın işçiler oraya işçi gibi gitmezlerdi. Süslenir püslenir öyle giderlerdi. Hatta bu bir gelenek haline gelmişti. Sendikanın bir yemeği vs. olduğunda kadınlara “güzel giyinin bak, başkan gelecek” diye telkin ederlerdi. Ben ne kadın ne de erkek hiçbir işçi arkadaşımın bu 11 yıl içinde işyeri sorunlarıyla ilgili olarak TM temsilciliğine gittiğini hatırlamıyorum.
Temsilci odası değil karakol!
Bir karakol odasından farksızdı temsilci odası. Ne zaman işçilerden bir ses çıksa odaya çekilip sorgulanırdı işçiler. Ben de kaç kere odaya çekildiğimi biliyorum. Mesela fabrikanın kapanma sürecinde tazminatlarımız belli olana kadar mesai kalmama kararı aldık ve bütün fabrika bu karara uydu. Üstelik bu kararı sendikaya rağmen almıştık. “Niye mesaiye kalmıyorsunuz?” diye odaya çekilip sorgulandık. Temsilciler polis gibi tehditler, sözlü tacizler uyguluyorlardı. Aynı süreçte tazminatımızı alamazsak hem işyerini hem de sendikayı mahkemeye vereceğimi söylemiştim. Bunun üzerine şube başkanı beni çağırdı ve açık açık “burası varsa dışarısı da var” diyerek tehdit etti.
Türk Metal’e karşı mücadele edememek içimde kaldı
11 yıl boyunca baş kaldıramadan çalışmak zorunda kalmak hep zoruma gitti. Sessiz kalmamız bir işçi olarak içimde kaldı. Çok eksik hissediyorum bu yüzden. Kız kardeşim başka bir fabrikada çalışırken greve gitti ve ben inanır mısınız kıskandım onu. Biz neden bir kere bile bunu yapamadık diye düşündüm.
Türk Metal’e karşı hareket başladığı zaman çok heyecanlandım. Doğrusu hafif bir çatlak mıdır yoksa sonuna kadar devam eder mi diye endişelenmedim değil. Sonra baktım ki orada burada bir sürü fabrikada ses çıkıyor, inanılmaz mutlu oldum. Keşke benim çalıştığım süreçte bunlar yaşansaydı diye de geçirdim içimden.
Kadınların mücadelesi çok önemli
Üç vardiya çalışıyordum. Eve gelince evin işini yapardım, çocuğumu okula getirip götürürdüm, derslerini çalıştırırdım, yemek yapardım. Bütün bunları yaparken hiç dinlenemezdim. Şimdi yılların yorgunluğunu, yıpranmışlığını hissediyorum.
Kadının hayattaki yükü çok daha fazla olduğu için mücadelenin gereğinin çok daha fazla farkında. Kadın olduğumuzdan dolayı hem evde hem de işyerinde ezilen biziz. Erkeklerden daha fazla öne çıkıyoruz mücadelede. Kadınlar mücadelenin içinde olmadan hep bir taraf eksik kalır.
Kadın erkek bütün işçilere mücadele isteği içinde kalmış bir emekçi kadın olarak diyorum ki emeklerine sahip çıksınlar, seslerini çıkarsınlar. Kimseden korkmasınlar. Zinciri oluşturabilecek insanlar bulabiliyorlarsa onları bırakmasınlar.
Ramazan Ayı, İşçiler ve Patronlar
Son Eklenenler
- Emekçi kadınlar olarak birçok sorunumuz var. Hayat pahalılığı, yoksulluk, çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayamamak gibi sorunlar yaşıyoruz. İzmir’de tek göz bir evde çıkan yangında hayatını kaybeden beş küçük çocuk hepimizi çok üzdü. Bu çocuklar...
- İşçi sınıfının emeklileri, abi ve ablalarımız, Erdoğan 2024 yılını “emekliler yılı ilan ediyoruz” demişti. Erdoğan’ın o konuşmasını belki de hepimiz dinledik, gazetelerden okuduk. Bazılarımız burjuva siyasetinin zokasını yutarak, “belki bu sefer iyi...
- Baskılara, yasaklara rağmen direnişlerini sürdüren Polonez işçilerinin mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Metal işçilerinin kararlı duruşu kazanım getirdi. Hitachi Energy grevi 24 Aralıkta, Schneider Elektrik grevi 6 Ocakta, Arıtaş Krijojenik grevi 10...
- Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, 19 Ocakta Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde eylem yaparak Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezlerinde çalışan öğretmenlerin ve terapistlerin sorunlarına değindi.
- İngiliz egemenleri, sömürge döneminde ticaret gemilerini, donanmalarını korumak için vahşi bir yöntem geliştirmişler. “Yamyam fare yöntemi” olarak adlandırılan bu yöntem şöyle: Açık denizdeki gemilerde fareler çoğalınca önce bir fare yakalanır, boş...
- Asgari ücret pek çok işçinin beklediğinin tersine 23 bin lirayı bile bulmadı. Utanmadan “işçiyi enflasyona ezdirmedik” dediler, gözlerimizin içine baka baka bizimle dalga geçtiler. Hiçbirimiz bu yalana inanmıyoruz. Çünkü yoksulluğu biz yaşıyoruz,...
- Evlatlarımızın sağlıklı gelişimi, sadece ne yiyip içtikleriyle değil, nasıl bir ortamda, çevrede büyüdükleriyle de ilgilidir. Empati, iletişim gibi sosyal, duygusal ve zihinsel becerileri çevreleriyle etkileşimlerinin izlerini taşır. Çocukların...
- 17 Ocakta okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede okuyan yaklaşık 20 milyon öğrenci birinci dönem karnelerini alarak yarıyıl tatiline girdi. Mersin’de Eğitim-Sen ve Özel Öğretmenler Sendikası eğitimdeki sıkıntıları dile getirmek için Yenişehir İlçe...
- Suriye’deki Esad rejimi 8 Aralıkta yıkıldı. Hemen ardından da Suriye’deki savaşın bittiği ve Türkiye’deki Suriyelilerin artık güvenle ülkelerine geri dönebileceği konuşulmaya başlandı. Medyada Erdoğan’ın Suriye politikasının ne kadar başarılı olduğu...
- Sevgili işçi kardeşlerim, bizler yani işçi sınıfımızın örgütlü mücadelesinin bir parçası olanlar, eski kuşaktan işçilerin deneyimlerinden ziyadesiyle istifade etmeyi öğrendik sınıf büyüklerimizden. Bundandır karşımızdaki herhangi bir işçi...
- UİD-DER Müzik Topluluğu (UMUT), Ruhi Su’nun sesinden dinlediğimiz Boşa Didinmek Fayda Vermez şarkısını yeniden yorumladı. Şarkının mücadeleye çağıran sözleri kadar hikâyesi de çok anlamlı. Rusya işçi sınıfının romancısı Maksim Gorki, 1907’de,...
- İşyerinde yeni yıl kutlaması yapmak için işi biraz erken bıraktık. Kutlama için masaları hazırladık, şarkı listemizi ayarladık. İşin yorgunluğunu atıp dinlenecek, uzun uzun sohbet edecektik. Tabii eğlence kısmına geçmeden önce işyerinin şef ve...
- Birleşik Metal-İş Sendikası ile MESS arasında süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine 13 Aralıkta başlayan GE Grid Solutions grevinin 33. gününde anlaşma sağlandı. Böylece MESS sözleşmeleri kapsamında 4 işletmede...