Sağlıkta Şiddet, Hedefsiz Öfke ve Bir Deneyim
Kocaeli/Gebze’den bir işçi ailesi
![](https://uidder.org/sites/all/modules/lazyloader/image_placeholder.gif)
Ben Gebze’de yaşayan emekçi bir kadınım. Bu mektubu metal işçisi olan eşimle beraber yazıyorum sizlere. Bu mektubu, son zamanlarda sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artması üzerine yazmaya karar verdik. Konya’da bir hastanede doktor olarak çalışan Ekrem Karakaya’nın görevi başında öldürülmesi bizleri derinden etkiledi. Sonra Adana’daki şiddet olayları derken, sağlık çalışanları niçin öldürülüyor sorusunu kendimize sorduk. Ve başımızdan geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istedik.
Ben ciddi sağlık sorunları yaşayan bir kardeşinizim. Uzun zamandır hastane köşelerinde sağlığıma kavuşmak için mücadele ediyorum. Yıllar önce İstanbul Anadolu yakasında bir devlet hastanesinde ciddi bir ameliyat geçirdim. Ameliyatın ardından hastalığımın defalarca tekrarlaması, tekrarlanan ameliyatlar ve kontroller derken, hastane ortamını ve beraberindeki aksaklıkları çok iyi öğrendim. Doktor ameliyat sonrası sık sık kontrole gelmem gerektiğini söylemişti. Ama alınamayan randevular, alınsa bile uzayıp giden muayene sıraları beni de her insan gibi canımdan bezdirmişti. Doktorumun Avrupa yakasında bir hastaneye tayininin çıkmasıyla yaşadığım zorluklar kat be kat arttı. İki küçük çocukla Gebze’den İstanbul’un Avrupa yakasına hastaneye gitmek işkenceye dönüştü.
Yine bir gün kontrol zamanım geldi ve bin bir zorlukla randevu alabildik. Toplu taşımalarla uzunca bir yol gittikten sonra hastaneye ulaştık. Randevu saatimiz geçmesin diye koştura koştura hastaneye gittik. Randevu saatinin üzerinden bir saat geçmesine rağmen sıra bir türlü bize gelmedi. Hastaların muayene sırası geçtikçe homurdanma şeklinde başlayan tepkiler artmaya başladı. Orta yaşlarda bir abiyle yaşlı bir teyzenin konuşmalarına şahit olduk eşimle. “Doktor öldürünce, öldürdü diyorlar” dedi orta yaşlı abi. Ağrısı olduğu yüzünden belli olan yaşlı teyze de “sonra suçlu hasta oluyor” dedi. Başka bir hasta “zaten bu doktorlar ne işe yarıyor ki?” diyerek katıldı onlara. Sağlık sisteminin sorunlarını doktorların sırtına yıkıyor, iktidarı sorgulamıyorlardı. Bu arada eşim gençten bir adamla muhabbete koyuldu. Köylerinden yeni gelmişler. Küçük bir çocukları varmış. Adamcağız zar zor bir iş bulmuş. Eşini doktora getirebilmek için ancak öğlene kadar izin vermiş acımasız patronu. Küçük çocuğunu komşuya bırakmışlar. Adamın gözlerindeki çaresizlik adeta içimizi yaktı. Şu sözler döküldü ağzından: “Muayene randevusunu erken almamıza rağmen, bir türlü gelmeyen sıraya mı yanayım, ağrıdan duramayan eşime mi yanayım? Küçücük çocuğum bir başkasının yanında ona mı yanayım, öğlene kadar izin alabildim ve saat öğleni geçti işten çıkarılacak olmama mı yanayım?” dedi. Bir insanın öfkeden gözünü karartmasına neden olacak bütün etkenler mevcuttu adamda.
Besbelli ki homurdanmaları duyan doktor asistanı odadan çıktı. Tüm hastalar asistana nefretle bakıyordu. Sanki gecikmenin sorumlusu oymuş gibi bir anlayış hâkimdi doktorun kapısının önünde. Halinden bezmiş asistan ellerini açarak, “sizleri çok iyi anlıyorum. Fakat sistem bir hastayı 3-5 dakikada muayene etmek üzere zaman tanıyor. Ama hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki mevcut hastalıklar 3-5 dakikalık zaman diliminde asla anlaşılmaz. Teşhisi konulamaz ve muayene yapılamaz. İnanın hocamız yemeğe bile gitmiyor. Saat kaçı gösterirse göstersin buradaki herkesi muayene edecek” dedi. Homurdanmalar birden kesildi. Doktor elinden gelenin fazlasını yapıp o gün hepimizi muayene etti. Eşimle yaşadığımız bu olayı evimize dönerken uzun uzun konuştuk.
Evet, kardeşler biliyoruz ve farkındayız. Bu işin sorumlusu ne doktorlar ne de hastalar. Bu işin sorumlusu hastayı 3-5 dakikada muayeneye zorlayan kapitalist sistem, siyasi iktidar. İçinde yaşadığımız bu kapitalist sömürü sistemi işçiyi fabrikada, öğretmeni okulda, doktoru hastanede sömürmekte. O gün doktorumuz kendi molasından fedakârlık etmeseydi ve hastaları orada bekletip muayene etmeseydi “kötü doktor” diyecektik ona. Belki de içimizden birileri kavga bile edecekti ya da daha kötü şeyler olacaktı. Ama o doktor bu sömürü sisteminin çarkında molasından, zamanından fedakârlık ederek günü kurtarmaya çalıştı. Burada görüyoruz ki, nasıl fabrikada makinasının başındaki işçi tek başına hiçbir şeyse, hastanedeki bir doktor da tek başına hiçbir şeydir. Örgütlenmenin ekmek gibi, su gibi ihtiyaç olduğu ortadadır. Hastalar ve doktorlar, öğretmenler ve veliler, Türkler ve Suriyeliler olarak birbirimize düşmek, işçiler, emekçiler olarak ayrı gayrı olmak hepimize acı getirir. Ancak ve ancak bu kapitalist sömürü sisteminde, emekçiler olarak birlik olursak, sömürülmeye, emeğimizin yok sayılmasına, horlanmaya, aşağılanmaya, şiddete karşı durabiliriz. Yaşayabilmek için emek gücünü satan herkes, yani tüm işçiler birleşmeli ve bu sömürü sistemine hayır demelidir.
Son Eklenenler
- Asgari ücrete yüzde 30, kamu emekçilerine yüzde 11,54 ve emeklilere yüzde 15,75 oranında sefalet zammı dayatılmasının ardından Antep’te bulunan tekstil patronları da ücret artışlarını sefalet düzeyinde tuttu. Şubat ayına girilmesiyle belli olan...
- Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Kömür İşletmeleri AŞ (KİAŞ) bünyesindeki Çayırhan Termik Santrali işçileri, özelleştirmeye ve hak gasplarına karşı 10 Şubatta Ankara’ya yürüyüş başlattı.
- ABD merkezli Yum Brands şirketinin KFC ve Pizza Hut restoranlarının Türkiye’deki işletmecisi olan İş Gıda'nın konkordato ilan etmesinin ardından 7 bin işçi Ocak ayı maaşlarını, kıdem ve ihbar tazminatlarını, izin paralarını alamadı. İşçiler şirketin...
- Gebze Plastikçiler Organize Sanayi Bölgesinde otomotiv parçaları üreten Chinatool Otomotiv’de işçiler 10 Şubat sabahı greve çıktı.
- Aralık ayında tüketici fiyatlarının yüzde 1’in biraz üzerinde yükseldiği, yıllık enflasyonunsa azalarak yüzde 44 civarında gerçekleştiği açıklandı. Bu oranlara bakarak enflasyonun hız kestiğine, ücret zamlarının “beklenen enflasyona” göre belirlenip...
- 2025 yılı için asgari ücret zammı, TÜİK’in sahte rakamlarıyla açıklanan enflasyon oranının dahi altında kalan yüzde 30 olarak belirlendi. Patronlar da işçilere bu sefalet zammını dayatıyor. Şubat ayıyla beraber zamlı ücretlerin açıklanması sonrası...
- İş kazaları ve iş cinayetleri dur durak bilmiyor. Sermeyenin aç gözlülüğü işçileri yaşamından ediyor. Balıkesir’de bulunan ZSR Patlayıcı üretim tesisinde, 24 Aralık 2024’te gerçekleşen patlamada 11 işçi yaşamını yitirdi. Patlama sonrasında Balıkesir...
- Maraş ve Hatay başta olmak üzere 11 şehirde çok büyük yıkım yaratan, yaklaşık yüz bin insanın hayatını kaybettiği, on binlerce insanın yaralandığı, milyonlarca insanın yaşamının derinden etkilendiği 6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçti....
- Siyasi iktidarın ekonomi politikalarının hedefi belli: Ekonomik yıkımın bedelini işçi ve emekçilere ödetmek, on milyonlarca işçinin, emekçinin, emeklinin açlığa talim etmesi pahasına sermayeyi dizginsizce büyütmeye devam etmek. Soygunun, talanın...
- 6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçti. Aradan geçen zamanda depremlerin yarattığı yıkımın, ortaya saçılan yolsuzlukların, usulsüzlüklerin ve boş vermişliğin hesabı sorulmadı. Siyasi gelişmelerle, yaratılan yapay gündemlerle yaşanan felaketin...
- İzmir Büyükşehir Belediyesinde 158 işçinin ücretsiz izne çıkarılması üzerine DİSK/Genel-İş Sendikası İzmir 1, 2, 3 ve 9 No’lu Şubeleri 3 Şubatta direnişe başladı. Sosyal-İş Sendikasının örgütlendiği Turkcell Global Bilgi’nin Siirt Şubesinde 4 işçi...
- Adalet Peşinde Aileleri Platformu, 6 Şubat depremlerinin 2’nci yılında Kadıköy İskelesi önünde anma programı düzenledi. 2 Şubatta düzenlenen anmada “Rant Uğruna Ölenlerin Hesabını Sormaya Geldik! Susmak İhanettir, Hesap Sormak Görevdir!” yazılı...
- Çalıştığım işyerinde 60 yaşlarında bir abiyle sohbet ediyorduk. “Ne zaman emekli olacaksın?” diye sordu. “60 yaşında emekli olacağım” dedim. “Ooo senin işin çok zor yahu, o yaşa kadar çalışılır mı?” dedi. “Ama sen de emeklisin, hâlâ çalışıyorsun”...