Buradasınız
Zehra Kosova: Tütün Kokan Eller ve Mücadele
18 Ağustos 2021 - 12:00
Zehra Kosova… Ege, Bafra, Alaçam tütününü bilirdi. Sinop, Gerze tütününü bilirdi. Rumelikari usulü, İskenderiyekari usulü tütün denklemeyi bilirdi. En zor olan Samsunkari usulünü de çok iyi bilirdi. Erkekler kadar hatta onlardan daha iyi tütün denklerdi. Ve tütün işçilerini de iyi bilirdi. “35 bin tütün işçisini ellerimin parmakları gibi tanıyorum” derdi. O işçiydi, işçi sınıfının mücadeleci bir kadın neferiydi. Bundan 21 yıl önce 18 Ağustos 2001’de mücadele deneyimlerini bizlere bırakarak aramızdan ayrıldı.
1910’da, bugün Yunanistan sınırları içinde olan bir kentte, Kavala’da doğdu Zehra Kosova. Kavala, Osmanlı döneminde işçi hareketinin geliştiği Balkan kentlerinden biriydi. Tütüncü bir ailenin kızı olan Zehra, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde daha küçücük bir çocuktu. Zehra büyürken milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaş da büyüdü, halkların acıları da.
1923’te Yunanistan ile Türkiye arasında nüfus mübadelesi anlaşması yapıldı. Kosova ailesi 1924’te Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Bir vapur önce Ege’nin dalgalarını yara yara Zehra’yı ve ailesini İstanbul’a, sonra bir başka vapur Karadeniz’in hırçın sularını yara yara Samsun’a götürdü. Ürkütücü dalgalara bakarak dünyayı düşündü Zehra, geride kalan topraklarını, yuvalarını.
Önce Tokat’a yerleştiler. Yerleştikleri ev Yunanistan’a zorla gönderilen papazın eviydi. Kim bilir kendi evlerine kimler yerleşmişti. Ümitliydiler, evlerine, yuvalarına döneceklerdi ama zaman geçiyordu ve geri dönme ümidi zayıfladıkça zayıflıyordu.
Bildikleri tek iş tütüncülüktü. Geçinebilmek için Yunanistan’dan gelen diğer göçmenlerle birlikte Tokat’a tütün fabrikası açılmasını sağladılar. Zehra’nın abisi, ablası tütün işinde çalışmaya başladı. Fakat ücretler çok düşüktü. Zehra’nın ablası ve ağabeyi de dâhil işçiler ücretlerin yükseltilmesi için greve çıktılar. Zehra’nın bu topraklardaki ilk grev deneyimi bu oldu. Geçim derdi nedeniyle okulunu yarıda bırakmak zorunda kalan Zehra da tütün işçiliğine başladı. Tokat’tan Erbaa’ya göçüp babasıyla tütünde denk basma işinde çalıştı. Ama ne kadar çok çalışsalar da yoksulluktan kurtulamıyorlardı. Mübadeleyle gelenlerin birkaç sene sonra tekrar geri döneceği ümidi tükenirken yoksullukları da büyüyordu.
“Köylümüz çok fakir. Ayağında çarık şalvar var ama şalvarın renginin hangi parçadan olduğu belli değil, sekiz on değişik parçadan oluşmuş şalvarlar sanki bir renk cümbüşü… O yıllarda Türkiyesinde sanayi denilen bir şey yok. Köyler iki üç derebeyin elinde. Fakir köylüyü istedikleri gibi çalıştırıyorlar. Biz de mübadele kanunu ile Türkiye'ye geldik ama herkes birkaç sene sonra yine Yunanistan'a, evlerimize döneriz ümidiyle yaşıyordu. Bu ümit 1930 senesine kadar sürdü.”
Zehra ve ailesi yine yollara düştü yoksulluk nedeniyle, Samsun’a göçtü. Zehra günlerce iş aradı, her gün yırtık ayakkabılarıyla yorgunluktan bitap düşünceye kadar dolaştı Samsun’un sokaklarında. Nihayet bir tütüncüde iş buldu. Dünyalar onun olmuştu. Ama bir yandan da kafasına bir şeyler takılmaya başlamıştı.
“Eve uçarak gitmek istiyordum. Hemen anneme müjdeyi vermek arzusundaydım. Sanki çoluk çocuk sahibi aile geçindiren bir kadın gibiydim, oysa benim yaşıtlarım okul okuyorlardı. Ama kimin çocukları? Varlıklı kimselerin, toprak sahiplerinin, yüksek memurların, subayların çocukları okuyor. Şehirde emeğiyle çalışanların çocukları elbette okuyamıyordu. Kafama bir şeyler takılmaya başlamıştı, ben niye okula gidemiyorum niye hep çalışmak zorundayım?” Yoksulların okuyamaması “memlekette yanlış giden bir şeyler” olduğunu düşündürtmüştü çocuk Zehra’ya. Bu, onun düzeni ilk sorgulamasıydı ve devamı gelecekti.
Zehra, sorgulamayı sürdürdü ve genç yaşında tütünde deneyimli bir işçi haline geldi. 1930’da İstanbul’a gitmesi ise hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Kışın işsiz kalarak, yazın ölesiye çalışarak, işsizlikle, omuzlarına çöken aileyi geçindirme yüküyle boğuşarak daha çok sorgulamaya başladı Zehra. Sendikal örgütlenme faaliyetine burada başladı. İşçi sınıfının mücadelesini, sosyalizmi burada öğrendi ve sınıfsız bir dünyayı kurmak için mücadele etmeye başladı.
İstanbul’dan sonra bir kez daha Samsun’a gitti Zehra Kosova. Yine tütün işçilerinin arasında çalışmaya başladı. Bu kez sendikal örgütlenme faaliyeti de yürütüyordu. 10 yıl boyunca Samsun ve İstanbul’da yürütülen ısrarlı çalışmalar sonucunda 1946 yılında Tütüncüler Sendikası kurulduğunda yönetiminde Zehra Kosova da vardı. Sendikanın faaliyetlerine devam edebilmesi için canla başla çalıştıklarını şöyle anlatır: “Bu dönemde üç dört arkadaş sendikayı yaşatmak için gecemizi gündüzümüze kattık. … Yemek yemedik, her hafta onar kuruş ayırdık sendikanın kirasını verdik. Zaten binamızda 4 sandalye, bir masa, bir de defterimizden başka bir şey yoktu. Bununla birlikte sendika tütüncüler arasında belli bir sempati yaratmış, faaliyetlerinden ötürü mağazalarda çalışan işçiler derin bir nefes almışlardı.”
Zehra Kosova’yı Zehra Kosova yapan doğru soruları sorması, adaletsizlik ve haksızlık karşısında boyun eğmemesi, mücadeleyi seçerek sosyalist bir kadın haline gelmesiydi. Örgütlü bir kadın işçi olarak sınıfının saflarında canla başla çalışmasıydı. Onun için mücadelenin yaşı olamazdı. Nitekim 1960 yılında girdiği Minyon Dantel Örme fabrikasında artık 50 yaşında olmasına rağmen sendikal örgütlenmeye girişti, nihayetinde fabrikadaki kadın işçileri tekstil sendikasına örgütledi.
Zehra Kosova’nın kendi anlatımıyla bir anısına kulak verelim ve burjuvazinin kadınları aciz göstermek istemesi karşısında emekçi kadınların gücüne yeniden tanık olalım.
Ölümünün 21. yılında Zehra Kosova’yı saygıyla anıyoruz ve bir kez daha sözümüzü yineliyoruz: Emekçi kadınlar olarak mücadelede öne çıkacağız ve el ele verip sınıfsız, sömürüsüz, mutluluk ve özgürlük dolu bir dünya düşlerimizi gerçek kılacağız.
Kaynak: Ben İşçiyim, Zehra Kosova, TÜSTAV
Bu İhtişamın Arkasında Ne Var?