Buradasınız
Ekmek ve gül mücadelesi!
7 Mart 2021 - 17:00
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun nefes nefese.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
Herkes, hep bir ağızdan: Gül!
(…)
Bir rüzgâr, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız, nefes nefese.
(Edip Cansever, Gül Kokuyorsun)
İnsan, toplumsal iletişiminde imgelere ve sembollere başvurur, düşüncesini ve duygusunu sembollerle etkili kılmaya çalışır. Çoğu zaman doğayı, ateşi, suyu, güneşi yardıma çağırırız. Ateş özgürlüktür mesela, yaşamdır, kararlılıktır, geleceğe olan inançtır. Tufan ya da fırtına mesela: Ağaçları kökünden söker, akarsuların yataklarını değiştirir. İşte bu fırtına imgesini alır toplumsal alana uyarlarız. İşçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı mücadelesi, öyle zamanlar gelmiştir ki toplumsal bir fırtınaya dönüşmüştür. İşte ekmek ve gül de böylesi imgelerden, sembollerdendir. Ekmek aç kalmadan, karın tokluğuna ölesiye çalışmamayı, gelecek kaygısının olmamasını anlatır. Gül ise onu tamamlar: Özgürlük! Toplumsal eşitsizliğin ve sömürünün son bulmasını, cins ayrımcılığının kalkmasını, insanın insana sevgi ve hürmet beslemesini simgeler!
Bu ekmek ve gül mücadelesinde, yani sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinde sayısız kadın öne çıkmış, yol göstermiştir. Adını gülden alan Rosa Luxemburg da onların en önünde koşanlardan olmuştur. Daha çocukluğundan itibaren haksızlıklar karşısında boyun eğmeyi bilmeyen bir karakteri vardı. Kararsızlığa ve umutsuzluğa tahammülü yoktu. O nedenle en zorlu zamanlarda ayakta kalmasını bildi. Daha 18 yaşındayken, doğup büyüdüğü Polonya’yı terk etmek zorunda kaldı. Öğrenimi için Almanya’ya gittiğindeyse ülkenin politik atmosferi içinde çevresine, mücadele arkadaşlarına, işçi kitlelerine etki eden güçlü bir kadın olarak sivrilmeye başladı. 1900’den itibaren tüm Avrupa sosyalist hareketi içinde fikirleri takip edilen ve tartışılan bir önder oldu. O, işçi sınıfının uluslararası mücadelesine inanıyor, sömürüsüz bir dünyayı düşlüyordu.
O işçi sınıfının önderiydi, burjuvazi ise ondan nefret ediyordu. Ona Kızıl Rosa diyorlardı. Haklıydılar da. O adı gibi kızıl bir güldü. Egemenler 15 Ocak 1919 Rosa Luxemburg’u katlederek Alman işçi sınıfını başsız, öndersiz bıraktılar. Ama ne işçi sınıfının mücadelesini durdurabildiler ne de onun adını unutturabildiler. Egemenler Rosa’dan öylesine korkuyorlar ki 2016’da Polonya’da hükümet, Rosa’nın müzeye dönüştürülen ve her yıl binlerce insan tarafından ziyaret edilen evini kapatmak, onun için dikilen anıtı kaldırmak istedi. Öldürerek yok edemeyenler anıt sökmekle yok edeceklerini sanıyorlar. Korkak ve budala sömürücüler! Şu kalp atışlarını duymuyor musunuz yoksa? İşte Kızıl Kanatlı Rosa’mız burada hâlâ, yüreğimizde! Ve Rosa 15 yaşında, lisede yazdığı şiiriyle sesleniyor: Ceza talep ediyorum:
Ekmek ve gül mücadelesinin önderlerinden biri de Clara Zetkin’dir. O hem Almanya’nın hem de dünya işçi sınıfının unutulmaz önderlerinden biridir. Zetkin genç yaşta işçi sınıfının mücadelesiyle tanışmıştı. İnsanların sefaletini ve acılarını yüreğinin derinliklerinde hissediyordu. Haksızlıklara, baskılara, acımasızlıklara tutkuyla başkaldırıyordu. Yaşamın getirdiği bütün zorluklara ve yoksulluklara rağmen mücadele etmeyi bir an bile bırakmadı. Hayatını yoksullar ve ezilenler uğruna, savaş ve sömürüye karşı mücadele etmeye adamıştı. Hasta bir kocası ve iki çocuğu vardı. Ama o sadece kendi eşinin, kendi çocuklarının değil dünyanın tüm çocuklarının, tüm ezilen insanlarının dertleriyle dertleniyordu. 1910’da Danimarka’da, Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını öneren de oydu. Onun adı, işçi sınıfı saflarında daima yaşayacak!
Emekçi Kadınlardan 8 Mart Mesajları
İşçi sınıfının büyük önderi ve öğretmeni Marx’ın kızı Eleanor Marx, 1855’ten 1898’deki ölümüne kadar Londra’da yaşadı. Babasının en küçük kızı ve öğrencisi Eleanor, yaşamını işçi sınıfının mücadelesine adayan kadınlardan biriydi. Yaşamı boyunca İngiltere’de ve dünyanın diğer ülkelerinde işçi sınıfının içinde yorulmak nedir bilmeden çalıştı. Birçok işçi eyleminin örgütleyicisi ve konuşmacısı olarak mücadelenin en önünde yerini aldı. İngiltere işçi hareketinin tarihindeki birçok grevin örgütleyicileri arasındaydı; Londra’daki Bryant and May kibritçi kızların grevi, gaz işçileri sendikasının grevi, liman işçilerinin grevi, liman işçilerinin ilham verdiği Silvertown işçilerinin grevi… İngiltere’de işçi hareketi denince akla gelen isimlerin başında geliyor Eleanor. Yaşamının sonuna kadar işçi mücadelesinin ve sendikal hareketin kalbindeydi. Emekçi kadınlar arasında yürüttüğü örgütlenme faaliyetiyle erkek işçiler gibi kadın işçilerin de sendikalarda örgütlenebilmesinin yolunu açtı. Eleanor’un insandaki en sevdiği erdem cesaretti. Yaşamını işçi sınıfının mücadelesine adayan diğer kadınlar gibi, kendisinden sonra gelen kuşaklar için cesaret kaynağı oldu. Bugünün mücadeleci emekçi kadınları, bilinçlerinde geçmiş kuşakların mirası, yüreklerinde onlardan aldıkları cüret ve sınıf bilinçleriyle, erkek sınıf kardeşleriyle birlikte dünyayı döndürmeye ve mücadelede en önde yer almaya devam edecekler. Dünyanın her köşesindeki emekçi kadınların uluslararası emekçi kadınlar günü kutlu olsun!
Londra’dan bir İşçi Dayanışması okuru