Buradasınız
Ve bizim kadınlarımız/2
8 Mart 2021 - 02:00
Onlar ölmediler yok, Ateş fitiller gibi: Dimdik ayakta, Barut ortasındalar! Zırhlı bir rüzgâr Perdesi gibi; Bir set gibi: Kızgın çehreli, Göğüs gibi: Göğün görünmez göğsü gibi! Analar, onlar ayakta Buğday içindeler, onlar, Yücelerden yüce dururlar: Dünyayı doruktan seyreden, Bir öğle güneşi gibi. (Pablo Neruda, Oğulları Ölen Analara Türkü)
Neruda’nın dizeleriyle “ölümün ve tasanın çemberinden geçmiş analar” onlar. Toplanmışlar yine bir perşembe günü Plaza de Mayo yani Mayıs Meydanı’nda, evlatlarını kaybeden darbecilerden, egemenlerden hesap soruyorlar. Kaybedilen evlatlarının ve yakınlarının ardından kim bilir ne acılar yaşadı, kaç sabaha gözyaşlarıyla uyandılar? Onlar ağıtları çığlığa dönüşen analar, ölüm sessizliğini yırtıp atan analar. Arjantin’in askeri faşist döneminde kaybedilen nice gencin ardından bir yürüyüş başlattılar. 1977’den bugünlere uzanan bu yürüyüşten yalnızca bir kesit olan bu fotoğraf karesindeki feryat yüreklerimize işliyor. Başlarındaki nakışlı beyaz başörtülerinde yitirdiklerinin isimleri yazılı. Anaların ardından yürüyen gençlere bakın. Hesap soran göğe kalkan ellerine bakın. Anaların gözlerinden süzülen yaşlar, oğulların ve kızların yüreklerindeki mücadele tohumlarını yeşertiyor. Bu annelerin torunları Arjantin’de defalarca isyan edip meydanları doldurdular. Mesela 2001’deki isyanda, dönemin devlet başkanı kurtuluşu sığındığı sarayından helikopterle kaçmakta bulmuştu.
Meydanlara çıkmak, taleplerini kısacık sloganlara dönüştürüp haykırmak haktır, özgürlüktür. Ama bazıları için meydanlar hapishane gibidir. Ayrılıp gidemedikleri, orada kalmak zorunda hissettikleri meydanlar… Mesela Cumartesi Anneleri, bugün itibariyle tam 832 haftadır meydanlardalar. 832 hafta! Göz göz olmuş yürekleri, pınarları kurumuş gözleriyle, gözaltında işkence edilen, kaçırılan, kaybedilen, öldürülen evlatlarının akıbetini sormak için oradalar. Orada olmak zorundalar. Çünkü yok evlatlarını geri getiren, yok evlatlarına ne olduğunu anlatan, yok hesap veren! Onlar çileli, beyaz başörtülü emekçi kadınlardır. Çıldırtıcı bir zalimlik, gaddarlık, umursamazlık var karşılarında. Tıpkı Arjantin’de olduğu gibi… Daha güzel bir dünya düşledikleri, düşlerini gerçekleştirmek üzere mücadele edecek kadar yürekli oldukları için soldurulan çiçeklerdir Cumartesi Annelerinin evlatları. UİD-DER Kadın Komitesi olarak evlatlarının yerine biz kutlayalım Cumartesi Annelerimizin 8 Mart’ını ve diyelim ki devran dönecek, tarihin tüm zalimlerinden hesap sorulacak bir gün…
8 Mart 1979 günü İran’ın başkenti Tahran sokakları kadınların sesiyle yankılanmaya başlıyor. 3 gün aralıksız büyük bir coşkuyla süren eylemlerde Humeyni ve mollalar protesto ediliyor. Çünkü halk Şah’ı devirdikten sonra, Humeyni ve mollalar boşluktan yararlanarak iktidarı ele geçiriyor. Hemen ardından Aile Koruma Kanunu kaldırılıyor, kadınların yargıç olamayacağı açıklanıyor. Başörtüsü takma zorunluluğu getiriliyor. Sosyal alanlar cinsiyete göre ayrılıyor ve evli kadınların okula gitmesi yasaklanıyor. Bunun üzerine 8 Mart günü, her alandan İranlı emekçi kadınlar, ellerinde pankartlarıyla yürüyorlar. “Kendi doğrularımız için savaşıyoruz, eşitlik ve özgürlük istiyoruz” diyor genç bir kadın. Emekçi kadınlar, pankartlarında “Her türlü zorbalığa karşıyız” diyorlar.
Molla rejimi altında yaşadığı baskılar nedeniyle İran’dan ayrılarak Türkiye’ye, oradan Kanada’ya mülteci olarak gitmek zorunda kalan bir işçi kadın, okyanus ötesinden sesleniyor bize. Üç ayrı ülkede yaşadığı deneyimlere dayanarak emekçi kadınların bütün ülkelerde ezildiğine dikkat çekiyor. Despotluğu ile bilinen İran egemenlerinden, çok demokrat görünen Kanadalı egemenlere kadar, kadınlar mücadele etmek zorunda el ele, yürek yüreğe diyor ve bizleri kendi dilinde, Farsça selamlıyor.
İngiliz madencilerinin grevi Britanya’nın gördüğü en büyük grevlerinden biriydi. O dönemde maden ocaklarının kapatılmasının gündeme gelmesiyle, geçimini maden ocaklarından sağlayan yaklaşık 20 bin işçi işsiz kalacaktı. Daha öncesinde dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan grevler, ayaklanmalar şüphesiz İngiliz maden işçilerine cesaret vermişti. İşçi sınıfı öyle bir ruha bürünmüştü ki tersanelerden, limanlardan, fabrikalardan akıp sel oldular. Madencilerin mücadelesine destek verdiler.
Fakat 1 yıl süren İngiliz maden işçilerinin mücadelesini büyüten en büyük etken “Kadınlar Madenlerin Kapatılmasına Karşı” isimli kadın hareketiydi. Maden ocaklarının kapatılmasına ve binlerce işçinin geçim kaynağının elinden alınmasına karşı çıkan kadınlar, yıl boyunca çeşitli etkinlikler düzenleyerek maden işçilerinin ve ailelerinin yanında oldular. Maden işçilerinin ekonomik taleplerinin tanınması için her türlü sendikal ve kişisel görüşmeleri de gerçekleştiren kadınlar aynı zamanda kendi yaratıcılıkları ve güçlerinin de farkına vardılar. Ekmek ve Güller Grevi ile James Oppenheim’ın şiirinden bestelenen şarkı onların zihninde capcanlı duruyordu. Şimdi bu güzel şiirden bestelenen şarkıyı, maden işçilerinin bu grevini anlatan “Pride” yani Onur filminden izleyelim.
Emekçi Kadınlardan 8 Mart Mesajları
Sağlık emekçileri olarak koronavirüs salgını ile birlikte çalışma koşullarımız ağırlaştı. Daha uzun saatler, daha yoğun çalışmak zorunda kaldık. Çalıştığımız yerlerden daha yoğun yerlerde görevlendirildik. Fakat emeğimizin karşılığını alamadık. Kadın sağlık işçileri olarak yükümüz daha da ağır. Gece vardiyasından çıkıp çocukların bakımıyla, ev işleriyle ilgileniyoruz. Bu şekilde çalışmak ve yaşamak bizleri yıpratıyor. İnsanca çalışma koşulları, iş saatleri istiyoruz. Bu koşullarda yaşamaya mecbur değiliz. Genç kadın işçiler olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüzü kutluyoruz. Daha güzel bir gelecek umut ediyoruz ve mücadele edersek o geleceği kurabiliriz diyoruz. Mücadeleyle kalın!
Ankara’dan sağlık işçisi kadınlar