Buradasınız
Evimizin Kolonlarının Kesildiğinin Farkında mıyız?
29 Haziran 2021 - 19:25
Kapitalist sömürü düzeni doğayı ve emeği yağmalıyor, insanlığı nefessiz bırakıyor. Bu düzenin yarattığı tahribat o kadar büyük ki tüm canlıların yaşamını, insanlığın ve dünyamızın geleceğini tehdit ediyor. Küresel ısınmadan kaynaklı iklim krizinin yol açtığı sorunlar artık gündelik yaşamımızın içinde; yediğimizde, içtiğimizde, yaşam koşullarımızın kötüleşmesinde kendini gösteriyor. Türkiye’de ise iklim krizine siyasi iktidarın doğayı talan etme konusundaki hırsı eklenince, çok daha büyük bir tehditle karşı karşıya kaldığımız ortaya çıkıyor.
Evet, siyasi iktidar ve sermaye sınıfı doğamıza, denizimize, suyumuza, yaşam alanlarımıza büyük bir açgözlülükle çökmüş durumda! Ülkenin dört bir yanında doğa sermayeye peşkeş çekilerek talan ediliyor, Anadolu’da yakıcı bir kuraklık yaşanıyor. Başta İstanbul olmak üzere her yer beton ve asfalt denizine dönüşmüş durumda. O derece ki, Türkiye asfalt ve beton dökümünde dünya rekorları kırıyor. Bütün bunlar işçilerin, emekçilerin, köylülerin yaşamını doğrudan etkiliyor. Bilelim ki soframıza giren ekmeğin küçülmesiyle çevre sorunu arasında doğrudan bir bağ var. Örneğin İkizdere’de Cengiz Holding’e peşkeş çekilen Eskencidere vadisinde arılar öldüğü için, arıcılıkla uğraşan köylülerin ekmek kapısı kapanıyor.
Anadolu’da yaşanan kuraklık tarımsal üretimi doğrudan etkiliyor. Daha önce İşçi Dayanışması’nda anlatmıştık: Türkiye su kıtlığı yaşayan bir ülke konumuna gelmek üzere olduğu halde, siyasi iktidar bırakalım önlem almayı bu süreci hızlandıran politikalar izliyor. Şimdi bu politikaların sonuçlarını işçiler ve emekçiler olarak yaşıyoruz. Türkiye Ziraat Odaları Birliği 22 ilde tarımsal kuraklık yaşandığını, özellikle buğday rekoltesinde ciddi kayıplar olduğunu söylüyor. Bu durum çok açık ki soframıza giren ekmeğin, mercimeğin, fasulyenin, yağın, etin, sebze ve meyvelerin fiyatının artması anlamına geliyor. [1]
Marmara Denizi ölüyor
Marmara Denizinin geldiği durum ortada. Deniz yüzeyinde görülen müsilaj, diğer adıyla deniz salyası buz dağının görünen yüzü sadece. Asıl müsilaj denizin dibinde ve dipteki tüm canlı yaşamın üzerini bir ağ gibi örtmüş durumda. Mercanlar, deniz bitkileri, balıklar nefessiz kaldığı için kitleler halinde ölüyor. Son 30 yıldır bilim insanlarının, uzmanların tüm uyarılarına rağmen rant ve kâr kaygısı üstün geldiği için Marmara Denizinin ölmekte olduğu gerçeği göz ardı edildi. Dipte başlayan müsilaj ancak yüzeyde görünür hale geldiğinde öğrendik ki, dünyada bir ilk başarılmış ve koskoca bir deniz hayatımıza, geleceğimize çökenlerin elbirliğiyle tarumar edilmiş!
Marmara’daki müsilaj adeta bu iktidarın cisimleşmiş hali… İktidarın toplumu nefessiz bırakması gibi müsilaj da denizdeki canlıları nefessiz bırakıyor. Marmara Denizinin ölümünün tescili olan müsilajın arkasında yatan neden, iktidarın politikaları ve zihniyettir. Nüfusun yüzde 30’u, sanayinin yüzde 60’ı Marmara Bölgesi’nde bulunuyor. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin yüzölçümü olarak en küçük ikinci bölgesinde ülke nüfusunun yüzde 30’u yaşıyor! Ülke sanayisinin kalbi bu küçücük bölgede atıyor. Buna bir de iktidarın rant esaslı çevre politikaları eklenince ortaya tam bir felaket tablosu çıkıyor. Tarım alanlarının ve sulak alanların imara açılması ve mega projeler adı altında muazzam bir betonlaşma, ağaç katliamı, sağanak yağışlarla gelen seller, fabrika bacalarından havaya salınan zehirli gazlar, yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesi, evsel ve endüstriyel atıkların biyolojik arıtmadan geçirilmeden Marmara Denizine bırakılması sonucu ortaya çıkan müsilaj…
Şimdi iktidar sözcüleri müsilajın tehlikeli atık olmadığını, çeşitli tesislere ve gemilere denizi kirlettikleri için para cezası kesildiğini, bir takım önlemler alacaklarını söyleyerek günahlarını örtmeye çalışıyorlar. Utanmadan, çevre felaketi anlamına gelen müsilajdan çok güzel krem yapılabileceğini söyleyebiliyorlar. Yüzleri kızarmadan Kanal İstanbul projesinin müsilajı ortadan kaldıracağı yalanını söylüyor, rant ve yağma politikalarından taviz vermeyeceklerini göstermiş oluyorlar. Yani hiçbir pişmanlıkları olmadığı gibi hiçbir önlem almayacak, tam gaz çevre katliamına devam edecekler. Oysa Marmara Denizinin ölmesi balıkçıların geçim kaynağının bitmesi ve soframıza az da olsa giren balığın daha da pahalanması demek. Müsilaj, Marmara kıyılarında denize girilememesi ve milyonlarca işçinin denize girmeye bile hasret kalması anlamına geliyor. Marmara bu haldeyken Akdeniz ve Ege’deki tatil bölgelerinin fiyatlarının uçacağı çok açık. Bu saydıklarımız doğrudan ve hemen ortaya çıkan olumsuz etkilerdir. Uzun vadede çok daha büyük tehlikeler bizi bekliyor. Uzmanlar müsilaj tabakasının altındaki canlı yaşamının neredeyse tamamının öldüğünü belirtiyorlar.
Çevre sorunu da bir mücadele konusudur
Şimdi kısaca özetlediğimiz çevre sorunları karşısında bir kez daha durup düşünelim. Ekmek parası peşinde koşarken, gündelik yaşamın koşturmacası içerisinde yaşamsal bir sorunu gözden kaçırıyor olabilir miyiz? Çevre sorununu kapitalizm yarattı ama sorun ile soframıza giren ekmek arasında doğrudan bir bağ var. Yani çevre sorunu evimizin içindeki sorundur. Doğanın yıkımı evimizin kolonlarının kesilmesi ile aynı anlama gelmektedir. Kolonlar kesildiğinde evimiz nasıl başımıza yıkılıyorsa doğa yıkıma uğradığında da aynı şey olur.
Tam anlamıyla zincirleme bir kuşatma altındayız. Ücretlerimiz düşüyor, işsizlik ve yoksulluk artıyor, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıdalar zehirleniyor, yok ediliyor. Yaşadığımız şehirler beton mezarlığına dönüştürülüyor. Bütün bu sorunlar birbiriyle bağlantılıdır ve tümü de işçi sınıfının mücadele konusudur. Üzerine bastığımız toprağın altımızdan çekilmesine ve nefessiz bırakılmaya sessiz kalamayız. O halde işyerindeki çalışma koşullarımızı iyileştirmek için, ücretlerimizi yükseltmek için yani acil ve yakıcı sorunlarımızı çözmek için mücadele ederken; çevremize, doğamıza, suyumuza sahip çıkmak için de mücadele etmeliyiz.
Kore Savaşının Hatırlattıkları