Buradasınız
Yoksullukla Mücadele Kapitalizmle Mücadeleden Geçer
17 Ekim 2021 - 18:00
17 Ekim yoksullukla mücadele günü
Birleşmiş Milletler (BM),1992 yılında “yoksullukla mücadele için farkındalık yaratmak amacıyla” 17 Ekimi Dünya Yoksullukla Mücadele Günü ilan etti. Fakat kapitalist sistemin bir örgütünün kapitalizmin yarattığı sorunlarla mücadele etmesi mümkün değildir. Bu örgütlerin sorunları çözme isteği konusundaki samimiyetsizlikleri bir yana, kapitalizmin yarattığı sorunlar ancak kapitalizme karşı mücadele edilerek çözülebilir. Egemenler iklim krizi, savaş, göç ya da çocuk işçilik gibi pek çok sorun için “mücadele günü” ilan ederler, bu sorunlar için toplanırlar, raporlar yayımlarlar, uyarılarda bulunurlar. Konuşurlar da konuşurlar. Bu arada kapitalizmin neden olduğu sorunlar büyümeye, milyarlarca insanın yaşamını cehenneme çevirmeye devam eder. Nitekim 1992’den günümüze kadar geçen 19 yılda yoksulluğun derinleşmesi, toplumsal gelir eşitsizliğin yani zengin ile yoksul arasındaki uçurumun büyümesi çözümün kapitalizmin örgütlerinden beklenemeyeceğini açıkça kanıtlıyor.
Yoksulluk neden var?
Emekçilere hep anlatılan bir masal olan yoksulluğun insanların tembelliğinden, beceriksizliğinden, yeteneksizliğinden, eğitimsizliğinden kaynaklandığı koskoca bir yalandır. Günde 10, 12 hatta 16 saat çalışanlar tembel olabilir mi? Elbette olamazlar ama zengin de değiller. En hünerli makineleri yapanlar, kullananlar, en güzel binaları inşa edenler, çocukları yetiştirip, hastaları iyi edenler yeterince zeki ve becerikli değiller mi? Elbette öyleler ama zengin değiller. Çünkü zengin ve yoksul olmayı belirleyen kriterler bunlar değil. Milyarlarca insanın ürettiğine bir avuç asalağın el koymasını sağlayan kapitalist üretim tarzıdır. Bu yüzden sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen süper zenginlerin serveti, dünya nüfusunun toplam zenginliğinden fazladır bu düzende.
Mesela 2365 kişinin 12 trilyon dolara varan serveti; dünya nüfusunun yüzde 80’inin yani 6,5 milyar insanın toplam zenginliğinden fazla! Yani terazinin bir tarafında 2365 kişi, öte tarafta ise tam 6,5 milyar insan var.
Dünyada yoksulluk
Dünyada 1,3 milyar insan çok boyutlu yoksulluk çekiyor. Bu rakamın yaklaşık yarısını 18 yaş altındaki çocuklar oluşturuyor. Bu çocukların 556 milyonu Sahraaltı Afrika’da, 532 milyonu ise Güney Asya’da yaşıyor. Dünya nüfusunun yarısından fazlası yani 4,1 milyar insan sosyal korumadan mahrum. Afrika gibi devasa bir kıtada herhangi bir sosyal korumaya sahip insan oranı sadece yüzde 17,4.
Düzenin Dünya Bankası gibi uluslararası kurumları açlık düzeyini 1,90 dolarla ölçüyor. Mesela günlük 2 dolar geliriniz varsa aşırı yoksul/aç kategorisinde sayılmıyorsunuz. Gerçek şu ki sefalet içinde yaşayanların sayısı 2 milyarı aşıyor. Milyarlarca insan yemek pişirmek için sağlıklı yağ bulamıyor. Temel sağlık hizmetine ulaşamıyor. Ev denemeyecek yerlerde barınmaya çalışıyor. Milyonlarca insan en az bir kişinin yetersiz beslenme çektiği hanelerde yaşıyor ve güvenli içme suyuna ulaşamıyor.
Pandemide yoksulluk arttı, toplumsal eşitsizlik uçurumu büyüdü
Bu fotoğraf Brezilya’dan. Fotoğrafta hayvan maması ve sabun üreten bir fabrikaya götürülen sakatat artıkları ve kemiklerin arasında yiyecek bulmaya çalışan yoksul bir emekçiyi görüyoruz. Fotoğrafı çeken muhabir ülkedeki yoksulluğun geldiği boyuta dair şunları söylemiş: “Burada işler şimdilerde gerçekten çetin. Kimi insanlar kemik yiyor, diğerlerininse yiyecek kemikleri bile yok.” Brezilya’da 20 milyon kişi açlık sınırında yaşıyor. Pandemi döneminde emekçiler yiyeceklerini kemiklerin arasında aramak zorunda kaldıkları bir sefalete sürüklenirken, milyarderler listesine 42 kişi daha eklendi.
Zaten artmakta olan yoksulluk ve toplumsal eşitsizlik pandemi döneminde daha da büyüdü. Egemenler koronavirüsün “küresel bir felaket” olduğunu söylediler ama her felakette olduğu gibi pandemide de ölenler, daha fazla gelir kaybına uğrayanlar, sefalete sürüklenenler, işsiz kalanlar emekçiler oldu. Zenginler ise daha fazla zenginleştiler.
Pandeminin başından 2020’in sonuna kadar geçen sürede her gün 6000 kişinin pandemi sürecinin yarattığı açlık sebebiyle hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Ama aynı dönemde dünyanın en zengin 20 milyarderi servetini yüzde 68 oranında arttırdı. Süper zenginlerin serveti ise tam 4 trilyon dolar artarak 12 trilyon dolara çıktı.
Türkiye’de yoksulluk
Siyasi iktidarın işçi düşmanı politikalarıyla birleşen ekonomik kriz ve pandemi süreci Türkiye’de yoksulluğu daha fazla derinleştirdi. Genciyle, çiftçisiyle, esnafıyla, işçisiyle toplumun tüm kesimlerinin yaşam standartları düştü, geçim sıkıntısı büyüdü. Ülke ekonomisi ve milyonlarca emekçi eğik düzlemde aşağı doğru yuvarlanıyor. Türk-İş’in verilerine göre Eylül ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 3 bin 49 lira, yoksulluk sınırı ise 9 bin 931 lira oldu. Liranın hızlı değer kaybına bakılırsa Ekim ayının açlık ve yoksulluk sınırı çok daha yüksek olacak. İşçilerin azımsanmayacak bir bölümü ya 2825 lira asgari ücretle ya da asgari ücretin çok az üzerinde bir ücretle çalışıyor. Türkiye, emeklisi en yoksul ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ülkedeki işsiz sayısı 10 milyona dayanmış durumda. 35 milyon insanın kredi kartı veya kredi borcu var. Mama, çocuk bezi gibi temel ihtiyaçlar lüks olmuş durumda. İş o raddeye vardı ki marketlerde kilitli mama, kuruyemiş ve hatta peynir görüyoruz. Yoksulluk yayılıp derinleşirken semt pazarlarında atılmış, çürük sebze ve meyveleri toplayan insanların sayısının artması şaşırtmıyor. Şaşırtmıyor ama öfkelendiriyor. Ülkede büyüyen yoksulluk gerçeği ayan beyan ortadayken egemenlerin “bu ülkede yoksulluk yoktur” söylemi öfkeyi daha da büyütüyor.
Yoksulluk ve göç
Bugün dünyada 300 milyonluk bir insan kitlesi hareket ediyor. Asya’dan, Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Latin Amerika’dan milyonlarca emekçi evlerini, sevdiklerini, anılarını bırakıp umutlarına sarılarak bir bilinmezliğe doğru yola çıkıyor. Göçün nedenleri arasında iklim değişikliği, savaş, işsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar var. Aslında göçe neden olan sorunların hemen hepsi aynı yere, yoksulluğa çıkıyor. Zira geçimini sağlayabilen, barınabilen, sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilen hiç kimse durup dururken yaşadığı toprakları terk ederek neyle karşılaşacağını kesin olarak bilemediği bir yola çıkmaz. Hele ki çoluk çocuğuyla ya da onları ardında, korumasız bırakarak… Yoksulluk göçe yol açarken, göç de yoksulluğun ve belirsizliğin büyümesine neden oluyor. Daha iyi bir yaşam umuduyla göç eden milyonlarca emekçi ne yazık ki yoksulluğun pençesinden kurtulamıyor.
Çocuk yoksulluğu
Dünya Bankası ve UNICEF’in salgın öncesi verilerine göre dünya genelinde 356 milyon çocuk yani her 6 çocuktan biri aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Dünya Bankası, günlük geliri 1,90 doların altında olanları aşırı yoksul kabul ediyor. Yani günlük 2 dolar geliri olan aşırı yoksul sayılmıyor. Kapitalizmin örgütlerinden de daha gerçekçi ve insani bir tutum beklenemezdi zaten. Üstelik bu tablo salgın öncesine ait. Salgın döneminde adaletsizlik, gelir eşitsizliği katlamalı olarak arttığına göre bugün çok daha fazla çocuğun aşırı yoksullukla boğuştuğunu bilmek için âlim olmak gerekmiyor. Dünya genelinde çocuk işçi sayısı ise 160 milyon. Oynaması, okuması, dinlenmesi, uyuması yani çocukluğunu yaşaması gereken 160 milyon çocuk içine itildiği yoksulluk yüzünden çalışmak zorunda kalıyor. Sermaye sınıfı ise semirdikçe semiriyor.
Yaşlı yoksulluğu
Düşünün ki bir emekçi yıllarca çalışıyor, üretiyor, ailesine bakıyor. Yıllar geçip de yaşlandığında toplumsal üretime yaptığı katkının karşılığını almak ve güvenle, huzurla, olgunlaşmanın, hayatı tanımış olmanın, onca birikimin tadını çıkarmak istiyor. Ama bu sistemde emekçi sınıfların, çocukken, gençken, çalışırken peşini bırakmayan yoksulluk yaşlanınca da bırakmıyor. Özellikle 80’li yıllarla birlikte uygulamaya konan neo-liberal politikaların bir parçası olarak emekli aylıklarındaki gerileme ve emekli yaşının, prim gün sayısının artması yaş almış emekçilerin hayatını çok daha fazla zorlaştırdı. Zaten vücudun yaşlanmasının getirdiği sorunların yanına bir de dayanılmaz bir geçim sıkıntısı eklendi. Bugün tüm dünyada yaşlı yoksulluğu yaşanıyor. Yine neo-liberal politikaların etkisiyle sosyal yardımlar ve sağlık sisteminin piyasalaşması da yaşlılıkta emekçileri güvencesiz bırakıyor. Bugün 70 yaşını geçmiş emekçiler kapı kapı gezip iş arıyor ya da çöpten yiyecek topluyorlar.
Kapitalizm yıkılmadan yoksulluk son bulmaz
21. yüzyılda teknolojinin muazzam gelişkinlikte olduğu bir dönemde dünya nüfusunun önemli bir bölümünün yoksulluk içinde yaşamasından daha büyük bir çelişki olabilir mi? Düşünebiliyor musunuz? Bir tarafta turistik gezi misali uzaya yolculuk yapan süper zenginler diğer tarafta ise yoksulluk girdabına çekilen milyarlarca insan var. Bu büyük çelişki kapitalizmin çelişkisidir ve bu sistemde çözülmesi mümkün değildir. Yoksulluk ancak onu yaratan kapitalist sisteme karşı mücadele ederek ortadan kaldırılabilir.
Peki nereye kadar? Her geçen gün büyüyen eşitsizlik uçurumu sürdürülebilir mi? Sağlıktan tarıma, sanayiden inşaata her alanda üretimdeki teknolojik gelişmenin yarattığı imkânları gören ama bunlara erişemeyen, bütün hayatı adeta bir robot gibi çalışmak üzerine kurulmuş, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan emekçilerde öfke birikiminin olmaması mümkün değildir. Dünyanın her yerinde ve elbette Türkiye’de de toplumda alttan alta bir tepki birikiyor ve değişim isteği kendini dışa vuruyor.
Evet, yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik sona erebilir. İnsanlık yeryüzü cennetini kurabilir. Bu yıl 104. yılını kutlayacağımız Ekim Devrimi, kapitalizme karşı mücadelenin de yolunu gösteriyor. Çoğunluk olan işçiler, emekçiler siyasi iktidarı ele alıp yöneten olduklarında ve üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyet prangası kalktığında, emperyalist savaşlara son verildiğinde, militarizme yapılan harcamalar sonlandırıldığında insanın insan gibi yaşayabildiği, kimseye kul, köle olmak zorunda olmadığı bir dünya işçilerin elleriyle kurulacak. Yoksulluk işte o zaman bütün dünyada son bulacak.
Nikbinlik/İyimserlik, umut ve mücadele
Nikbinlik Farsça bir kelime ve “iyimserlik” anlamına geliyor. Nâzım Usta işçi sınıfının bu kahır dolu dünyayı değiştirme gücüne olan inancından aldığı iyimserlikle yazmış bu umut dolu şiiri. “İnanın” diyor çocuklara ve üzüm gibi ezildiği halde hayatta tek bir gün yüzü göremeyen işçilere, emekçilere… “İnanın, Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar!” Evet, açlığın, yoksulluğun, sefaletin olmadığı güzel günlere ulaşacağız. Ama bu, kapitalistlerden medet ummakla değil işçi sınıfının örgütlü gücüyle olacak! Bu gücün kapitalizmi yerle yeksan edip yeni bir dünyanın kapılarını açacağına inananların yılmaz mücadelesiyle mümkün olacak.
Berec Grevi ve Kadınlar