Buradasınız
Kapitalizmde Çocuklarımız İçin Bir Gelecek Yok!
12 Haziran 2022 - 18:45
Koşup oynayan, al al yanaklarıyla, coşkun kahkahalarıyla dünyayı rengârenk bir şenlik yerine döndüren çocuklarımız… Çocuklarımızı böyle hayal ediyoruz, böyle görmek istiyoruz. Ama üstlerinde tulumları, ellerinde nasırlarıyla işçi çocuklarımız var on milyonlarca. Hayatın yükü küçücük omuzlarına yıkılıvermiş çocuklarımız var; doyasıya yemeyi, oyun oynamayı, gülmeyi, uyumayı, hayal kurmayı unutan çocuklarımız...
Çocuklar binlerce yıl evvel Mısır’da madenlerde çalıştırıldı. Roma İmparatorluğu köle emeğine dayanıyordu ve kölelerin çocukları da köleydi alınıp satılan, ölesiye çalıştırılan. 1400’lü yıllardan başlayarak yüzyıllar boyunca Amerika kıtası siyah kölelerin teri ve kanıyla sulandı. Ailelerinden, annelerinin kucağından, çocukluğun kaygısızlığından koparılan köle çocukların acılarına tanıklık etti tarih. Peki ya bugün? “Tarihin gördüğü en ileri, en üstün düzen” denilen kapitalizm işçi sınıfının, emekçilerin çocukları için nasıl bir cehennem yarattı?
Kapitalizm ortaya çıktığından bu yana çocuk işgücü patronlar için en tatlı kâr kaynağı oldu. Çocuk emeğinin ucuz, çocuklar üzerinde baskı kurmanın kolay olması sermayedarların ağzını sulandırdı hep. Çocukların bedenleri ve elleri küçüktü. Dokuma atölyelerinde, tezgâhların altına kolaylıkla girebiliyor, küçük elleriyle ürüne kolaylıkla şekil verebiliyordu çocuklar. Madenlerde daracık oyuklara sığabiliyorlardı, meyve bahçelerinde ağaçlara tırmanabiliyorlardı, bütün gün sokak sokak dolaşıp gazete satabiliyorlardı, daracık bacaları temizleyebiliyorlardı, ayakkabı, şapka dikebiliyorlardı… Bugün de çocuk işçiler çocuk olmak ve mutlu olmak dışında her şeyi yapabiliyorlar.
1800’lü yıllarda İngiltere’de bir çelik fabrikasının sahibi, çocukların gece vardiyasında çalıştırılmasının yasaklanmasına karşı çıkarken “çocuk çalıştırmazsak işlerimiz yürümez” diyordu. “İtirazımız, üretim masraflarının artacak olmasıyla ilgili. Usta işçi ve kısım şefleri bulmak zordur; oysa istediğiniz kadar çocuk bulabilirsiniz” diye anlatıyordu. 1834’te çıkarılan Yoksullar Yasasıyla İngiltere’de yoksulların çalışmadan yardım alması engellendi. Güya amaç yoksulları tembelliğe alıştırmamak ve kendi geçimlerini kendilerinin sağlamasını teşvik etmekti. Bu amaçla workhouse yani çalışma evleri kuruldu. Burada kadınlar, çocuklar ve erkekler ayrı yerlerde kalıyor, aileler bölünüyordu. Aile fertlerinin birbirini görmesi, konuşması yasaktı. Özellikle çocukların durumu daha da kötüydü. Çocuklar bir “hayırsever” iş adamı gelip onları kiralayana (bir anlamda satın alınıyorlardı) kadar burada kalırlardı. Patronun görevlendirdiği bir adam gelir, çocuklara bakar, sağlıklı olanlarını seçip götürürdü. Götürülen çocuklar sözde bir sözleşmenin altına 21 yaşına gelene kadar gittikleri fabrikada çalışmayı kabul ettiklerine dair imza atarlardı. Bu fabrikalarda yatacak yer ve yemek karşılığında günde 14 saate kadar çalıştırılırlardı.
İngiltere’de workhouse, İsviçre’de verdingkinder yani “sözleşmeli çocuk işçiler”… İsviçre’de yoksul, “suç işlemiş”, yasalara ve devletin uygulamalarına muhalefet etmiş, boşanmış ailelerin çocuklarına, yetim ve öksüz çocuklara zorla el konuluyordu. Çocuklar ailelerinin ellerinden alınıyor, sözde ıslah ediliyordu. 5 ilâ 14 yaş arasındaki çocuklar çocuk pazarlarında satışa çıkarılıyor, sözde bakıcı aileler tarafından ucuza satın alınıyordu. Kilise ve devlet çocuk ticareti yapıyor, satılan çocuklar köleleştiriliyor, zenginlik böyle birikiyordu. Çocukların payına sadece ağır çalışma değil dayak, şiddet, taciz de düşüyordu. Köle çocuklar diğer çocuklardan ayırt edilebilmeleri için çıplak ayak dolaşmak zorundaydılar. Nice neslin çizgi filmlerini izleyerek, imrenerek büyüdüğü Alplerin eteklerinde yaşayan cana yakın, yardımsever çıplak ayaklı Heidi de aslında bu çocuklardan biriydi ama gerçek hayattakilerden farklı, “mutlu” gösteriliyordu. 1790’ların sonunda başlayan Verdingkinder uygulaması 1970’lerin başında sona erdi. Ama bu uygulama hiç yaşanmamış gibi davranan İsviçre devletine karşı Verdingkinder mağdurları seslerini duyurmak için uzun yıllar mücadele etmek zorunda kaldı. Bu ısrarlı mücadele sonucunda ancak 2013 yılında İsviçre devleti resmi olarak özür diledi. Halen hayatta olan mağdurlara tazminat ödenmesine ise 2016 yılında başlandı.
UNICEF ve ILO’nun raporuna göre dünya genelinde 160 milyon çocuk işçi var. Üstelik çocuk işçilerin sayısı azalmak bir yana, kapitalizm dünyayı cehenneme çevirdikçe çocuk işçilerin sayısı da giderek artıyor. Bu sayının yarıdan fazlası 5-11 yaş arasındaki çocuklardan oluşuyor. Tehlikeli işlerde çalışan 5 ilâ 17 yaşlarındaki çocukların sayısı ise son 5 yılda 6,5 milyon artarak 79 milyona yükseldi. Çocuk işçilerin 112 milyonu tarım sektöründe, 31,5 milyonu hizmet sektöründe, 16,5 milyonu ise sanayide çalışıyor.
Türkiye’de ise TÜİK raporlarına göre 720 bin çocuk işçi var. Ancak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi göçmen işçi çocukların ve sayısı yüz binleri bulan çırakların bu sayıya dâhil edilmediğini hatırlatıyor. Çocuk işgücü anketleri Ekim ve Aralıkta değil de mevsimlik tarım işçilerinin de eklendiği yaz aylarında yapılsa Türkiye’de en az 2 milyon çocuk işçi olduğunun görüleceğini söylüyor. Çocuk işçiliğiyle birlikte çocuk iş cinayetleri de yaşanıyor. 2013 ve 2021 yılları arasında en az 556 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Her ay ortalama 5-6 çocuk çalışırken hayatını kaybederken AKP’nin iktidara oturduğu günden bugüne geçen 20 yılda en az 811 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti. İSİG Meclisi, Türkiye kapitalizminin geldiği noktayı “Avrupa’nın Bangladeş’i” olarak tarif ediyor.
Ahmet Yıldız 2013 yılında başının baskı pres makinesine sıkışması sonucu hayatını kaybettiğinde 13 yaşındaydı. Patronu hastaneye gittiğinde Ahmet’in trafik kazası geçirdiğini söylemişti. Çocuk işçi çalıştıran, ölümüne sebep olan patrona 24 ay taksitle ödenmek üzere 30 bin 40 lira para cezası verildi.
Çocukların çalışma saatlerinin kısaltılması, tehlikeli işlerde çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması için büyük mücadeleler yürütüldü. Tıpkı işçilerin Jones Ana’sı Mary Harris Jones’un yaptığı gibi. Jones Ana 1903’te ağır çalışma ve iş kazaları nedeniyle solup gitmiş işçi çocuklardan bir grup oluşturarak Philadelphia’dan New York’a yürüyüşe çıktı. Pek çok kentte eylemler, konuşmalar yaptı. “Patron köşklerinin, bu çocukların kırılmış kemikleri, titreyen yürekleri ve eğik başları üzerine inşa edildiğini, onların kısacık yaşamlarının, başkalarını zengin etmek için harcandığını” anlattı. Bu mücadele sonucunda 14 yaş altındaki çocukların çalışması yasaklandı. İşçi sınıfının, işçi anaların, babaların, gençlerin tutması gereken yol bugün de farklı değildir. Kapitalizmin çocuklarımızın eğik başları, alın teri, kanı üzerinde yükselmesine boyun eğmek zorunda değiliz. Çocuklarımız ve insanlığın kurtuluşu için sınıfsız, sömürüsüz sosyalist bir dünya için mücadele vermemiz gerek.