Buradasınız
1914: Savaş türkü söylemeye benzemiyor
8 Kasım 2020 - 01:10
1914 yılının Ocak ayında 1 milyon 450 bin işçi grevdeydi. Ancak patlak veren Birinci Dünya Savaşı, grevleri durduracak ve işçi sınıfının yaşam koşullarını cehenneme çevirecekti.
Çar’ın savaş konuşmasını yapmak üzere balkona çıkmasını merakla bekleyen kalabalığı görüyoruz. Halk, sarayın balkonunda II. Nikola’yı görür görmez dizlerinin üzerine çökerek büyük bir coşkuyla “Tanrı Çarı Korusun” marşını söyleyecekti. Ayakta bekleşen kalabalığın içinde çocuklar gözümüze çarpıyor hemen... Çok değil belki de birkaç ay sonra yetim kalacak küçük Rus çocukları... Herkes bayrama hazırlanır gibi hazırlanmış. Oysa bu savaştı, haksız bir savaş… İnsanın şu yeryüzünde başına gelebilecek felaketlerin en büyüğü…
Rus İmparatorluğu emperyalist yağma savaşından pay kapmak için savaşa dâhil olmuştu. Rus egemenleri İstanbul’u almanın, boğazlara hâkim olmanın hayallerini kuruyorlardı. Günümüzün egemenleri gibi, “biz büyük bir gücüz daha da büyük olacağız” diyorlardı. Emekçilerin zihinlerini milliyetçilik zehriyle bulandırmışlardı. Ama sadece Rus egemenleri değil; İngiltere, Fransa, Almanya ve Osmanlı egemenleri de büyüme hayalleri kuruyorlardı. Zaman an be an emekçilerin tarifsiz acılar yaşayacağı günlere doğru ilerliyordu. Dayanışma TV’nin “Dünyayı Sarsan Devrim: Ayaklar Baş Oluyor!” belgeselinden bir kesit izleyelim:
Savaş yıkım, ölüm, işsizlik ve açlık demekti. Bolşevik Parti işçileri uyarıyor, milliyetçiliğe kapılmamaları için çabalıyor, işçiler arasında dayanışma ağları örüyordu. Rus ordusunun başlangıçta kazandığı başarılar askerlerin ve halkın moralini yükseltmişti ama çok geçmeden savaşın nasıl bir cehennem olduğu anlaşılacaktı. Hiçbir askeri teçhizat ve hatta kimi yerlerde silah dahi verilmeden savaşa gönderilen, cephelerde yiyecek ekmek bile bulamayan askerlerin ölüm haberleri gelmeye başlamıştı. Davul ve zurnaların, coşkulu yurtseverlik şarkılarının yerini ağıtlar almaya başlamıştı. Bir Azeri ananın yüreğinden kopup gelen ağıtında dediği gibi:
Don bölgesindeki Kazaklar, Çarlık Rejimine bağlılıklarıyla bilinen bir halktı. Nesilden nesile Rus imparatorlarına canları pahasına hizmet ettiler. Mihail Aleksandroviç Şolohov, “Ve Durgun Akardı Don” kitabında, savaş yıllarını bir Kazak askerin gözünden aktarır. Cephedeki askerlerin ruh halini, duygu değişimlerini son derece çarpıcı bir şekilde bizlere taşır. Bir asker şöyle der: “Hayatımız baştan sona paralandı, perişan oldu. Kahrolsunlar! Kahrolsunlar! Ölüm bile günahlarını temizleyemez...” Romanda cephede bir Rus asker, Alman bir askerle karşı karşıya gelir. Birbirlerinin dilini bilmezler ancak birbirlerinden farklı olmadıklarını, acılarının ve çilelerinin ortak olduğunu birbirlerinin ellerine bakınca anlarlar. Şöyle seslenir Rus asker: “Ben işçiyim. Niçin öldüreyim seni? Haydi kaç!”
Savaştan bitap düşmüş askerlerin yürekleri artık evlerine, ailelerine kavuşmak umuduyla atıyordu. Savaşın en yakıcı, en dayanılmaz yönüydü hasret… Fotoğraftaki er kim bilir belki sevdiğine, anasına yahut çocuğuna içini döküyordur. “Bekleyin, döneceğim” diyordur, kim bilir? Hasretlik yeri geldiğinde mektuplara işleniyor, yeri geldiğinde dile dolanıyordu. Cephelerde yoksul emekçilerin çocukları sıla türküleri yakıyordu:
“Ah, kumandan, kumandan,
Bırak köyüme gideyim,
Köyüme gideyim bırak!
Anama gideyim, babama gideyim,
Gideyim anama, babama,
Genç karıma gideyim!”
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Sömürüsüz dünyanın yolunu gösterenlere selam olsun!
Ekim Devrimi, işçi sınıfının zorlu mücadelelerle elde ettiği haklarımızın elimizden alındığı, açlık ve yoksulluğa mahkûm edilmek istendiğimiz şu süreçte, çaresiz olmadığımızın, örgütlü ve dayanışma içinde olursak aşamayacağımız hiçbir sorun olmadığının kanıtı adeta…
Gerçekler inatçıdır. Er ya da geç ortaya çıkarlar. Sınıfımızın tarihi bizim gerçeğimizdir ve egemenler ne yaparlarsa yapsınlar gerçeği yok edemezler. Ekim Devrimi gibi muzaffer süreçler bize ışık tutuyor, tutmaya da devam edecek. Şanlı Ekim Devriminin görkemli ışığı ile yolumuzu aydınlatan, bize gerçekleri gösteren, umudumuzu büyüten, dünü bugüne bağlayan UİD-DER’e sonsuz teşekkürler…
Sancaktepe’den bir işçi
Emekçilerin sesi ve sözü
Devrim randevu vermez