Cargill Direnişçileriyle Sohbet ve Düşündürdükleri
Sancaktepe’den bir işçi

Bir akşam UİD-DER’li işçiler olarak çorbamızı alıp gittik direnişçi Cargill işçilerinin yanına. Her zamanki sıcaklıkla karşıladılar bizi. Hepsinin yüzü gülüyor, hepsi umutlu… Hem çorbamızı, çayımızı içtik hem de sohbet ettik, dertleştik. İşe geri dönmek için verdikleri mücadelede yola çıkarken direnişin bu kadar uzun süreceğini hiçbiri bilmiyordu. Bunun hesabını da yapmıyorlardı. Ama kararlıydılar. İşte bu kararlılıkla karşılarına çıkan tüm engellere rağmen bugünlere taşıdılar direnişlerini. Ne uzun süren mahkemeler, ne koronavirüs yıldırabildi onları. Bursa’da başlayan direnişi 10 haftalık direniş planına göre ikinci kez İstanbul’a taşıdılar. Haftanın beş gününü ailelerinden uzakta, açık alanda, beton zemin üzerinde yatarak geçiriyorlar. Küçük çocuğu olanlar neden sadece hafta sonu eve geldiklerini anlatamıyorlar çocuklarına. Doğal olarak çocuklar babalarını her gün evde görmek istiyor. Kimisi arkadaşlarına, çevresine anlatamadığını söylüyor neden direndiklerini. “Tazminatınızı aldınız, daha neyin mücadelesini veriyorsunuz?” diye soruyor insanlar. Onlar da ısrarla asıl meselenin tazminat olmadığını, Cargill patronu nezdinde tüm patronların işçilerin sendikalı olma hakkını engellemesine karşı mücadele verdiklerini anlatıyorlar.
Patronlar hemen her sendikalaşma çabasını işçileri işten atarak, tehdit ederek engelliyorlar. Üstelik işçilerin mahkemeye gideceğini ve kazanacağını bilerek bunu yapıyorlar. Çünkü mahkeme işçilerin sendikal nedenle işten atıldığını onaylayıp işe iadelerine karar verse bile patronlara bedelini ödeyip işçileri işe geri almama hakkı tanıyor yasalar. Ve patronlar işyerine sendikayı sokmamak için bu kadarcık bir bedel ödemekten kaçınmıyorlar. Aynı zamanda açılan davaların sonuçlanmasının yılları alması da rahatlatıyor onları. İşçilerin direnişe geçmesi, fabrika kapısının önünde beklemesi her ne kadar rahatsızlık verse de bu ülkede hak mücadelesinin yasal sınırlar çerçevesine hapsedilmiş olmasına güvenerek mahkeme süreci sonuçlanınca direnişin de biteceğini düşünerek bekliyorlar.
1980 askeri faşist darbesinden sonra örgütlülüğü paramparça edilmiş, hafızası yok edilmiş, geçmiş mücadele deneyimlerinden bihaber durumda olan yeni işçi kuşakları, hak mücadelesinin son derece kısıtlı bir yasal çerçeveye hapsedilmesini istemeden de olsa kabulleniyorlar. Böyle olunca da sendikal tazminatlarını ya da kıdem tazminatlarını aldıklarında mücadeleyi sonlandırıyorlar. İşte Cargill işçileri bunun dışında bir yol izlediler ve sendikal tazminatlarını aldıkları halde işe geri dönene kadar direnişe devam etme kararı aldılar. Böylesi bir dönemde kendi yakın çevreleri dâhil olmak üzere işçilerden “tazminatınızı aldınız, daha neyin mücadelesini veriyorsunuz?” sorusunun gelmesi aslında gayet anlaşılır bir durum. Bu direniş 1980 öncesinde olsaydı muhtemelen bu soruyu soran pek az işçi olurdu. Çünkü o yıllarda işçiler örgütlüydü. Sadece kendi fabrikalarında değil, diğer fabrikalarda verilen mücadeleleri de destekliyor, hatta yeri geldiğinde dayanışma grevleri, eylemleri yapıyorlardı. Patronlara verilecek en ufak bir tavizin ne büyük kayıplara yol açacağını da biliyorlardı. Bundan üç yıl önce bir mektup yayınlanmıştı UİD-DER’in sitesinde: Elma Hadisesi. Eminim mektubu okuyanların hâlâ hatırındadır konusu. Öğle yemeğinde elma gelmesi gerekirken portakal gelmesi üzerine işi durdurup E-5’i trafiğe kapatan işçilerden söz ediyordu mektup. Bu fabrikada çalışan işçilerden biri şöyle diyordu: “Bugün bize sormadan elmayı değiştirmeye cüret edenler yarın kim bilir neleri değiştirmeye niyet ederler. Bak kardeşim bu patron milletinin ipini sağlam tutacaksın ki ipinden kopmasın. İp bir koptu mu bunların yapacaklarının ucu bucağı yoktur.”
Bu örnek 1980 darbesinin işçi sınıfı üzerinde ne kadar büyük bir tahribat yarattığını gösteren en güzel örneklerden biri bence. 1980 öncesinde bir elma meselesini dahi mücadele konusu yapan işçiler, bugün ise “tazminatınızı aldınız, daha neyin mücadelesini veriyorsunuz” diyen işçiler… 80 öncesinde işçilerin en küçük eylemi karşısında tir tir titreyen patronlar, bugünse işçileri işten attığı halde “biz yasaları uyguladık, işçilerin sendikalaşmasına karşı değiliz” gibi pişkince açıklamalar yapan patronlar… 80 öncesinde işçi sınıfına yönelik saldırıları yasalaştırmaya kalktıklarında muazzam bir direnişle karşılaşan ve geri adım atmak zorunda kalan hükümetler, bugün ise her türlü hak gaspını hayata geçiren, grevleri yasaklayan, mücadele eden işçileri terörize eden bir siyasi iktidar…
Bugün Türkiye’deki tablonun genel görünümü böyle. Ama bu tablonun önemli bir kısmı daha var. Her şeye rağmen şu ya da bu düzeyde mücadele veren, direnen işçiler var. Çeşitli fabrikalarda grevler, direnişler, eylemler yaşanıyor. Kimi iki günde kazanımla sonuçlanıyor, kimisi aylarca hatta yıllarca sürüyor. Kimi kazanımla, kimi kısmi kazanımla, kimisi de yenilgiyle sonuçlanıyor. Sonucu ne olursa olsun bir yerlerde yakılan bir mücadele ateşi mutlaka oluyor. Sermaye sınıfının ve onların hizmetindeki siyasi iktidarın işçi sınıfına yönelik saldırılarını arttırdığı, buna karşılık işçi sınıfının genel olarak örgütsüz olduğu koşullarda bu mücadelelerin her birinin bir değeri, önemi var. Her şeyden önce bu mücadeleler bizzat mücadeleyi yürüten işçilere çok şey öğretiyor. Bir sınıf olduklarının farkına varmalarını, sınıf dayanışmasını yaşayarak öğrenmelerini sağlıyor. Diğer işçilere örnek ve umut oluyor. Bu mücadeleler bize sermaye sınıfının işçilerin mücadelesini hiçbir koşulda tam olarak bastıramayacağını, küllendiği sanılan ateşin eninde sonunda yeniden harlanacağını gösteriyor. Elbette sabırla, dirençle, uzun soluklu mücadeleyle…
Ölümsüzlüğü Arayan İmparatora Ne Oldu?
Son Eklenenler
- İzmir’de Tekgıda-İş Sendikasının örgütlü olduğu Oryantal Tütün Paketleme (OTP), TTL Tütün ve Sunel Tütün fabrikalarında süren grevler anlaşmayla sonuçlandı. Genel-İş Sendikasında örgütlü İzmir Konak Belediyesine bağlı MER-BEL işçileri düşük ücret...
- Dünyada ve Türkiye’de olup bitenler üzerine sohbet ederken genç bir işçi kardeşimiz, “valla artık haberlere bakmıyorum, zaten benim kendi derdim başımdan aşkın” dedi. Aslında hepimizin derdi başından aşkın. Ama belki de bu nedenle çevremizdeki...
- Sömürüye başkaldırının sembolü, tüm dünya işçilerinin ortak duygularla ve taleplerle alanlara çıktığı, evrensel bir mücadele günü olan 1 Mayıs yaklaşıyor. Yüreği 1 Mayıs coşkusuyla, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle çarpan tüm işçilere selam...
- 2 Nisan 2024’te İstanbul Beşiktaş’ta Masquerade isimli gece kulübünde çıkan yangında 29 işçi yaşamını yitirmişti. Aileler aradan geçen bir senede adaletin sağlanmamış olmasına, asli kusurluların tutuklanmamasına tepkili. Mahkemeye sunulan ikinci...
- Arjantin’de faşist devlet başkanı Javier Milei’nin 2023 yılı sonunda iktidara gelmesinden bu yana işçiler üçüncü kez genel greve çıktı. Genel İş Konfederasyonu’nun (CGT) çağrısıyla 10 Nisan Perşembe günü ülke çapında 24 saatlik grev gerçekleşti....
- Panayırdaki gösteri için adam avazı çıktığı kadar bağırarak müşteri çekmek istiyormuş ama gösteri o kadar kötüymüş ki kimse adama kanıp gösteriye gitmiyormuş. Panayır açılalı epey olmuştur ve çığırtkana kanarak girenlerin söyledikleri de kulaktan...
- İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Peki, hangi koşullarda karşılıyoruz 1 Mayıs’ı? İşçiler, emekçiler olarak hepimiz ağırlaşan sorunlarımızın çözülmesini, üzerimizdeki baskının hafiflemesini istiyoruz....
- Kocaeli Gebze’de bulunan Alman sermayeli Erlau Metal fabrikasında işçiler, Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze 1 No’lu Şube’de örgütlendi. Sendika yakın zamanda Çalışma Bakanlığından yetki belgesini almasına rağmen işveren yetki itirazında bulundu....
- Kasım 2024’te Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer tutuklanarak görevden alınmış ve ardından belediyeye kayyum atanmıştı. İşçiler üzerinde baskı uygulayan kayyum yönetiminin tazminatlarını ödemeden, haklı gerekçe göstermeden pek çok işçiyi...
- Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) geçtiğimiz hafta Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Öğretmen Atama ve Yönetici Görevlendirme sonuçlarını açıkladı. Sonuçların açıklanmasının ardından eğitim sendikaları atamaların ölçülebilir ve somut...
- Gerek dünyada gerekse yaşadığımız ülkede öyle olaylar, öyle gelişmeler yaşanıyor ki ilk bakışta her şey çok bilinmeyenli bir matematik denklemi gibi karmaşık ve anlaşılmaz görünebilir. Nasıl ki matematikte karmaşık problemleri çözebilmek için...
- İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı, 1940’lı yıllarda Zonguldak köylüsünün “mükellef” adı altında bedavaya çalıştırıldığını belgeleyen bir tanıklıktır. Dönemin tek partili rejiminde, İsmet İnönü madeni teftişe gittiğinde, karşısına dizilen...
- Ha geldi, ha gelecek, yok yok bu sene gelmeyecek derken Yaren leylek Bursa’nın Karacabey ilçesinde, Uluabat Gölünün kıyısında balıkçı Âdem amcayla buluştu. On dört yıllık dostluk! Adı gibi yarenlik yapıyor Âdem amcaya. Aslında kimsenin haberi...