Buradasınız
Kapitalist cehennemde uyanış
6 Mart 2021 - 23:15
Burada yoksulu ezen
Sefaletin kaynağısınız siz,
Kuru ekmeğini ağzından
Çekip alanlar da siz.
Ama paranız ve mallarınız
Günün birinde uçuverecek
Yağmur yemiş kar gibi.
O zaman sizden kalacak olan ne?
(Almanya’daki dokumacı işçilerin şarkısından bir kesit)
Kapitalist üretim biçiminin hâkim olması ve sanayinin üretim sürecine girmesiyle, o güne kadarki toplumsal yapı altüst oldu. Günde 14 ile 16 saat çalışma sonrasında işçiler, tümüyle bitkin düşüyorlardı. Çalışma koşulları özellikle kadınları ve çocukları etkiliyordu. Daha fazla kâr elde etmek isteyen kapitalistler, yüksek ücret talep eden erkek işçiler yerine kadın ve çocuk işçileri işe alıyorlardı. Beslenemeyen, uyuyamayan, temiz oksijen soluyamayan bu minik bedenler uzun saatler ayakta kaldıkları için bünyeleri iflas ediyor ve omurgaları kaydığı için sakat kalıyorlardı. Fakat yetişkin işçilerin durumu da farklı değildi; çalışma ve yaşama koşulları öylesine tüketiciydi ki, işçiler daha 40 yaşına gelmeden ölüp gidiyorlardı.
Elizabeth Gaskell, 1810’da Londra’da varlıklı bir ailede doğmuş ve İngiltere’de sanayi hızla gelişirken işçi sınıfının durumuna şahitlik etmiş bir yazardı. İşçi sınıfının çalışma koşullarına ve yaşamına değinen ilk romanı onun yazdığı söylenir. North and South, yani Kuzey ve Güney adlı bu roman, o yıllarda dokuma atölyelerinde çalışan işçilerin dünyasına götürür bizi. İngiltere’nin güneyindeki kırsal bölgelerde sakin bir hayat süren Margaret, ailesiyle birlikte kuzeydeki bir sanayi kentine taşınmak zorunda kalır. Margaret, Milton denilen bu kentte yalnızca gri fabrikalar ve puslu bir hava görür. Hasta, sıska, aç işçi çocuklar, pamuk tozuyla dolu ciğerleriyle ölümü bekleyen kızlar, öksürerek acı içinde ölen işçi mezarları görür. Ama grevleri de, işçilerin mücadelesini de görür. Bir fabrikanın içini gördükten sonra güneydeki kuzenine bir mektup yazar Margaret ve şöyle der: “Cehennemi gördüğüme inanıyorum. Ve cehennem beyaz, cehennem kar beyaz…” Aynı adlı romandan uyarlanan diziden kısa bir kesit izleyelim ve Margaret’e bu satırları yazdıran o beyaz cehennemi görelim…
İşçi sınıfının hiçbir sosyal ve demokratik hakkı yoktu. Tam anlamıyla kölelik koşulları hakimdi. Ancak bu böyle gitmeyecek ve kısa süre sonra işçi sınıfı, başta İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’da sendikalar kurarak örgütlenmeye girişecekti. 1810’da dönemin en gelişmiş sanayi merkezi olan Manchester yöresinde yün eğiricilerinin başlattığı grev, tez zamanda genişleyerek 30 bin işçiyi kucaklamıştı. İşçilerin örgütlenmesinin ve grevlerin önüne geçemeyen egemenler, 1824’te İngiltere’de sendika kurma hakkını yasalaştırmak zorunda kaldılar. İlerleyen yıllarda sendikalar, People’s Charter, yani Halkın Bildirgesi adında bir oluşum etrafında toplandılar. İş saatlerinin düşürülmesini, yoksullara da oy hakkının tanınmasını, ücretlerin iyileştirilmesini istiyorlardı.
1840’lı yıllarda işçi sınıfının büyük önderi Friedrich Engels, bir kitap yazdı. Bu kitap İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu adını taşıyordu. Ve kapitalist sömürü düzeni altında işçi sınıfının vahim durumunu çok çarpıcı biçimde ortaya koyuyordu. Yığınlar, çoluğuyla çocuğuyla, kadınıyla erkeğiyle insanlar artık posası çıkmış işçilerdi, işsizlerdi, serserilerdi, umutsuzluk bataklığına düşmüş biçare güruhlardı, üzerinde güneş batmayan ülke olan İngiltere’de. İngiltere’nin egemen sınıfları zenginleştikçe işçi sınıfı kopkoyu bir sefalet içinde diplere doğru çekiliyordu. Yine işçi sınıfının büyük önderi Marx, kapitalist üretimin yapısını incelediği dev çalışması Kapital’de, işçilere seslenerek “anlatılan senin hikâyendir” diyordu. Şimdi The Mill, yani Fabrika dizisinden kısa sahneler izleyelim ve bu hikâyeye bir kez daha tanıklık edelim. İşçi sınıfının patronlar sınıfına karşı neden yaman ve kesintisiz bir mücadele vermek zorunda olduğunu bilincimize kazıyalım.
Emekçi Kadınlardan 8 Mart Mesajları
Bir işçi anne olarak en temel sorunlarımızdan birinin doğum ve süt izin haklarımız olduğunu yaşadıklarım bana bir kez daha gösterdi. Bebeğim üç aylıkken işe çağrıldım ve gitmesem işsiz kalacaktım. Mecburen işe erken başlamak zorunda kaldım. İşe ilk döndüğümde süt sağma alanı olarak çöpün yanında priz olduğunu, orada sütümü sağabileceğimi söylediler. Yaklaşık iki hafta sonra sorun yaşamaya başladım. Sağımı geciktirdiğim için ağrılarım başlamıştı. Bir gün memelerimden artık süt akmış, kıyafetim sütten ıslanmıştı. Postabaşına gidip bantta yerime birini vermesini, sağım yapmam gerektiğini söyledim. Kendisi de bir kadın olmasına rağmen halimi anlamadı ve iki saatte bir izin veremeyeceklerini söyledi. Ben de beni işe erken çağıranların kendileri olduğunu ve bu durumu kabul etmediğimi söyleyerek üretim müdürünün yanına gittim. Madem beni işe çağırdınız o halde süt sağmamı engelleyemezsiniz dedim. O gün yaşadıklarım bir işçi kadın ve anne olarak beni çok öfkelendirmişti. İtirazlarım sonucunda, bebeğimin en doğal ihtiyacı olan sütü bir çöp kutusunun yanında da olsa sağmaya devam ettim ve kadın ağırlıklı çalıştığımız işyerinde benden sonra doğum sonrasında işe dönen kadın arkadaşlarımız artık kimseye sormadan sütlerini sağabildiler. Bir anne ve bebeği için en temel, en doğal hak olan süt hakkını bile mücadeleyle alabildik. Bu anlamda UİD-DER Kadın Komitesinin taleplerinden biri olan doğum ve süt izin haklarının uzatılması daha da önem kazanıyor. Bu yıl da 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününde bu taleplerimizi daha fazla kadın arkadaşlarımıza ulaştırmalı ve sesimizin çıktığı her yerde dile getirmeliyiz. Doğum ve Emzirme İzni Uzatılsın!
İstanbul/Pendik’ten bir kadın işçi
Yaşasın uluslararası dayanışma