Buradasınız
1905: “Majesteleri, bu zaten bir devrim!”
7 Kasım 2020 - 18:45
Neden acı içtiğimiz su
Niçin gözyaşı karışmış ekmeklerimize
Dün neydi, yarın nedir
Soruyorlar, cevap veriniz!
Haydi dudaklarımızdaki tuz
Ellerimizden fışkıran ter
Alınlarımızdaki tüm çizgiler...
Haydi umut
Haydi akıl
Ey cesaret!
Soruyor sessizce yatan gölgeler
Yarın nelere gebedir?
Elif Çağlı
1905 Devrimiyle, 20. yüzyılın devrimci dalgası Rusya’da başlamıştı. Eskinin köylüsü olan Rusya işçi sınıfı, tarih nehrinin yatağını değiştirecek mücadelelere imza atacaktı. Mutlak monarşinin yıkılıp kimi demokratik adımların atılmasına, bir yasama meclisi olan Duma’nın kurulmasına ve çok partili seçimler yapılmasına uzanan 1905 Devrim süreci, işçi sınıfının en geri katmanlarına bile Çar’dan medet umulamayacağını gösterdi.
3 Ocak 1905’te Petersburg’un en büyük sanayi işletmesi olan Putilov fabrikasında çalışan 12 bin işçi, işten atılan 4 arkadaşlarına sahip çıkarak greve gitti. Ülkenin dört yanına yayılan genel grev dalgasının da işaret fişeğini yakmış oldu. Nihayetinde 150 bin işçi, taleplerini bir dilekçeyle Çar’a sunmak için Kışlık Saraya doğru yürüyüşe geçti. Bu yürüyüşe katılan insanlar Pazar gününe has özel elbiselerini giymişlerdi, kimisi Çar’ın resimlerini ve dini pankartlar taşıyordu. Çar babalarının onlara yardım elini uzatacağını düşünen emekçiler yanıldılar, onları Çar Babaları değil kılıç ve mermileriyle Çarlığın ordu ve polis kuvvetleri karşıladı. İşte dilekçeden devrime uzanan süreç böyle başladı.
Fotoğraf 1905 yılında Kursk şehrindeki bir gösteriye ait… Binden fazla emekçinin katledildiği haberleri Kursk gibi ülkenin tüm şehirlerine yangın hızıyla yayıldı. Büyük sanayi merkezlerinde binlerce işçi greve çıkıyor, gösteriler düzenliyordu. Bu ölçekteki bir işçi ayaklanmasına Rusya daha önce tanık olmamıştı. Ücretlerin yükseltilmesi, çalışma süresinin kısaltılması, fabrikalarda bir revirin olması, çocuk işçilere zor işler verilmemesi, tuvaletlerin sağlığa uygun hale getirilmesi, içme suyunun kaynatılması gibi başlangıçta işyeri koşullarıyla sınırlı olan talepler; grev dalgasının büyümesi ve genişlemesiyle giderek siyasallaştı. Rusya’da emekçiler söz hakkı istiyordu.
Tırmıklarını göğe kaldırmış köylü kadınlara bakıyoruz. Başlarında beyaz yemenileriyle yaşadığımız toprakların kadınlarına ne çok benziyorlar değil mi? Kentler nasıl işçiler tarafından sarsılıyorsa, köylerde de devasa köylü grevleri yaşanıyordu o dönem... Rusya’nın kırsal nüfusunun 3’te 2’si topraklarını zengin toprak sahiplerinden kiralıyordu ve bu topraklarda tarım emekçisi olarak çalışıyordu. Grev yapan yoksul köylüler toprak talep ediyor, haklarını istiyorlardı. Kentlisi, köylüsü Rusya’nın emekçileri yüzlerce yıldır baskı ve zorbalıkla, kamçı zoruyla yönetilmeye karşı ayağa kalkıyordu.
Yükselen mücadele ordu ve donanma içinde de yankısını buldu. Öyle ki Çarlığa bağlı subaylar, ordunun üçte birinin halkla birlikte olduğunu açıklıyor, endişe duyduklarını ifade ediyorlardı. Askerlere kurtlu ve kokuşmuş etlerle yapılmış yemekler veriliyordu, subayların baskısı dayanılacak gibi değildi. Haziran ayının sonunda Karadeniz filosuna ait bir gemi olan Potemkin zırhlısında bir isyan patlak verdi. Mürettebat gemiye kızıl bayrak çekmiş ve devrimi selamlaşmıştı. Çarlık rejimi, Potemkin üzerine 3 gemilik bir filo gönderse de amacına ulaşamadı, üç gemideki askerler de Potemkin’e taarruzda bulunmayı reddettiler.
Ekim ayı boyunca Rusya, işçi sınıfının daha önce görülmedik bir genel grev dalgasına sahne oluyordu. 750 bin ulaşım işçisi, Rusya’nın tüm ulaşımını felç etmiş ve işçi sınıfının gücünü göstermişti. Demiryolu grevi, Çarlığın baskı ve saldırılarını da olanaksız kılıyordu, çarlığa bağlı birlikler grev bölgelerine ulaşmakta ciddi sıkıntılar çekiyordu. Grevler yaşamın her alanına, bankalardan üniversitelere, oradan da bakanlık ve baro koridorlarına yayıldı. Ulaşım, iletişim, metal, enerji sektörü… Grevler bir sektörden diğerine sıçrıyor, ekonomik taleplerle başlasa da giderek politikleşiyordu, iktidarı sarsar hale geliyordu. İşçi sınıfı, egemenlere “biz buradayız, bizi tanımak ve haklarımızı vermek zorundasınız” diyordu!
Rus İmparatoru Çar II. Nikola, aynı bugünün egemenleri gibi öylesine güç zehirlenmesi içerisindeydi ki yaşananları algılayamıyor, kavrayamıyordu. İçişleri Bakanıyla arasında geçen bir diyalog Çar’ın nasıl körleştiğini gözler önüne seriyordu. İçişleri Bakanına dönüp öfkeyle karışık bir şaşkınlıkla şöyle demişti: “Neden gelişen olaylardan bir devrimmiş gibi söz ediyorsunuz, anlamadım.” Aldığı cevap ise şu olur: “majesteleri, bu zaten bir devrim!”
Rusya’yı baştan aşağıya sarsan grev dalgası, sonunda mutlakıyetin teslim olmasına yol açtı. 17 Ekim 1905’te, yüzyılların kan ve nefretine bulanmış Çarlık hükümeti, işçi sınıfının ve savaştan yorgun erlerin kararlı mücadelesine teslim olmuştu. Yayınlanan bildirgeyle bir başbakan atanıyor, Rus halkının temel yurttaşlık hakları kâğıt üzerinde tanınıyor ve bir yasama meclisinin, yani Duma’nın seçileceği ilan ediliyordu.
UİD-DER’li işçilerden mesajlar: Sömürüsüz dünyanın yolunu gösterenlere selam olsun!
Şanlı Ekim Devrimi… Takvim yaprakları Ekim 1917’yi gösterdiğinde işçiler Bolşevik Parti önderliğinde iktidarı ele aldı. Şüphesiz ki Ekim Devrimi dünya işçi sınıfına ışık tutacak deneyimlerle doludur. Ekim Devriminin her yıldönümünde içimi bir coşku kaplıyor. 1917’de olan devrimin ruhu mücadeleye ve işçi sınıfının gücüne olan inancımı daha da arttırıyor. Birlik olduklarında hiçbir engelin işçilerin önünü kesemeyeceğini tekrar görmüş oluyorum. Bugünkü koşullar o zamanın koşullarından çok farklı değil. Bu kötü koşulların yok olması, sınıfsız ve sınırsız bir dünyada yaşamanın tek yolu işçi iktidarından geçiyor. Yaşasın Devrim! Yaşasın Sosyalizm!
Ankara’dan hizmet sektöründen genç bir işçi