Orhan Kemal’in “Gurbet Kuşları”
![](https://uidder.org/sites/all/modules/lazyloader/image_placeholder.gif)
Elimize alıp okumaya başladığımız bazı kitaplardaki karakterler ailemizden biri, iş arkadaşımız, kapı komşumuz gibi tanıdık gelir bize. Hele kitabın yazarı Orhan Kemal ise, köyden dedemizi, kasabadan babamızı, köyden kente çalışmaya gelen yoksul köylü ailelerini ya da kentte yaşam savaşı veren işçileri yanı başımızda buluruz. “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı romanda, aynı köyden iki arkadaşıyla birlikte yorganları omuzlarında Çukurova yollarına düşen İflahsızın Yusuf’la tanışırız. Yusuf’un iki arkadaşından biri, pamuğun tozuna ve fabrikanın soğuğuna dayanamayıp vereme yakalanmış, diğeri ise iş cinayetine kurban gitmiştir. Bu yüzden de İflahsızın Yusuf köyüne yalnız dönmüştür. O zamanlar Yusuf’un küçücük olan afacan oğlu Memed, “Gurbet Kuşları” romanında büyümüş, bıyıkları terlemeye başlamış, tığ gibi bir delikanlı olarak çıkar karşımıza. Gurbet yollarına düşme sırası İflahsızın Yusuf’tan büyük oğlu İflahsızın Memed’e geçmiştir.
Memed de gurbet yoluna kuşluk vakti treniyle düşer. Dürdüğü yorganı sırtında, tahta bavulu elinde Çukurova’dan çok ötelere, İstanbul’a gidenlerin arasına katılır. O yıllar, “İstanbul’un taşı toprağı altın” sözünün zihinlere derince kazındığı yıllardır. Burjuvazinin İstanbul’da yıkım-yapım işleri için ameleye ihtiyaç duyduğu kulaktan kulağa yayılarak Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşmıştır. Orhan Kemal romanında, İstanbul’a gelen bu gurbetçilerin birbirlerini tanımadıkları halde nasıl dayanışma içine girdiklerini, akraba olan kimilerinin ise nasıl düşman kesildiklerini, gurbetçilerin sevgilerini, özlemlerini, hasretlerini, korkularını işlemektedir. Azimlidir de gurbetçiler. Üst üste yükselttikleri briketlerle inşa ettikleri küçücük gecekonduları yıkılsa da yenisini yaparlar bir gecede.
Zaman 1950’nin ortaları, Demokrat Partinin iktidarda olduğu yıllardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra devletin tek partisi CHP, köylünün kapısındaki iki koyundan birini, ambarındaki tahılın yarısını devletin sopasını göstererek zorla çekip almış, kendi burjuvasını yaratmıştır. Bu burjuvaların nasıl zengin olduklarına dair rivayetler toplumun kulağına öyle kuvvetli üflenmiştir ki, dağ bayır aşarak yedi düvele yayılmıştır: “Küçücük bakkal dükkânıyla başladı, çalışarak, çok çalışarak zengin oldular…” CHP ve devlet, burjuvaziyi semirttikçe semirtirken, köylünün, işçinin sırtına yapışmış bir kene gibi şiştikçe şişmiştir. Köylü, CHP’den ve devletten öylesine bıkmış ve öylesine korkmaktadır ki, kurtulmak için yılana sarılmaya bile razıdır. İşte tam o zaman da, CHP’den ve devletten hiç işitmedikleri bir sözü, DP söylemiştir: “Yeter söz milletindir!”
Elbette, DP’nin derdi köylüyü, işçiyi düşünmek olmasa da, emekçiler üzerlerindeki baskıların değişmesi umuduyla DP’ye büyük oranda oy vermiş, 27 yıllık CHP iktidarını alaşağı etmiş ve Menderes’i başa getirmiştir. Aynı yıllarda, CHP’nin yoktan var edip semirttiği büyük burjuvaların yanı sıra, DP’yi destekleyen burjuvalar da emekçilerin tepesine binmeye başlamıştır. Üstelik bu ikinciler, bir ayağı köyde bir ayağı şehirde, bir anda baldırı çıplaklıktan kabzımallığa, kabzımallıktan müteahhitliğe, fabrika sahipliğine, milletvekilliğine yükselen, mala-mülke sahip olan ve büyükler kadar olmasa da semiren cinstendi. DP’nin yarattığı burjuvalar İstanbul’da inşaat alanında, yıkım-yeniden yapım işlerinde ve diğer işlerde, bir insanın yaşamak için nefes almaya ihtiyaç duyduğu gibi işçiye ihtiyaç duymaktadırlar. İşte bu ihtiyaç sonucu, “İstanbul’un taşı toprağı altın” sözü kulaktan kulağa yel olur dere, tepe aşarak en ücra köylere dek ulaşır Anadolu’nun dört bir yanına.
Devletin ve patronların işçi ihtiyacını karşılamak için trenler her gün Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden ve köylerden İstanbul’a “gurbet kuşları”nı taşımaktadır. Bu gurbetçiler Haydarpaşa Garı’nı, denizin üzerinde yüzen kocaman gemileri, vapurları, çok katlı binaları ilk gördüklerinde şaşırıp kalmışlardı! Bundan böyle inşaatlara omuzlarında tenekelerle harç taşıyacak, yüksek yüksek binalar yapacaklardı.
Deri ve tahta ökçeli ayakkabıları ilk onlar giydi, yeni aldıkları ceketlerini omuzlarına atarak kendilerinden sonra gelenlere yarı-İstanbul yarı-köy ağzıyla ilk onlar yol tarif ettiler. Şehirdeki yakınlarına imrenenler de birbiri peşi sıra göç yollarına düştüler. İstanbul’un kenar mahallelerinde gecekondular için ilk kazmaların nasıl vurulduğunu, ilk filizlerin nasıl dikildiğini tüm yalınlığıyla işler Gurbet Kuşları’nda Orhan Kemal.
Kuşluk treniyle Anadolu’dan İstanbul’a üçüncü mevkide gelen “gurbet kuşları”ndan birisi de İflahsızın Memed’dir. Memed, Sivas’ın bir köyünden, köyün yamacından geçen trene, küçük kulübeli istasyondan binmiştir. Omzunda yorganı, elinde tahta bavuluyla ilk defa bindiği tren İstanbul’a doğru yol almaktadır oflaya puflaya. Memed, Gafur’un birkaç yıl önce köye izne geldiğindeki halini, caka satarak yürümesini, İstanbul’da sebze-meyve dükkânı olduğundan söz etmesini hatırlar. Gafur mektupta İstanbul’da inşaat işlerinde işçiye ihtiyaç olduğunu, inşaat işi olmasa bile kabzımallık işinde birlikte çalışabileceklerini yazmış ve Memed’in İstanbul’a gelmesini istemiştir.
Memed Haydarpaşa’da trenden iner, bir yanda önünde boylu boyunca uzanan deniz, denizin üzerinde yüzen koca koca vapurlar, bir yanda kocaman gar, garın içine giren çıkan karınca sürüsü gibi insan kalabalığı. İnsan kalabalığına baktığında emmisinin babasına, babasının da kendisine anlatıp durduğu “şeher insanı cin mi cin, sen sen ol şeher insanın güvenme” sözleri geçer zihninden. O sırada kravatlı birinin, trenden inen lastik ayakkabılı, elbiseleri yamalı “gurbet kuşları”na doğru bakarak, kin ve nefretle, “Allah ormanları yakanın belâsını versin. Bu ayıların İstanbul’da ne işleri var” diyerek onları aşağıladığını görür. Memed, sövüp sayan kravatlının sözlerinden pek bir şey anlamaz. Haydarpaşa Garı’ndan çıkar, sora sora Gafur’un mektupta yazdığı adresteki Küçükpazar Hali’ni bulur. Hal içerisinde sorarak anasının hısmı Gafur’u bulur. Memed Gafur’u bulur bulmasına ya, Gafur Memed’e sanki hiç tanımıyormuş gibi soğuk davranır. Gafur Memed’i gördüğüne sevinmek şöyle dursun yüzüne bile bakmaz. Gafur, yalanını Memed’in öğrenmemesi için onu kendisinden ve çalıştığı dükkândan uzak tutmak ister ve başından savmak için türlü bahaneler uydurur. Köye mektubu iki yıl evvel yazdığını, iki yıldan beri İstanbul’a göç edip gelenin çok olduğunu, iş bulmanın çok zor olduğunu, hele hele okuma-yazma bilmiyorsa hiç iş bulamayacağını söyler Memed’e. Oysa Gafur’un kendisi de okuma -yazma bilmemektedir. Ama hem köye gittiğinde, hem de köye gönderdiği mektupta okuma-yazma öğrendiğini söylemiştir. Gafur’un böyle soğuk davranmasına ve yüzüne bile bakmamasına şaşıran Memed’in sevinci yok olur, morali bozulur, ne yapacağını bilemez olur.
Akrabası Gafur, Memed’i orta yerde bırakınca, aynı sebze-meyve dükkânında hamal olarak çalışan Sivas Divriğili Veli yakınlık göstererek destek olur Memed’e. Memed Veli’den, Gafur’un dükkânın sahibi değil işçilerinden biri olduğunu ve okuma-yazma bilmediğini öğrenir. Sebze-meyve dükkânının sahibi ise 10-12 sene önce Niğde’nin bir köyünden gelen, sebze-meyve dükkânının eski sahibi 5-6 yıl önce şüpheli bir şekilde öldükten sonra onun hem karısına hem de dükkânına konan kabzımal Hüseyin Korkmaz Efendidir.
Veli kendisine yakınlık gösterip onu kaldığı bekâr odasına götürse de, Memed babasının “şeher insanı cin mi cin” sözünü hatırlar ve kendisini kazıklamasından, soymasından şüphelenir. Veli’nin Memed’i götürdüğü yerde farklı farklı bölgelerden 15-20 gurbetçi işçi yatıp kalkmaktadır. İşçilerin barındıkları yer terk edilmiş eski bir handır. Handa yatıp kalkanlardan biri de Hacı Emmi’dir. Hacı Emmi, handa barınan işçilerden gecelik 50 kuruş kira almaktadır. Memed de günlük 50 kuruş kira ödeyerek handa kalmaya başlar. Cebindeki para tükenmeden bir an evvel iş bulmayı düşünür. Köylüsü ve rahmetli anasının akrabası Gafur’un kendisini orta yerde bıraktıktan sonra Memed’in tek isteği bir iş bulup çalışmaya başlamaktır. İş bulmak için dolanır durur. Bir iş bulabilse 2-2,5 lira gündeliğe bile razıdır. Birkaç gün sonra Hacı Emmi, Memed’e aynı handa kalan yıkım ustası Bekir’in yanında iş bulur.
Memed iş bulmuştur, Balıkpazarı’nda yıkım işinde çalışmaktadır. 2 liraya razıyken gündelik 12,5 lira alacaktır. Lakin günlüğünün 2,5 lirasını kendisine iş buldu diye Hacı Emmi çekip almaktadır elinden. Memed, birlikte kaldığı yıkım işçilerden Kastamonulu ile arkadaşlık kurmaya başlar. Kastamonulu, 10 yaşına kadar doğduğu köyde yaşamış, köyün okulunda okuma-yazma öğrenmiş, annesinin başka biriyle kaçmasından sonra babasıyla birlikte İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a geldikten sonra babası onu ortaokula göndermiştir. Kastamonulu okumayı seven, hakkını bilen, işini iyi yapan ve aklı başında genç bir işçidir. Kastamonulu’nun babası Murat Usta, o sıralarda Moda’da bir köşk inşaatında duvar ustası olarak çalışmaktadır.
Diğer tarafta ise Gafur’un çalıştığı sebze-meyve dükkânının sahibi Hüseyin Korkmaz, İstanbul’da bir yanda yıkım, bir yanda yapım işleri iyiden iyiye hızlanınca, bu işten de pay kapmak için müteahhitliğe başlamıştır. Meyve-sebze dükkânı ile eskisi kadar ilgilenemez olmuştur. Sebze-meyve dükkânının işlerini kâtip Hilmi ile Gafur’a ve hamal Veli’ye bırakmıştır. Gafur’a Moda’daki köşkünün alt katında bir oda vermiştir. Hüseyin Korkmaz’a artık kabzımal Hüseyin Efendi değil, müteahhit Hüseyin Bey denir olmuştur. Hüseyin Korkmaz, uzun boylu, yakışıklı, kırklı yaşlardadır. Niğde’nin köylerindendir. İstanbul’a ilk geldiğinde Unkapanı’nın kahvelerinin araka taraflarındaki bekâr odalarında yatıp kalkmış, yedi-sekiz yıl önce de çalıştığı sebze-meyve dükkânına hamal olarak girmiştir. Şark kurnazı olan Hüseyin Korkmaz, bir vakit sonra patronunun gözüne girmeye başlayınca, patronun konağında bir odada kalmaya başlamıştır. Yaşlı patronun kendisinden genç ve cilveli karısı Nesibe, genç, yakışıklı ve uzun boylu Hüseyin’i gözüne kestirir. Hüseyin de yaşlı patronunun cilveli karısının kendisiyle ilişki kurmasına dünden razıdır ve memnundur. Hüseyin Korkmaz’ın patronu bir müddet sonra şüpheli bir şekilde ölür. Patronunun ölümünün hemen sonrasında Hüseyin ile Nesibe imam nikâhı kıyarak evlenmişlerdir. Nesibe, sebze-meyve dükkânının ve evin tapusunu Hüseyin’in üzerine yapar. Hüseyin Korkmaz, kendisinden büyük olan ve artık çaptan düşmeye başlayan imam nikâhlı karısı Nesibe’yi iki yıl önce boşamış ve köyüne göndermiştir.
Hüseyin Korkmaz, Nesibe’yi boşayıp köyüne göndermesinden bir süre sonra bir akşam Tepebaşı gazinosunda Nermin ile tanışır. Kısa süre sonra Nermin ile Hüseyin Korkmaz evlenirler. Nermin, birkaç yabancı dil bilen, babası doktor, güzel, alımlı ve kurnaz bir kadındır. 1950 öncesindeki tek parti döneminde CHP’li biriyle evlidir ve Ankara’da ikamet etiği yıllarda kocasını milletvekili ve yüksek bürokratlarla aldatmış ve daha sonra kocasından boşanmıştır. Nermin’in çantasında Ankara’daki politikacı ve bürokratlardan çok kişinin hatırlı kartı mevcuttur. 1950 seçimlerinde DP’nin iktidar olmasından sonra CHP’den ayrılarak DP’ye yakın olanların safına katılmış, ardından Ankara’dan İstanbul’a yerleşmiştir. Nermin’in DP’ye olan yakınlığı sayesinde Hüseyin Korkmaz İstanbul’da yıkım-yapım işlerinden bolca ihaleler alır, aldığı ihaleleri yüklü bir aracılık komisyonuyla başkalarına devrederek bu işten kasasını doldurur. Nermin ise bir yandan yakışıklı ve uzun boylu, ama köylü dilini bir türlü düzeltemeyen kocasını yontup düzeltmek için uğraşırken, diğer taraftan lüks otomobiliyle hem iş bağlamakta, hem de hovardalık etmektedir. Hüseyin ile Nermin’in Moda’da oturdukları köşke, kısa sürede Şişli ve Osmanbey’de iki apartman daha eklenmiştir.
DP’nin her mahallede yaratacağını söylediği milyonerlerden biri de kabzımallıktan müteahhitliğe yükselen Hüseyin Korkmaz ve karısı Nermin olmuştur. Nermin, Hüseyin’in konuşmasını, oturup kalkmasını biraz düzeltmesi için uğraşır ki, ileride parti içinde siyasette yükselebilsin, milletvekili olabilsin. Nermin kocasının kaba, köylü konuşması ile alay etmekte, her fırsatta olur olmaz ortamlarda onu küçük düşürmekte, kendi bildiğince yol yordam öğretmeğe çalışmaktadır. Hüseyin Korkmaz ise zenginliği, köşkü, yeni bina sahibi olmayı sever, ama törenden falan hiç hazzetmez, hatta sıkılır. En büyük zevki karısının eve gelmediği gecelerde beyaz gecelik entarisini giymek, kendisi gibi köylü şivesiyle konuşan hizmetçiye bulgur pilavı pişirtmek, turşu ve ayranla yer sofrasında bağdaş kurarak yemektir. Hüseyin Korkmaz’ın karısı Nermin ise CHP’li ve DP’li sanatçıların, şairlerin toplandığı mekânlara ve evlere gitmeye başlamıştır. Nermin, katıldığı toplantılardan ve gittiği evlerden CHP’lileri ve ikili oynayanları DP’nin ileri gelenlerine ihbar ederek ileride kocasını milletvekili yapmaları için göze girmeye uğraşmaktadır.
Hüseyin Korkmaz ile karısı Nermin’in oturduğu Moda’daki köşklerinde, yirmi yaşlarında adı Ayşe olan bir hizmetçi çalışmaktadır. Ayşe’nin anası ve babası köyde ölmüştür. Ayşe, köyünden İstanbul’a on yıl önce gelmiştir. Ayşe’nin köyünde kimsesi yoktur. İstanbul’daki tek yakınları ise on beş günde bir izin günlerinde ziyarete gittiği Hatçe ablası ve Rıza eniştesidir. Rıza bir emaye fabrikasında çalışmaktadır. Hatçe ise evde dikiş diker, başkalarının çamaşırlarını yıkayarak evin geçimine katkıda bulunmaya çalışır ve çocuklarına bakar. Hatçe ve Rıza’nın Zeytinburnu’nda iki göz bir gecekonduları, okula giden iki oğulları vardır. Ayşe, Hatçe ablasının kocası Rıza eniştesi gibi bir kocasının olmasını ve onların çocukları gibi çocuklarının olmasını istemektedir. Nermin ile Hüseyin ise Ayşe’yi Gafur ile evlendirmek istemektedirler ama Ayşe Gafur’dan hoşlanmaz, sevimsiz ve itici bulduğundan evlenmeye yanaşmaz. Ayşe, Gafur’un kişiliksiz olduğunu tez zamanda anladığı için hiç yüz vermez, her defasında tersler. Rıza eniştesi gibi bir koca hayal ettiğini ablasına da söylemiştir.
Tüm bunlar olurken yıl 1955’tir ve devlet emekçileri gayri Müslimlere karşı kışkırtmak için “Yunanlar Atatürk’ün doğduğu eve bomba attı” yalanını yaymış, 6-7 Eylül olaylarını tezgâhlamıştır. Rumların dükkânları, evleri talan edilmiş, onlarca gayri Müslim katledilmiş, yüzlercesi yaralanmıştır. Bu saldırının ardından Rumların çoğu doğduğu toprakları terk edip, bilmedikleri Yunanistan’a göçmek zorunda kalmıştır.
Memed, yıkım işinde canla başla çalışması sonucu ustaların gözüne girer, gündeliğine de zam yaptırır. Artık yakın arkadaş olduğu Kastamonulu’dan yazı yazmayı öğrenmiş, köydeki babasına kendi eliyle yazdığı mektup göndermiştir. Kendisini düzgün ifade etmeyi de öğrenmeye başlamıştır, köyden gelenleri aşağılamaya kalkan kravatlılara hak ettikleri cevabı vermektedir. Kastamonulu, arkadaşı Memed’i duvarcı ustası olan babası Murat Usta ile tanıştırır. Memed, Moda’da Hüseyin Korkmaz’ın köşkünün hemen karşısında yapılan başka bir köşkün inşaatında Murat Usta ile birlikte çalışmaya başlar. Çalıştıkları köşkün inşaatında içme suyu yoktur. Bir gün Hüseyin Korkmaz’ın köşkünün bahçesindeki musluktan içme suyu doldurmaya giden Memed, Ayşe ile tanışır. Önce atışırlar, Ayşe Memed’i bir güzel paylar, ama kısa sürede birbirlerini severler. Memed, Murat Usta’nın yanında yavaş yavaş duvar örmeyi öğrenir, duvarcı ustası olur. Usta duvarcı gündeliği almaya başlar. Okuma-yazmasını iyice ilerletir. Bu arada Ayşe’yle karşılıklı sevgileri de günden güne pekişir.
Hüseyin Korkmaz müteahhitlik işleriyle uğraştığı için sebze-meyve dükkânına pek uğramaz olmuştur. Sebze-meyve dükkânında boş kasaları ve boşalan çuvalları eskiden beri el altından satan ve paralarını aralarında paylaşan Kâtip Hilmi ile Gafur paylaşma konusunda anlaşamazlar. Kâtip Hilmi, boş kasaların ve çuvalların satışından Gafur’a pay vermez olmuştur. Kavga ederler ve Gafur, kâtip Hilmi’yi bıçaklar. Gafur hapse girer. Kâtip Hilmi de hastaneye yatırılır. Gafur hapse girdiğinde Ayşe, Hüseyin Korkmaz’la konuşur ve Memed’i Gafur’un yerine işe almasını ister. Memed sebze-meyve dükkânında işe başlar. Bir vakit sonra Ayşe’yle Memed evlenirler ve Ayşe’nin köşkteki odasına taşınırlar. Memed, sebze-meyve dükkânında kâtiplik işi dâhil her işi görmektedir.
Memed, köye babasına mektup yazar ve İstanbul’da düzenini kurduğunu, kardeşlerini de alıp gelmelerini söyler. Mektubu alan babası Yusuf ve çocukları çok sevinirler. Yusuf, gururla muhtara okutur Memed’in kendi eliyle yazdığı mektubu. Eşyalarını hazırlarlar, bir gece sabaha karşı köyün hemen kıyısından geçen İstanbul trenine binerler. İstanbul’a indiklerinde Memed ve Ayşe, istasyonda karşılarlar Yusuf, Ümmü, Hasan ve Ali’yi. Köyden gelen baba ve çocukları Ayşe ve Memed’in odasının hemen karşısındaki eskiden Gafur’un kaldığı odaya yerleşirler. Yusuf, Çukurova’ya gurbete çıktığında dediği gibi, “el öpmeynen ağız kirlenmez” fikrinde olduğu için Hüseyin Korkmaz Yusuf’u çok sever. Yusuf da Hüseyin Korkmaz’ı. Yusuf, başlangıçta oğlu Memed’in İstanbul’a kendilerini çağırmasından gurur duymuşken, sonradan Memed’in kendisine karşı yukarıdan bakan ve küçümseyen bir tavır içinde olduğundan şikâyet eder, rahatsız olur ve araları açılmaya başlar. Yusuf, Memed’in kendisine karşı olan tutumundan gelini Ayşe’yi sorumlu tutar ve gelinine karşı kin güder.
Hüseyin Korkmaz, Yusuf’a kendisinin ve Memed’in DP’nin Vatan Cephesi’ne üye olmaları koşuluyla onu da işe alacağını söyler. Yusuf, Hüseyin Korkmaz’ın önerisini hemen kabul eder ve Vatan Cephesi’ne yazılır. Memed ile karısı Ayşe ise Vatan Cephesi’ne yazılmayı kabul etmezler ve bu yüzden de işten atılırlar. Zeytinburnu’nda Hatçe ve Rıza’nın evlerine yakın kiraladıkları tek odalı gecekonduya taşınırlar. Memed, inşaatlarda duvarcı ustalığı yapmaktadır, Ayşe ise bir iplik fabrikasında işe girmiştir. Memed, babasının kendisine ve karısı Ayşe’ye karşı düşmanca davranması yüzünden hem babasıyla hem de kardeşleriyle olan bağını koparmıştır ve görüşmemektedir.
Yusuf sebze-meyve dükkânında kâtip Hilmi ile birlikte çalışmaktadır, kızı Ümmü ise Hüseyin Korkmaz’ın köşkünde hizmetçiliğe başlamıştır. On dört yaşına girmiş Ümmü kız, biraz boy atınca, eski köylü giysilerini çıkartır, köşkün sahipleri Nermin ile Hüseyin Korkmaz’ın aldığı şehirli giysileri giyer. Gafur, cezasını yatıp hapisten çıkar, köşke gider. Yusuf, Gafur’a Memed’in sözünü dinlemeyip Vatan Cephesi’ne yazılmadığını, karısı Ayşe’nin de oğlu kadar kötü olduğunu anlatır. Gafur, Memed’e karşı, hem Ayşe ile evlendiği, hem de okuma-yazma öğrenip işini elinden aldığı için kin ve nefret duymaktadır. Hüseyin Korkmaz, Yusuf’u Bilecik’teki inşaatın başında durması için göndermeyi düşünmektedir. Bu yüzden de Gafur’a, kâtiple barışması halinde onu tekrar işe alacağını söyler. Gafur bu öneriyi hemen kabul etse de, kâtip Gafur ile barışmayı ve aynı yerde çalışmayı kabul etmez. Hüseyin Korkmaz’ın kâtibe dükkânda ihtiyacı olduğundan Gafur’u işe almaz, ama çalışmadığı halde Vatan Cephesi’ne yazıldığı için her ay maaş verir. Gafur, Vatan Cephesi’ne katılmış, zamanının çoğunu Vatan Cephesi’nin adamlarının oturup kalktığı mahalle kahvelerini dolaşarak geçirmeye başlamıştır. Yusuf ve iki oğlunun Bilecik’e gitmesinin ardından Gafur köşkteki eski odasına yerleşir, Ayşe’den sonra bu kez de kendisinden yirmi yaş küçük olan Ümmü’ye göz diker. Ümmü’yle evlenmeyi düşünür. Ama Ümmü bakkalın çırağını sevmekte ve geceleri gizli gizli buluşmaktadır. Bakkalın çırağının amacı ise Ümmü’yle gönül eğlendirmektir. Gafur ile bakkalın çırağı anlaşarak kızdan ikisi de faydalanmaya bakarlar.
Öte tarafta ise Memed ile Ayşe kiracı oturdukları tek odalı evden çıkıp Zeytinburnu’nun arka mahallesinde satın aldıkları çatısız, temelsiz boş arsaya taşınırlar. Bütün mahalleli gibi Memed ile Ayşe de gece olduğunda gecekondularını bitirmeye uğraşırlar. Ayşe hamiledir, karnı burnunda olduğundan işten çıkmıştır. Gece-gündüz arsanın başındadır. Her gece karı-koca gün ışıyana dek evlerini bir an evvel bitirmek için çalışırlar ve nihayet iki göz evlerini bitirip içine girerler.
Gafur, Memed’e karşı duyduğu kin ve nefret duygusunun bir kısmını kız kardeşi Ümmü’yü kandırıp kullanmak suretiyle tatmin etmiş olsa da, bu yaptığı kötülükle yetinmemektedir. Gafur, hapisten çıktığından beri Memed ve Ayşe’nin izini sürmektedir. Bir gün Memed ve Ayşe’nin gecekondusunun olduğu mahalleye gelir, Ayşe’nin karşısında durarak, kin ve nefret dolu sözlerle hakaret eder, söver sayar. Ayşe de Gafur’a pabuç bırakmaz ve ağzına geleni söyler. Gafur, yaptıkları gecekonduyu başlarına yıktıracağı tehdidini savurur. Ayşe, akşam işten gelen Memed’e Gafur’un gelip tehditler savurduğunu söylemez. Sabaha karşı mahalleye uzun süredir söylentisi süren yıkım ekipleri gelir, polis ve jandarma eşliğinde bütün gecekondular yerle bir edilir. Gafur, gecekondular bir bir yıkıldığında uzaktan ellerini ovuşturarak izlemektedir. Evlerinin yıkılması sonucu Memed’in dünyası da başına yıkılır, çöker kalır ve ağlamaktadır. Ayşe ise dimdiktir, dirençlidir, ayaktadır. Roman, Ayşe’nin Memed’e doğru bakarak söylediği şu sözlerle biter: “Kalk lan kalk. Gene yaparık, yenisini yaparık.”
Bu özetten de görülebileceği gibi, Orhan Kemal Gurbet Kuşları’nda 1950’li yılların toplumsal panoramasını çizer. Bu panorama canlı, ayrıntılı ve gerçekçidir. Kırdan kente, taşradan büyük şehre göç olgusu ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel görünümleriyle gözler önüne serilir. Bunun doğurduğu toplumsal sonuçlar canlı bir tablo içinde sunulur. Romanı okuyan bu toprağın insanı onda kendinden çok şey bulacaktır. Zaten Orhan Kemal’in bir romancı olarak gücü ve sevilmesinin başlıca nedeni burada yatar. Onun bu yeteneğini gören Nazım Hikmet, hapiste onunla birlikteyken, bir ağabeyi olarak, şiiri bırakıp düzyazıya odaklanmasını tavsiye ederek onu bu doğrultuda teşvik etmiştir. Böylece Türkçe edebiyat büyük bir romancı kazanmıştır. Romanlarında sosyalist dünya görüşü çerçevesinde toplumsal gerçekçi bir doğrultu benimseyen Orhan Kemal, toplumu ve bireyleri ele alırken daima sınıfsal bir perspektifi gözetmiştir. İçinde yaşadığımız toplumu tüm devinimleri ve canlığı içinde anlamak isteyen herkes halkın içinden gelen bir yazar olarak Orhan Kemal’in eserlerine gereken önemi vermelidir.
Metalde Direniş Günlüğü (4 Haziran)
Son Eklenenler
- Yaşanan depremlerin, yangınların, sellerin bir felakete veya katliama dönüşmesinin sebebi patronların kâr düzeni ve kâr hırslarıdır. Dolayısıyla bu yaşananlar sınıfsaldır. Tek tek kişilerin sorunu değil, bir bütün olarak işçi sınıfının sorunudur,...
- Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen 16 Şubatta ikinci kez gözaltına alındıktan sonra 17 Şubatta savcılık tarafından ifadesi alınmadan, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi ve tutuklandı. Türkmen’...
- İngiltere işçi sınıfı, Filistin halkı için yürüttüğü ulusal eylem günleri kapsamında 15 Şubatta başkent Londra’da bir kez daha meydanlara çıktı. Hükümet binalarının bulunduğu Whitehall’da toplanan çeşitli sendikalardan, siyasi partilerden ve sivil...
- 2025 yılı için asgari ücretin son derece düşük belirlenmesi işçileri şaşırttı ve haklı olarak öfkelendirdi. Pek çok işçi, “daha yüksek belirlenmesini bekliyorduk” dedi. Aynı öfke emekli maaşları için de söz konusu. Öte yandan metal işçileri de...
- Temel Conta işçilerinin grevi 10 Aralıktan bu yana sürüyor. İşçiler, yaklaşık bir yıl önce sendikalı olma kararı almış, Petrol-İş Sendikası Aliağa Şubesi’nde örgütlenmeye başlamışlardı. Petrol-İş Sendikası, Çalışma Bakanlığı’ndan yetki belgesini...
- Sırbistan’ın ikinci büyük şehri olan Novi Sad’in tren istasyonu 2022 yılında cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri kampanyası sırasında yapılmıştı. Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic de istasyonun açılış törenine katılarak, 60 yıl sonra bu istasyonu...
- Urfa’nın Viranşehir ilçesinde Kadıköy Güneş Enerji Santrali’nde (GES) Kalyon ve Eksim Real Enerji şirketlerinde çalışan işçilerin 11 Şubatta başlattığı iş bırakma eylemi tüm baskılara rağmen devam ediyor. Bezmialem Vakıf Üniversitesi şantiyesinde...
- 6 Şubat Maraş merkezli depremlerin üzerinden iki yıl geçti. Söylemesi dile kolay olan bu cümle alt metinde bizlere birçok şey anlatıyor. Dönüp geriye baktığımızda yaşanan onca acı ve keder bizlerin zihinlerinde tekrar tekrar canlanıyor. UİD-DER’li...
- Donald Trump bir kez daha ABD başkanı seçildi. Seçilir seçilmez de ilk bakışta deli saçması gibi görünen açıklamalar yapmaya başladı. Mesela Amerika’nın Grönland’ı alması gerektiğini söyledi. Bu, Trump’ın kafasından çıkmış çılgın bir fikir gibi...
- Antep Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde sefalet zammına karşı direnişe geçen tekstil işçilerinin mücadelesi yasaklarla, baskı ve saldırılarla engellenmeye çalışılıyor. 14 Şubat günü, tüm saldırılara rağmen direnişlerini sürdüren Başpınar...
- Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri (ADSM), Ağız ve Diş Sağlığı Hastaneleri (ADSH) ve devlet hastanelerinde çalışan diş hekimleri ve sağlık çalışanları “Yüksek MHRS sayıları, kısıtlı süreler, eksik istihdam, sağlıksız ve güvenli olmayan birimler, düşük...
- Türkiye’de yasalarda her işçinin özgürce sendikaya üye olabileceği yazıyor. Ama resmi istatistiklere göre çalışanların yüzde 85’inden fazlası sendikasız. Sendikalı çalışmak yasal olmasına ve ücret, ikramiye, sosyal haklar bakımından avantajlar...
- Çok açık ki iktidarın “Aile Yılı” ilan etmesi aileler refaha kavuşsun diye değil, sermayenin ve iktidarın çıkarları içindir. İşçi aileleri için daha büyük yoksulluk, daha kötü çalışma koşulları, acı ve gözyaşı, hatta ölüm getireceği sır değildir.