Buradasınız
Tarihin İzinde: Fırçadan Tuvale Emek
28 Kasım 2020 - 12:12
Tarih boyunca sömürücü zalimlere karşı mücadele etti emekçiler, hiçbir zaman topyekûn boyun eğmedi insanlık. Sömürülen ve horlananlar, zorlu dönemeçlerden geçip bedeller ödeyerek bugüne geldi. Kimi zaman acze düştüler, çile çektiler ama kimi zaman da tarihin yelelerini ellerine aldılar. Sanatın çeşitli alanları bunun yakından tanığıdır. Şiirler, ezgiler, romanlar, öyküler, masallar…
Bilelim ki boyun eğmeyen insanlık, sadece kelimelerle anlatmadı serüvenini… Boyalarla, fırçalarla da anlattı, tuvallere işledi. Bu resimler geçmişten bugüne insanlığın ortak hafızasının parçasıdır ve bize bir şeyler anlatırlar. Kimisi egemenlerin kibrini ve zalimliğini anlatır; kimisi ise emekçilerin çilesini ve zalimler düzenine başkaldırısını… Emeğin fırçasından dökülen boyalar dile gelsin şimdi ve anlatsın bize; emeğin sömürüsünü, mücadelesini ve zulme direncini.
Zenginliğin kaynağı doğa ve emektir. Emektir üreten, dönüştürüp şekil veren. Dünden bugüne emekçiler kahır dolu günler yaşadı, akıldışı işlere sürüldü. İşte bir nehrin kıyısında, adeta yük hayvanı gibi halatlarla gemi çeken emekçiler… Sırtlarında paçavralarla bitap düşmüşler, belli ki kan ter içindeler! Ya gözlerindeki çaresizliğe ne demeli? Burlak denirdi onlara; Volga nehrinin, Neva nehrinin burlakları… Çarlık Rusya’nın, namı diğer halklar hapishanesi Rusya’nın resmidir bu! Emekçilerin bir parça ekmek uğruna nasıl bir hayat kavgası verdiğinin, nasıl ezildiğinin güçlü bir ifadesidir. Ama bu emekçilerin torunları modern sanayi işçisi oldular ve kapitalist düzeni yıktılar; işçilerden oluşan bir iktidar kurdular.
Efsaneye göre gaddarlığıyla anılan Kral Nemrud, tanrılar katına yükselmek ve kendisini ölümsüz kılmak için göklere erişen bir kule inşa ettirmeye karar verir. Resmin merkezinde kibir kulesi Babil’i, sol alt köşede ise kuleye tek taş bile koymayan kibir abidesi Nemrud’u görüyoruz. Yanında silah kuşanmış askerler var, önünde ise diz çöküyor taş kıran, taş taşıyan işçiler. Görüyor ve anlıyoruz ki bugünün egemenlerine atalarından miras; kibirleri, güç ihtirasları, barbarlıkları ve hatta kimisinin Nemrud suratı… Babil kulesi kibrin ve Nemrud ise kötülüğün simgesidir. Gelecek kuşaklar da kapitalist düzeni ve bu düzenin egemenlerini böyle anacaklar.
Hırçın dalgalar gibi geminin güvertesi de kızılca kıyamet! Boğaz boğaza bir dövüş var karşımızda, kara derililer palayla saldırıyor insanlara. Bu bir vahşet, barbarlık! İlk bakışta manzara bu ama kim ola ki bu kara derililer? Neden bu kadar öfkeliler? 1800’lerin yüzlerce köle gemisinden yalnızca biridir Amistad. Kelime anlamı dostluktur, ilginç! Sierra Leone’den silah zoruyla kaçırılan insanlar bu gemilere doldurulup Amerika’ya götürülüyor, köle olarak satılıyordu. Dönemin efendileri bir kap yemek karşılığında onlara her türlü işi yaptırıyordu. Bir efendi, kölesine isterse tecavüz edebilir ve onu öldürebilirdi. Amistad’a doldurulan kara derililer, 1839 yılında köle tüccarlarının palalarını ellerine geçirip isyan ettiler.
Bu dünya anlatılması güç nice acılara tanıklık etti. Hem de modern bir çağda köleleştirilen siyahların gördüğü zulmü ve kahrı anlatması güçtür. Bu tablo, siyahların çektiği acı ve isyana dairdir. İsyan etmekte haklı değiller miydi? Asıl barbar olan kimdi?
Zaman aktı kendi yolunda, kapitalizm gelişti. Fabrikalar ve şehirler kuruldu, işçi sınıfı doğdu. Zincirli kölelik son bulmuştu artık, devir ücretli kölelik devriydi! Sömürüye ve zulme karşı yeni bir silah keşfetti işçi sınıfı; GREV! Bilinen ilk grev tablosu da budur. Tablo ilk olarak 8 saatlik işgünü hakkı için verilen mücadelenin doruğa çıktığı 1886 yılında, ABD’de sergilenmiştir. Dönemin sözde sanatsever tuzu kuruları burun kıvırırken bu tabloya, grev silahını kuşanan ABD’li işçiler sahip çıkmışlardır. “Grev” tablosunun çok sayıda kopyası işçiler arasında elden ele dolaşacak ve böylece bu tablo hem bir mücadele aracı, hem de dönemin emek hareketinin sembolü haline gelecekti.
Rusya’dayız yine, bu kez Putilov metal fabrikasının önündeyiz. 30 bin kişilik bir fabrika bu! 30 bin kişilik bu işçi ordusu, pür dikkat konuşmacıyı izliyor. Eli sargılı, belli ki cepheden yeni dönmüş bir işçi gazetede okuduklarıyla kürsüdekinin sözlerini kıyaslıyor. “Ekmek, Toprak, Barış!” diye haykırıyor konuşmacı, öyleyse “vakit tamam, iktidar işçi sınıfının olmalı!” diyor. Takvimler Ekim 1917’yi gösterdiğinde yekvücut oldu emekçi kitleler, o elin işaret ettiği yere yöneldiler, sömürü ve zulmün üzerine yürüdüler. Ve nihayet yıkıldı halklar hapishanesi Rusya! Çarların, çariçelerin, efendilerin Rusyası yıkıldı! Rusya’nın burlakları, köylüleri ve işçileri kurtuldu esaretten! 1917 Ekim’inde Rusya’da son buldu sömürü, ayaklar baş oldu!
Şimdi dönelim ilk tablomuza… Gemi çeken Burlaklardan en genç olanı, dikkat edin diğerlerinden farklıdır. Başını yere eğmemiştir, gözünü ufka dikmiştir. Onu esir alan kayışlarından kurtulmak istemektedir sanki! Yarım asır öncesinden 1917 Ekim’inin habercisidir ilk tablomuz, bugünün insanına da çok şey anlatır; koşullar ne denli zahmetli olursa olsun, umut her daim olmalıdır. Zulme ve sömürüye boyun eğmeyen insanlık, bir gün sonsuza kadar kurtulacak esaret prangalarından biliyoruz. Yeter ki inansın ve yekvücut olsun!
Çalışma Yaşamında Orman Kanunları