Buradasınız
Mücadele ve kardeşlik ezgileri söylüyoruz/7
31 Aralık 2020 - 23:50
Yunanistan’da 1967’de darbe olmuş ve faşist cunta yönetime el koymuştu. 14 Kasım 1973’te Atina Teknik Üniversitesi (Politeknik) öğrencileri darbecilere karşı bir mücadele başlattılar. Üniversiteyi işgal ederek direnişe geçtiler. Kendi kurdukları radyodan “çocuklarınız konuşuyor” anonsuyla mücadele çağrıları yaptılar. Eylem diğer üniversitelere de yayıldı ve ardından Yunanistanlı işçi ve emekçiler de meydanlara çıkarak faşist cuntaya karşı mücadele başlattı. Politeknik öğrencisi gençlerin kıvılcımını çaktığı bu mücadele1974 yazında faşist cuntanın devrilmesiyle sonuçlandı.
“En güzel etki iki benzer ruhun birbirine yaptığı etkidir” demiş Alman edebiyatçı Goethe… Mesela gerçek manada dostluğun ne olduğunu yaşamında sınayan insanın bu söze itiraz etmesi mümkün müdür? Peki, benliği aynı ruhla dolup taşan on binlerden bahsediyorsak? Ne güzeldir hep bir ağızdan şarkılar söylemek… Bir grevde, mitingde, bir meydanda yani tek vücut olmak ne güzeldir. İnsanlar sanki kalpten kalbe görünmez iplerle birbirlerine bağlanır böyle zamanlarda, tarifsiz duygular yaşanır. Şimdi tarihte bir yolculuğa çıkıyoruz ve böyle bir zamana gidiyoruz.
Yunanistan, Ekim 1974… İşçilerin, emekçilerin ve öğrencilerin protestolarının da etkisiyle Ege’nin karşı kıyısında, Yunanistan’da, faşist cunta çözülmüştü. En karanlık gecenin bile sonu vardır sözünü hatırlatırcasına zamanı korkuya boğanlar yenilmişti. Yaklaşık yarım asır önce Ege’nin karşı kıyısında ekmek ve özgürlük türküleri söylemek için bir stadyumda buluşan sınıf kardeşlerimiz evlerimizin konuğu şimdi… Sahnede ise cuntanın yasaklı müzisyeni Mikis Theodorakis ve devleşen sesiyle Maria Farantouri… Koca stadyumu bir duygudaşlığın sarıp sarmaladığını görmemek mümkün mü? İnsanın yüreğini titreten bu muazzam atmosfere kendini kaptırmamak peki?
Mekân olarak yine Ege’nin karşı kıyısındayız ama duygu dünyamız benzer. Her biri içimizde farklı duygular uyandırır, dertlerimize sevinçlerimize, acılarımıza ortak olur türküler. Bu türkülerden biri 1911’de, Selanik’te genç bir kızın dilinden dökülüvermiş. 1. Balkan Savaşı yıllarıdır. Selanik eşrafından Rüstem Ağanın kızıdır Fitnat. Babasının yanında çalışan Mehmet’e gönlünü kaptırmıştır. Ailelerin onayıyla düğün yapmaya hazırlanırlar. Fakat Fitnat düğünden bir hafta önce hastalanır. Şehri saran kolera salgını onu da yataklara düşürür. Öleceğini anlayan Fitnat acısını türküye döker;
Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Dökün sularımı boydan aşağıya
Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür
Fitnat düğüne üç gün kala vefat eder. Mehmet sevdiğinin mezarını kazar ve mezarın başında Fitnat’ın yarım kalan türküsünü tamamlar.
Selanik içinde selâ okunur
Selânın sedası cana dokunur
Gelin olan kıza kına yakılır
Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver
Zaman dörtnala koşup duran bir at misali geçip gidiyor. Geçip giden zamana ömür diyor insanlık… Ömrümüz boyunca mutlulukla acıyı, umutla düş kırıklığını iç içe yaşıyoruz. Yaşadığımız karanlık dönemde her şeye rağmen umudu yitirmemek ve mücadele ateşini harlamak insanlık için su kadar ekmek kadar yaşamsal!
Umuda ve yaşama sevincine mercek tutan bir filmden, Zorba’dan bahsetmek istiyoruz. Çevrelerindeki insanlara refah ve bolluk getirmek isteyen ve bu ortak amaçla birbirlerine bağlanan iki insanın yaşamına tanık oluyoruz bu filmle… Planları suya düşse de sevdiklerini kaybetmiş olsalar da bu iki arkadaş birbirine tutunmayı ve dibe batmamayı başarıyorlar. Filmin en dramatik anı ise arkadaşlardan birisinin diğerine bir dans, sirtaki öğretmeye çalıştığı sahnedir. Bu kült filmin müziklerini yapan Mikis Theodorakis ve başrol oyuncusu Anthony Quinn 30 yıl sonra bir araya gelirler. Zorba’daki Sirtaki sahnesi yeniden sahne alır. Yüreğinden yaşam sevincini bir an olsun eksiltmeyenlere, emeğin serüvencilerine ayna tutsun diye paylaşıyoruz.
UİD-DER’li İşçilerden Yeni Yıl Mesajları
Dünya işçi sınıfının yeni yılı kutlu olsun. Almanya’da yaşayan bir öğrenci ve işçi olarak aslında ülkeler değişse de işçi sınıfına yapılan baskı ve haksızlıkların aşağı yukarı aynı olduğunu söyleyebilirim. Emekçiler, alnın teri kurumadan karşılığını alabilmeli ama alamıyor, alamıyoruz. Bizler de refah içerisinde yaşamayı, evlatlarımızın iyi bir eğitim almalarını istiyoruz. Pandemi sürecinde zor zamanlardan geçiyoruz. Pandemi bahanesiyle işçilere uygulanan baskı her yerde artmış durumda. Gün geçtikçe işçinin, emekçinin hakları elinden alınıyor. Bütün ülkelerin işçileri olarak bir olmadığımız sürece bu sistemi de yenemeyiz. İşçi sınıfına uygulanan baskılar din, dil, ırk ayırmıyor. Bizler de patronlar sınıfına karşı birlik olmalı ve mücadeleyi daha da kuvvetli şekilde, azimle sürdürmeliyiz. Süreç ne kadar zorlu olursa olsun bizler daha çok birlik olmalıyız. Haklarımıza sahip çıkmalı ve dünya işçi sınıfının mücadelesini geleceğe taşımalıyız. Çünkü dünyaya barış, adalet, eşitlik ve özgürlük ancak işçilerin eliyle gelecektir.
Hakları için mücadele edenlere ve ölenlere minnet ve şükran, akan tere selam ve saygıyla… Gülümseyerek beklediğimiz yeni yıl, işçinin ve emekçinin yanında olsun. Yeni yıl bütün işçilerimizin, emekçilerimizin yılı olsun. UİD-DER’e ve UİD-DER’li işçilere selam olsun!
Almanya’dan bir işçi-öğrenci