Madde Madde Deprem Gerçeği, İmar Afları ve AFAD’ın Beceriksizliği!
6 Şubatta meydana gelen Maraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler sonrası büyük yıkım yaşandı. İki yüz binden fazla bina ya yıkıldı ya da ağır hasar alarak acil yıkılacak duruma geldi. On binlercesi kullanılmaz durumda. Nüfusun yüzde 71’inin deprem riski altında olduğunu bizzat Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı açıklarken, bilim insanları yıllardır deprem uyarısı yaparken, deprem olmadan önce önlem alması gereken iktidar sadece algı operasyonları yapmak için mesai harcadı, harcıyor. Ancak tüm algı operasyonlarına rağmen gerçek tablo yıkılan on binlerce bina, resmi rakamlara göre bile 45 binden fazla ölüm, yüzbinlerce insanın ömür boyunca sakatlık ve hastalıklarla boğuşması ve derin travmalardır.
Deprem sonrası bir yandan dayanışmayı büyütüp yaralarımızı sararken bir yandan da on binlerce binanın neden yıkıldığını, deprem bölgesinde insanların günlerce neden yalnız bırakıldığını sorgulamak ve hesap sormak zorundayız. Halka yaşatılan zulmün sebebi siyasi iktidarın, vurdumduymazlığı ve sermayenin aç gözlülüğüdür. Ülke kaynaklarını sınırsızca sermayenin talanına açan tek adam rejimidir. Bu soygun düzeninin araçları ise imar barışı denilerek güzelleme yapılan imar afları, inşaat şirketlerinin, müteahhitlerin ve onları denetleyenlerin cezasızlıkla cesaretlendirilmesi, tek adam rejimiyle hızlanan devlet kurumlarındaki kadrolaşma, liyakatsizlik ve kamu kaynaklarının sınırsızca sermayeye peşkeş çekilmesidir. Depremin yaratacağı yıkımı bilimsel verilerle ortaya koyan ve alınması gereken önlemleri, yapılması gereken hazırlıkları anlatan onca rapora rağmen siyasi iktidar vurdumduymazlıkla, umursamazlıkla rant ve siyasi çıkar peşinde koşarak depremi bir felakete dönüştürmüştür.
Biz bunları neden yaşadık sorusunun ise somut cevapları var. Bu cevapları maddeler halinde verelim.
- Depremlerin ardından 200’e yakın müteahhit tutuklandı fakat hâlâ tek bir bürokrat ya da siyasetçi gözaltına bile alınmadı. Siyasi iktidar tüm suçu müteahhitlerin üzerine yıkarak kendi günahlarının üstünü örtmeye çalışıyor. Sorumluluğu olan müteahhitlerin hesap vermek zorunda olduğu gerçeği bir yana belediyelerde yetkili makamların, devlet bürokrasisinin ve siyasi iktidarın bu yolla sıyrılmalarına izin verilemez. Bunca yıkımın toz bulutu arasında bile gözle görülür olan şey, yıkımın büyüklüğünün sorumlusunun inşaat faaliyetini sadece hızlı ve kolay yoldan zenginleşme yöntemi olarak gören şirketleri, onları destekleyip palazlandıran iktidar, piyasalaşma zihniyetiyle önü açılan yapı denetim şirketleri, siyasi rant kaygısıyla çıkarılan imar afları ve vurdumduymazlık olduğudur.
- İmar affı ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapılara “yapı kayıt belgesi” verilmesiyle bu yapıların kullanım değeri ve ekonomik değer kazanması, yani kiralanabilmesi, satılabilmesi, miras bırakılabilmesi anlamına geliyor. En son Haziran 2018 genel seçimlerinden önce yürürlüğe giren ve Bakanlıkça “7 milyon 400 bin kişi istifade etti” denilen imar affının o güne kadar çıkarılan aflardan farkı “deprem riski taşıyan” binaların sorumluluğunu yapı sahibine bırakmasıydı. Deprem bölgesindeki 290 bin bina imar affından yararlanmıştı.
- Yoksulluğun ve barınmanın her zaman büyük sorun olduğu ülkede emekçiler başını sokacak bir yer arıyor. Kira vermekten kurtulmak istiyor. Geleceği için bir güvencesi olsun istiyor. İnsanların yoksulluğunu kullanarak, onları süslü laflarla kandırarak tabut evlere razı ediyorlar. Hatta kendilerini alkışlatıyorlar. Dahası yaptıkları, yapacakları talanın önünü açıyor, toplumun buna suskun kalmasını, oylarıyla destek vermesini sağlıyorlar. Her şeye rağmen ses çıkaranlar olduğunda ise sopayla susturuyor, vatan haini ilan ediyor, özgürlüğünü elinden alıyorlar. Sürekli çıkarılan imar aflarıyla “zaten af çıkar” anlayışı besleniyor. AKP iktidarı süresince 8 kere imar affı çıkarıldı. Muhalefet partileri ve yerel yöneticiler yine aynı siyasi kaygılarla çoğunlukla bu afları desteklediler. ‘99 depremi sonrası bir yandan depreme uygun yapı stoku elde etmek için kanun ve yönetmelikler çıkarılmış diğer yandan imar affı uygulamalarıyla bunlar anlamsız kılınmıştır.
- Yapı denetimi 2001 yılından bu yana özel şirketlere havale edilmiş durumda. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkilendirilen yapı denetim şirketleri, zemin ve temel raporlarından kullanılan inşaat malzemelerine, projenin uygunluğundan ruhsat aşamasına kadar her kademeyi denetlemekle görevliler. Düşünebiliyor musunuz, amacı kâr etmek olan şirketler, aynı amacı taşıyan başka şirketleri denetliyor! Yani körler sağırlar birbirini ağırlıyor! Haliyle yapı denetim şirketleri masrafları kısmak için sadece imzasını kullandığı mühendislerle çalışıyor. Yani siyasi iktidarın “mış gibi” taktiği burada da işliyor; uzman kişi denetle-miş gibi yapıyor. Üstelik 2019 yılına kadar inşaat şirketlerinin kendilerini denetleyecek yapı denetim şirketlerini seçmelerine izin verildi. Dahası pek çok inşaat şirketinin kendisi yapı denetim şirketi kurdu. Böylece yapı denetimi gibi hayati bir konu formaliteye indirgendi. Kamu binaları ise bu uyduruk denetimden bile muaf tutuldu. Kısacası ilgili bakanlıklar, kamu kurumları ve yerel yönetimler ranta, yağmaya ve soyguna ortak olarak elbirliğiyle on binlerce insanı diri diri betonlara gömdüler. Daha birkaç yıllık olan evleri yıkılan depremzedeler, müteahhitlere depreme dayanıklılık belgesi sorduklarını, onların da belgeyi gösterdiğini söylüyorlar.
- Tepeden başlayan vurdumduymazlık, rant ve para hırsı devleti ve etrafındaki inşaat şirketlerini büyüğünden küçüğüne öyle bir sarmış ki katilin sadece inşaat şirketleri değil sistemin bütünü olduğunu gösteren yüzlerce örnek var. Bunlardan bir tanesi Hatay’da yıkılan ve yüzden fazla kişiye mezar olan Rende Sitesi… Site bitip de teslim edildikten sonra kolonları kreş yapmak için kesilmiş. Site sahipleriyle binayı yapan şirket arasındaki bir anlaşmazlık sonrası inşaat şirketi kolon kesme müdahalesini fotoğraflı kanıtlarıyla savcılığa şikâyet etmiş. Sonuç ne olmuş peki? Takipsizlik kararı çıkmış. Öyleyse suçlu kim? Başka bir örnek ise Malatya’da yerle bir olan Kırçuval oteli. Ağır hasarlı raporu olan otele yıkım kararı verilmiş ama otelin faaliyeti durdurulmamış. Otel çarşaf çarşaf ilanlarla müşteri almaya devam etmiş. Yıkım kararını alanlar neden otelin faaliyetlerini takip etmedi? Bu kadar büyük sorumsuzluk, vurdumduymazlık nasıl olur? Yine soralım, suçlu kim, sadece müteahhit ya da otel sahipleri mi?
- Depremde 2018 yılı sonrası güncellenen deprem yönetmeliğine uygun olarak yapıldığı iddia edilen binalar da yıkıldı. Bu yönetmeliğe göre deprem bölgesinde bulunan yapılarda çelik çubuklarla güçlendirilmiş yüksek kaliteli beton kullanılması gerekiyor. Uzmanlar yönetmeliğe uygun yapılan binaların 7,7’lik depreme dayanacağını söylüyor ancak yönetmeliğine uygun denilerek ruhsat alan ve reklamı yapılan binaların bir kısmı ya yıkıldı ya da ağır hasar aldı.
- Türkiye’nin deprem riski yüksek bir ülke olduğu bilindiği için yüzlerce rapor hazırlandı, planlar yapıldı. Beklenen deprem gerçekleştiğinde karşılaştığımız manzara ise bu raporların ve yapılıyormuş gibi lanse edilen hazırlıkların sadece göz boyamak amacını taşıdığı, “mış gibi” politikasının bir parçası olduğu ortaya çıktı.
- 23 Kasım 2022’de Düzce merkezli 5,9 şiddetindeki depremden sonra AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) bir rapor yayınlamış ve bu raporda kurumun içinde bulunduğu acz tüm çıplaklığıyla ortaya serilmişti. Rapora göre gerekli koordinasyon sağlanamamış, toplanma alanı yanlış seçilmiş, yardımlar gecikmiş, bölgeye yeterli çadır ulaştırılamamış, ulaştırılanlar ise uygun yerleştirilememiş, yemek dağıtımı uygun şekilde yapılamamış, afet nakliye personeli ancak 2 gün sonra Düzce iline ulaşabilmişti. Maraş merkezli depremlerden yalnızca 2 buçuk ay önce meydana gelen Düzce depreminde AFAD’ın gösterdiği beceriksizlik, bugünkü yıkımın büyüklüğünün nedenini de açıklıyor.
- AFAD 2021 yılında her il için İl Afet Risk Azaltma Planları hazırlandı. Deprem tehlike haritası hazırlandı, bina deprem yönetmeliği ve zemin temel etüt formatı yürürlüğe konuldu. Keza 2012-2023 yıllarını kapsayan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı da hazırlanmıştı. Ne var ki 2023 yılında tamamlanması gereken hedeflerin hiçbiri tamamlanmadı. Öyleyse böyle tumturaklı bir isme sahip plan neden hazırlandı?
- Bunlar ve buraya alamadığımız pek çok raporun arasında belki de en çarpıcı olanı 2020 yılında valilik ve AFAD tarafından Maraş için hazırlanan İl Afet Risk Azaltma Planı. Hazırlanan raporda Maraş için 7,5 büyüklüğünde bir deprem öngörülüyor ve riskli mahalleler belirtiliyor. Raporda şu ifade kullanılıyor: “Bölgenin çok uzun sayılabilecek bir durgunluk dönemi geçirmekte oluşu nedeniyle halk, olası bir deprem tehlikesinden habersizdir. Bu durum tehlikenin boyutunu bir kat daha arttırmaktadır. Bu nedenle olası bir depremde can ve mal kayıplarını en aza indirmek için, meskûn alanlarda zemin etütlerinin ayrıntılı olarak yapılması ve tehlikeli zonlardaki yapıların tahliyesi zaruridir.” Öyleyse gerekli önlemleri almaya yetkili olanlar neden almamış ve insanları ölüme göndermişlerdir? Bu açıkça kasten ölüme sebep olma suçu değil midir?
- Kuruluş amacı afetlerin önlenmesi, etkin müdahale edilmesi, zararların azaltılması, koordinasyon ile kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması olarak tanımlanan AFAD tam bir zafiyet gösterdi. Bütünüyle liyakatsizlik ve bürokrasi batağına batmış kurum bölgeye ulaştırdığı malzemelerin dahi dağıtımını sağlayamadı. Depremin 12. gününde bile enkazdan sağ çıkanların olması arama kurtarma çalışmalarında ne kadar büyük bir ihmal ve beceriksizlik olduğunu gösteriyor. Zamanında ulaşılamadığı için soğuktan, susuzluktan, kan kaybından ölen binlerce insan olduğunu tahmin etmek zor değil. Çadır kentlerin büyük bir aymazlıkla sel baskını riski olan nehir yatağına kurulması, gelişigüzel sıralanmış çadırların yangın ve salgın hastalık riskine açık olması, barınma ve tuvalet sorununun depremden üç hafta sonra bile çözülmemiş olması… Bütün bunlar gösteriyor ki iktidarın afet kriz yönetimi tam bir fiyaskoya dönüşmüştür.
- AFAD 2009 yılında kuruldu. Kurulma gerekçesi olarak 1999 depremindeki koordinasyonsuzluk gösterilmiş ve şöyle denilmişti: “Eşgüdüm sağlanması gereken kurumların afetlerle ilgili yetki ve sorumluluklarının yeniden tanımlanması ihtiyacı afet ve acil durumlarda yetki ve koordinasyonun tek bir elde toplanmasını zaruri kılmıştır.” Böylece AFAD afetlerde tek kamusal yetkili olarak belirlendi. Bu da kurumun elinde çok geniş imkân, etki ve yetki olması anlamına geliyor. 2018 yılında tek adam rejimine geçişle birlikte İçişleri Bakanlığına bağlanan AFAD, rejimin kadrolarını yerleştirdiği kurumlardan biri oldu. AFAD bütçesi iktidar kadrolarını beslemek için kullanıldı ve yandaş sermayeye ihaleler yoluyla kaynak aktarıldı. AFAD, iki buçuk yıldır Kızılay’dan çadır almıyor, afetlere müdahale etmek için yeterli makine ve ekipmanı da bulunmuyor.
- Kurumun üst düzey bürokrasisi ise kurumun asıl işlevinin gerektirdiği donanıma sahip olmaktan uzak, liyakatsiz ve iktidara yakın kişilerden oluşuyor. Durum böyle olunca görev ve sorumluluk üstlendiği alan hayati önem taşıyan ve en hızlı biçimde hareket etmeyi gerektiren bir alan olmasına rağmen emir almadan harekete geçemiyor, böylesi büyük bir felakete bile müdahale edemiyor. Sorumluluklarını yerine getiremeyen AFAD, deprem sonrası mesaisini ise gelen yardımlara el koymakla geçirdi. Emekçilerin nice fedakârlıkla topladıkları yardımları AFAD ambalajına sarmakla, maden işçilerinin ve gönüllü arama kurtarma ekiplerinin sonuç aldığı, enkazdan canlı çıkardığı kurtarma çalışmalarına el koymakla, TRT ve diğer yandaş medya kameralarını operasyon alanına doluşturup emeğe konmakla meşgul oldu. Böyle bir anlayışa sahip AFAD’ın depremin ilk anından itibaren insan kurtarmak, kurtulan insanlara sağlıklı barınma alanları oluşturmak, sıcak yemek ulaştırmak, tuvalet, duş imkânı sağlamak gibi önceliklerinin olmayacağı bugün çok daha açık.
- Bir taraftan iktidarın algı operasyonu devam ederken diğer taraftan alelacele suç delilleri karartılmaya başlandı. 10 Şubatta Hatay’da henüz girilmemiş binlerce enkaz varken Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işi gücü bırakıp ayakta kalmış kamu binaları için yıkım kararı çıkarttı. Bakanlığa ait Yapı Denetim ve Yapı Malzeme Müdürlüğü için yıkım kararı alındı. Müdürlüğe ait iki binadan biri içindeki yapı denetim raporlarının olduğu binlerce belgeyle birlikte yıkıldı. İkinci binanın yıkımı ise avukatların müdahalesiyle durdurabildi. Keza Maraş Elbistan’da depremi az hasarla atlatan belediye başkanlığı binası da içindeki evraklarla birlikte yıkıldı. Sözde bir an önce yaraları sarma bahanesiyle enkaz kaldırma çalışmalarına hız verildi. Ancak enkazların çoğu savcılık işlemi olmadan, delil toplanmadan, tüm cenazeler çıkarılmadan kaldırılıyor. Adıyaman’da 65 kişiye mezar olan, TÜGVA Üyesi Ahmet Bozkurt’a ait Grand Isias Otel’in dosyasına ise gizlilik kararı getirildi.
Sözün özü felaket göz göre göre gelmiş, devletin imkânları ise emekçilere yardım ulaştırmada değil propaganda faaliyetlerinde ve baskıyı arttırmakta kullanılmıştır. Bugün hâlâ çadırlar yetersizdir. Tuvalet sorunu bile çözülebilmiş değildir. Salgın hastalık riski büyümektedir. Yandaş medyada depremzedelerin tüm ihtiyaçları karşılanmış hatta neredeyse “iyi ki deprem olmuş” diyecek kadar konfora kavuşmuşlar gibi “haberler” yapılması akıl ve vicdan sınırlarını zorlamaktadır. Bugünden sonra ne yaparlarsa yapsınlar -ki kötülükten başka bir şey yaptıkları yok, enkaz altında kaybettiğimiz canlarımızın hesabını vermekten kurtulamayacaklar. Soma ve onlarca işçi katliamında, Kastamonu sel felaketinde, orman yangınlarında gösterilen tutumun, talanın, yalanın, kepazeliğin hesabını sormadıkça kötülüğün vücut bulmuş hali olan açgözlülük, emekçileri enkaz altında bırakmaya devam edecek. Buna izin vermemeliyiz!
Son Eklenenler
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...
- Kapitalist sistemde yaşıyoruz ve bu sistemin yol açtığı büyük-küçük pek çok sorunla boğuşuyoruz. Peki sorunlarımızı çözmek için ne yapıyoruz? Örneğin pek çoğumuzun ailesinde çocuk, hasta, yaşlı ya da engelli olduğu için bakıma muhtaç yakınlarımız...
- İşçi Dayanışması çıktığında her birimiz ilk görüşte etkilendiğimiz yazıyı seçiyoruz. Neden etkilendiğimizi, yazının bizi nasıl etkilediğini, neyi düşünmemizi sağladığını anlatıyoruz birbirimize. Bu yazıyı herhangi bir arkadaşımıza nasıl ve neden...
- Mutsuzluk ve umutsuzluk gençler arasında adeta bir salgın gibi yayılıyor. Etrafımıza, arkadaşlarımıza bakıyoruz, yaşamdan tat alamadığını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. “Her günüm bir öncekiyle aynı”, “yarından bir beklentim yok”, “bana...
- Biz işçiler haftanın her günü vardiyalı bir şekilde 24 saat çalışırız. Yeri gelir Pazar mesai yaparız. Dinlenmeye, ailemize vakit ayırmaya zaman bulamayız. Sanki biz işçiler için hayat sadece çalışmaktan ibaretmiş gibi. Fabrikada mühendis bir...
- Eskiden her sorunun beni bulduğunu, bu sorunları yaşayan tek kişinin ben olduğumu düşünüyordum. Sonra UİD-DER ile tanıştım ve İşçi Dayanışması’nı düzenli olarak okumaya başladım. Bir genç olarak, gençlik yazılarını okudukça bu sorunları yalnızca...
- Ben büyük bir tekstil fabrikasında çalışıyorum. Başta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olmak üzere siyasi iktidar sözcülerinin, asgari ücret zammının hedeflenen enflasyon oranına göre yapılacağını her fırsatta söylemelerine rağmen asgari ücrete...
- Son günlerde sohbet edebildiğim her insana Türkiye’deki Suriyeliler hakkında ne düşündüklerini soruyorum. Devamındaysa nerede dünyaya geldiklerini, neden göçüp büyük kentlere geldiklerini soruyorum. Son olarak aile büyüklerinin nerelerden göçerek...
- Sevgili işçi kardeşlerim, 8 yaşına kadar babasız, 8 yaşından sonraysa hem anasız hem de babasız büyümüş sayılırım. 12-13 yaşıma kadar mahallede ve çalıştığım fabrikada anası-babası yanında olan arkadaşlarıma imrenmiş, onları kıskanmışımdır. O halimi...