Emekçilerin Ozanı Ruhi Su
20. yüzyılda Anadolu coğrafyasında sanat, edebiyat ve müzik alanında çok büyük sanatçılar yetişti. Savaşlar, devrimler, isyanlar, sürgün ve açlık koşullarında yetişen bu büyük sanatçılar; işçi ve emekçilerin, ezilenlerin, yoksul köylülerin tepkilerinin tercümanı oldular. Âşık Veysel’den Nâzım Hikmet’te, Sabahattin Ali’den Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’den Yılmaz Güney’e pek çok aydın ve sanatçı bu dönemde nice eserler üretti. Ruhi Su da bu sanatçılardan biriydi. Emekçilerin yanında saf tuttuğu için yaşamı boyunca devletin baskı ve cezalandırmasıyla karşı karşıya kaldı.
Ruhi Su 1912 yılında Van’da doğdu. O yıllar savaş, göç, zulüm ve acı dolu yıllardı. “Ulusal çıkarlar” adına halkın savaş cephelerine sürüldüğü, emperyalist talan savaşlarında birbirini katlettiği yıllardı. Emekçi halkın acıları seferberlik türküleri, marşlar ve ağıtlara dönüşerek dile geliyordu. Ruhi Su daha çocukluğundan itibaren halkın bağrından kopup gelen bu ezgilerle hayatı tanımaya başladı ve müziğe olan ilgisi arttı. Ailesini tanımıyordu, emekçilerin dayanışması sayesinde Ermeni halkının katliamdan kurtulan bir evladıydı. Yanında kaldığı ailenin ve komşularının sayesinde gönderildiği Adana Öksüzler Yurdunda keman ile tanıştı. 15 yaşında İstanbul Askeri Lisesinden kaçtı. Amacı Ankara Müzik Öğretmen Okulunda okumaktı. Nihayet bu amacını gerçekleştirdi ve Devlet Konservatuarında opera sanatçısı oldu. Fakat Ruhi Su’nun yüreği türkülerden yanaydı. Ruhi Su şöyle der: “Devletin resmi dili olan müzik ile halkın dili olan müziğin arasında sürüp giden çelişkiyi, kopukluğu düşünmeliyiz.” Gerçekten de bu iki müzik arasında uçurumlar vardı ve Ruhi Su tercihini halk müziğinden yana yapmıştı.
“Türkü söylemek benim için bir aşk halidir” diyen Ruhi Su, türküleri şöyle tanımlar: “Halk, türkülerle hangi derdini anlatabilir? Tabiatta ve toplum düzeninde hayatına tesir eden neler olursa hepsini. Su baskını, kıtlık, zelzele, ölüm, askerlik, seferberlik, memleket işgali, kahramanlık, yiğitlik, aşk, coşkunluk, gurbet, yoksulluk, din, iskân, sürgün; atına, öküzüne varıncaya kadar her şeyini. Bunları bazen bir güldürü, bazen de dram halinde verir. Derdini yazı ile söyleyip yaymak imkânından yoksun toplumlarda türküler ve oyunlar, hem kitabın, gazetenin gördüğü işi görür hem tiyatronun, konserin yerini alır.”[1]
Ruhi Su İkinci Dünya Savaşının ertesinde söylediği türküler nedeniyle, sömürü düzenine karşı emekçilerin öfkesinin aracı olduğu için tehdit olarak algılanır ve hapse atılır. Çünkü okuduğu türküler halkın arasında gün geçtikçe yayılmaya başlar. Şöyle yazar “bir düzen türkülerden korkmaya başladı mı artık o düzeni kimse ayakta tutamaz. Nesimi’nin derisi yüzülmüş, Pir Sultan Abdal asılmış fakat bütün bu asmalar kesmelere rağmen ne o düzen kalmış ne de o debdebeli sultanlardan kimse.” Hapislik yılları müziğe olan tutkusunu, halk müziğine olan sevgisini eksiltmez. Ona zulüm edenler bilmezler ki, türküler de acımazsız baskılara karşı direnerek doğmuşlardır.
1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de işçi ve emekçiler arasında örgütlenme, hak arama bilinci, eylem ve mücadeleler yükselemeye başlar. Sendikal ve siyasal örgütlenmelerle taleplerini duyuran işçi ve emekçiler sanatı ve sanatçılar da etkiler; sanat ise kitlelerin ruhunu etkiler. Şiirler, türküler, marşlar toplumun bağrında fışkırmaya, türküler dilden dile yayılmaya başlar. Ruhi Su bu dönemde hem Nâzım Hikmet’in eserlerini türkü formunda söylüyor hem de Pir Sultan’ın, Yunus Emre’nin, Karacaoğlan ve Dadaloğlu’nun eserlerini çağdaş bir formda okuyarak halka yeniden sevdiriyordu. Hâkim sınıfların müziğini eleştiriyordu: “Düşünmeyi bırak, yaşamaya bak, koşullandırmasıyla egemen sınıfların ekmeğine yağ çaldı. Hâlbuki ana kaynağında böyle değildi müzik. Halkların özlemleriyle yüklü bir müzikti.” Her şeye rağmen halkın türküleri sevmesini şöyle açıklar: “Türküler hayattan kopmamış, halkın hayatında önemli sayılan hiçbir olayı atlamamış olmalarıyla hayata güvenimizi arttırır. Yaşama gücümüzü daima taze tutar, türküleri sevmemizin nedeni budur bence.”
1980’lere doğru egemenler mücadeleci işçileri, sendikacıları ve siyasetçileri olduğu kadar devrimci sanatçı ve aydınları da kendilerine tehdit ve tehlike olarak görüyordu. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi bu nedenle yürürlüğe sokuldu. Darbe halka ve onun aydınına, sanatçısına ve türküsüne karşıydı. Baskı ve sansür sanatı da susturdu. Darbeciler, kanser hastası Ruhi Su’nun tedavi olması için yurtdışına çıkmasına izin vermediler. Ezilen, baskı ve zorbalık gören halkın acılarını türkülerle dile getiren bu büyük ozan 1985 yılında hayata veda etti. Cenazesi büyük bir yürüyüşle kaldırıldı.
Ruhi Su söylediği türküler, halka sevdirdiği sanatçılar nedeniyle egemenlerin nefretini üzerine çektiğini biliyordu. Fakat bu durum onun daha çok çalışmasına, üretmesine engel olmuyordu. Barışın, özgürlüğün ve mutluluğun hâkim olduğu, insanların neşeyle hep bir ağızdan türküler söylediği bir dünya hayal ediyordu. Kendisi gibi insanların nasıl bir sonla karşı karşıya kalacağı hakkında şöyle yazıyordu: “Memleketimizde bilimin ve bilim adamının boş kalan yerini sanat ve sanat adamı almış, toplum sorunlarını bir bilim adamı gibi incelemek zorunluluğunu duymuştur. Batı’daki gelişme içinde toplum düzeninin kurallarına aykırı gelen düşüncelerinden dolayı işkence gören, ölüme mahkûm edilen, bilim adamlarına karşılık, bizim memleketimizde çoğunlukla hep sanat adamları sürülmüş, hapsedilmiş, işkence görmüş, öldürülmüştür.”
Anadolu’nun kadim coğrafyasında dilden dile yakılarak günümüze ulaşan türküler kadar o türküleri ender bir sesle dile getiren Ruhi Su da unutulmazlar arasındadır. İşçi ve emekçi halk nerede ayağa kalkmışsa, hakkını arar olmuşsa, egemenlerden hesap sorar olmuşsa orada mutlaka Ruhi Su gibi büyük sanatçıların desteğini de görmüştür, görecektir.
[1] Tüm alıntılar için bkz: Ruhi Su, Ezgili Yürek; Şiirler, Yazılar, Konuşmalar, Adam Yayınları, Üçüncü Basım 1985
Şirket İtibarı Uzmanı!
Son Eklenenler
- Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Otelde göz göre göre gerçekleşen katliam, iktidarın bugüne kadarki denetimsizlik ve cezasızlık politikalarının yeniden sorgulanmasına neden oldu. İktidar sahipleri her zamanki gibi “bu meseleye siyaset karıştırmayın...
- Egemen sınıfın siyasetçileri sıklıkla gençliğin öneminden bahsediyor ve gençliği kazanmanın gerekliliğinden dem vuruyorlar. Mesela geçen ay Erzurum’da “Gençlerle Buluşma” programına katılan Erdoğan şöyle seslendi gençlere: “Bizim keyfi yere feda...
- İngiltere’nin başkenti Londra’nın meydanlarında aylardır emekçilerin barış talebi yankılanıyor. 18 Ocak Cumartesi günü, Filistin halkıyla dayanışma kapsamında Londra’da düzenlenen 24. ulusal gösteriye on binlerce kişi katıldı. Sırbistan'da...
- Hatay’ın Payas ilçesinde bulunan Yolbulan Metal fabrikasında 219 gündür grevde olan işçiler, 24 Ocakta Payas Belediyesi önünde eylem yaptılar. 20 Haziranda greve çıkan işçiler, grevlerinin 217. gününde de fabrikanın önünden yürüyüş yaparak yolu...
- İş güvenliği önlemlerinin yetersizliği ve denetimsizlik sebebiyle iş kazaları yaşanmaya, işçiler iş cinayetlerinde ölmeye devam ediyor. Yakın tarihte yaşanan çeşitli iş kazaları ve bunlarla ilgili yayınlanan bilirkişi raporları patronların kâr hırsı...
- İşçi Dayanışması’nın ilk sayısı 2008 Nisan ayında yayın hayatına başlamıştı. Elbette çıkarken kardelenler gibi toprağında kök saldıktan sonra filiz vermişti. İşte o günden beridir 1 Mayıs meydanlarında kırmızı şapka ve önlüklerle gelincik tarlası...
- 24 Ocak 1980’de, sermaye sınıfının ortak talepleri doğrultusunda bir dizi ekonomik karar alınmıştı. Adına “yapısal dönüşüm programı” denilen bu kararların alınmasında IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist güçler, bu süre zarfında kurulan hükümetler,...
- Sonradan görme bir burjuva olan Turkuaz Tekstilin sahibi Nihat Zeybekçi, asgari ücreti vatan-millet-Sakarya’ya bağlamak için cambazlık yapıyor. Asgari ücret 660 dolara karşılık geliyormuş. 2003’te asgari ücret 100 dolar ediyormuş. Bunlar yanıltıcı...
- Teksif Sendikasında örgütlenen İzmir/Gaziemir’de Digel Tekstil, İstanbul/Tuzla’da TKİS Blinds ve Kayseri’de Almer Tekstil işçileri, patronların sendika düşmanlığına ve işten atma saldırısına karşı mücadele ediyor. İBB’ye bağlı Beltur işçileri, 20...
- Bolu’da Kartalkaya Kayak Merkezinde bulunan Grand Kartal Otel’de 21 Ocakta gece saatlerinde meydana gelen yangında 79 kişi hayatını kaybederken onlarca kişi yaralandı. Yapılan açıklamalara göre yangın sırasında otelde kayıtlı 238 kişi bulunmaktaydı...
- Emekçi kadınlar olarak birçok sorunumuz var. Hayat pahalılığı, yoksulluk, çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayamamak gibi sorunlar yaşıyoruz. İzmir’de tek göz bir evde çıkan yangında hayatını kaybeden beş küçük çocuk hepimizi çok üzdü. Bu çocuklar...
- İşçi sınıfının emeklileri, abi ve ablalarımız, Erdoğan 2024 yılını “emekliler yılı ilan ediyoruz” demişti. Erdoğan’ın o konuşmasını belki de hepimiz dinledik, gazetelerden okuduk. Bazılarımız burjuva siyasetinin zokasını yutarak, “belki bu sefer iyi...
- Baskılara, yasaklara rağmen direnişlerini sürdüren Polonez işçilerinin mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Metal işçilerinin kararlı duruşu kazanım getirdi. Hitachi Energy grevi 24 Aralıkta, Schneider Elektrik grevi 6 Ocakta, Arıtaş Krijojenik grevi 10...