Buradasınız
Aşçı ya da Doktor… Çocuklarımız Ezilmekten Nasıl Kurtulur?

Grev yerindeki bir sohbet sırasında bir işçi kardeşimiz çocuğunun aşçılık bölümünü seçtiğini anlatırken bu durumun onu üzdüğünü şu sözlerle dile getirmişti: “Biz istedik ki bizim gibi işçi olmasın, mühendis olsun, doktor olsun, ezilmesin. Ama olmadı. Aşçılık seçti…” Bir başka sohbette metal işçisi bir emekçi kadın, “kızım okusun, tıp kazansın istiyorum, masraf çok, yetiştirmekte zorlanıyor uzama bizim gibi ezilmesin diye uğraşıyoruz” demişti. Bu küçük serzenişler işçilerin çalışma koşullarının ne kadar ağır ve yıpratıcı olduğunu, çocuklarının geleceği için ne kadar endişeli olduklarını çarpıcı biçimde anlatıyor. İşçi anne babalar, haklı olarak çocuklarının ezilmesini istemiyorlar, onların kendilerinden çok daha iyi şartlarda yaşamasını istiyorlar. Meslek seçimlerini buna göre yapmalarını istiyorlar. Peki, meslek seçimleri çocuklarımızın geleceği açısından gerçekten anlamlı bir fark yaratıyor mu? Çocuklarımız doktor ya da mühendis olduğunda rahat bir yaşam sürebiliyor mu? Daha önemlisi doktor ya da mühendis olmak işçi olmamak anlamına mı geliyor?
İşçi, ister mavi yakalı olsun ister beyaz yakalı, yaşamını sürdürebilmek için ücret karşılığında işgücünü satmak zorunda olan insandır. İş bulamadığında, çalışmadığında, ücretini almadığında karnını doyuramayan, evinin kirasını ödeyemeyen, çocuğunu okutamayan insan işçidir. Yani işçi olup olmadığımızı belirleyen şey ne iş yaptığımız değil, yaşamak için işgücümüzden başka satacak bir şeyimizin olmamasıdır. Bu anlamıyla bugün doktorların da mühendislerin de ezici çoğunluğu işçidir. Fabrikalarda ter döken, eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamu hizmetlerinde çalışan, büro, taşıma, perakende sektörlerinde hizmet veren işçiler hep birlikte işçi sınıfını oluştururlar. Anne babaları tarafından bin bir fedakârlıkla okutulan, mühendis, doktor olan insanların ezici çoğunluğu işçi olarak ağır şartlarda çalışıyor. Mesela mühendislik dallarında iş bulmak giderek zorlaşıyor, fabrikalardaki mühendislerin önemli bir kısmı yoksulluk sınırının çok altında ücretler alıyor. Doktorlar 2 dakikada bir hastaya bakmaya zorlanıyor, performans baskısına, sağlıkta şiddete maruz kalıyor.
Çocuklarımız ezilmesin diye gece gündüz çalışıyor, onlara güzel bir gelecek hazırlamak için çırpınıyoruz. Âmâ ne çocuklarımız ne de biz rahat yüzü göremiyor, nefes alamıyoruz. Sermaye sınıfı ve iktidar, yaşadığımız tüm zorlukların kaderimiz, ağır çalışma koşullarının normal olduğunu ileri sürüyorlar. Hayat pahalılığına da düşük ücretlere de sesimizi çıkarmayalım, dişimizi daha fazla sıkalım istiyorlar. Bir düşünelim; üreterek büyük zenginlikler var ederken neden eziliyoruz? Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dünyada neden bu kadar ağır şartlarda çalışmak zorundayız? Nüfusun, işgücünün, işsiz sayısının bu denli çok olduğu bir dünyada neden iş saatleri bu kadar uzun, neden günümüzün, haftamızın çok büyük bir bölümünü kölece çalışarak geçiriyoruz? Bizleri sömürenler, ezenler bu zorluklara, zulme katlanmamız gerektiğini söylüyorlar. Beyaz yaka-mavi yaka, vasıflı-vasıfsız, sendikalı-sendikasız, kadrolu-taşeron, kıdemli-yeni, kadın-erkek diye bizi bölüp parçalıyorlar. Aramızdaki küçük farklılıkları bizi birbirimize düşürmek için kullanıyorlar. Hepimizin işçi olduğunu, aynı koşullarda çalışıp yaşadığımızı unutturmaya, birimize yapılanın hepimize yapıldığı gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar.
Tek tek işçiler olarak çalışma ve yaşam şartlarımızı düzeltemeyiz, çocuklarımızın ezilmeyeceği bir geleceği tek başımıza sağlayamayız. Ama işyerlerimizde, sendikalarımızda, mücadele örgütlerimizde birleşip tek yumruk olursak engelleri aşabilir, taleplerimizi ortaya koyabilir ve kazanabiliriz. Patronlar sınıfı bunu çok iyi bildiğinden sendikal ve siyasal örgütlülüğümüzü engellemeye çalışmıyor mu zaten? Mesela UİD-DER’li bir lise öğretmeni okulda öğrencilerine “anne babası sendikalı bir işyerinde çalışan var mı?” diye sorduğunu, hiçbir sınıfta bu soruya olumlu cevap almadığını anlatıyor. “Peki, sendikanın ne olduğunu bilen var mı?” diye sorduğunda 200 öğrencisi arasında sadece 3 öğrencinin bu soruya “evet” cevabını verdiğini dile getiriyor. Bu öğrencileri arasında gelecekten umutlu olduğunu söyleyen, anne babasından daha iyi bir yaşam süreceğini düşünen tekbir kişinin olmadığını da vurguluyor.
Eskiler boşuna dememişler, birlik olmadan dirlik olmaz. Çalışma koşullarımızı düzeltmek, ezilmekten kurtulmak, çocuklarımıza ezilmeyecekleri bir gelecek sunmak için birlik olmak zorundayız. Bugünümüzü zehir edenle-re, çocuklarımızın geleceğini çalanlara birlikte karşı durmak zorundayız.
- Aşçı ya da Doktor… Çocuklarımız Ezilmekten Nasıl Kurtulur?
- Söyleyecek Sözümüz, Verecek Hesapları Olmalı
- Gazze ve İnsanlığın Onur Mücadelesi
- Bizi Güçlü Kılan Birlik ve Dayanışmadır!
- Emekten Yana Bir Bilim İnsanı: Alice Hamilton
- Kölelerin İsyanı, Ücretli Kölelerin Gücü
- İşçi Dayanışması 208. Sayı Çıktı!
- Brecht ve İşçiler İçin Sanat
- Örgütlü Olamayan Ucuz İşgücü Olur
- Komşunun Evi Yanarken…
- İşçi Gençlik Patronların Kölesi Olmayacak
- On Depo Benzin İle Ölçülen Emek
- Yaşadığımız Çağın Sorumluluğunu Almak, Guido Gibi Olmak!
- “Greve Çıktık, Elimize Ne Geçti?”
- Sağlıksız Bir Sağlık Anlayışı
- Kim Bu Herkes?
- Zeytin Ağacına Bile Düşmanlar!
- Sorunlarımızı Aşmak İçin Birlik Olmaya İhtiyacımız Var!
- İşçi Dayanışması 207. Sayı Çıktı!
- Yıkanan Eller, Hayatları Kurtulan Anneler ve Geleceğimiz
Son Eklenenler
- 600 bin kamu işçisini ilgilendiren Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü (KÇP) süreci, kamu işçilerinin taleplerinin görmezden gelinerek sefalet zammına imza atılmasıyla sonuçlandı. Harb-İş İstanbul Şube Başkanı Murat Yalçınkaya ile Kartal...
- Grev yerindeki bir sohbet sırasında bir işçi kardeşimiz çocuğunun aşçılık bölümünü seçtiğini anlatırken bu durumun onu üzdüğünü şu sözlerle dile getirmişti: “Biz istedik ki bizim gibi işçi olmasın, mühendis olsun, doktor olsun, ezilmesin. Ama olmadı...
- Biz Gebze’den bir grup UİD-DER’li işçi olarak Omsa Metal direnişini ziyaret ettik. Direnişçi işçilerle sorunlarımız üzerine sohbet ettik.
- Kapitalist sistemin tarihsel krizi, siyasi iktidarın sermaye sınıfının çıkarlarına göre yürüttüğü politikalar biz emekçileri derinden etkiliyor. Açlık sınırı altında kalan sefalet ücretlerine mahkûm edilmiş durumdayız. Bizler insanız, sadece...
- Metal işkolunda grup toplu iş sözleşmesi yaklaşıyor. Bu sözleşme MESS ve metal işkolunda örgütlü bulunan Birleşik Metal-İş, Türk Metal ve Çelik-İş sendikaları arasında gerçekleşecek. Biz işçiler bir araya geldiğimizde futbol üzerine konuşur, sohbet...
- BM destekli Entegre Gıda Güvenliği Aşaması Sınıflandırması (IPC), Gazze’de yaklaşık 500 bin kişinin yaşadığı yerleşim bölgesinde kıtlık ilan etti. Gazze’de açlıktan ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İsrail’in uyguladığı bu soykırımı protesto...
- Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, taleplerini iletmek için 22 Ağustosta konfederasyon genel merkez binası önünde toplanarak Cumhurbaşkanlığına yürümek istedi. Kamu emekçilerinin yürüyüşü polis tarafından engellendi. Emekçiler sendika binası önünde...
- Hatay’dan İstanbul’a emekçiler rant uğruna evlerinden, tarım arazilerinden, geçim kaynaklarından ediliyorlar. Hatay Samandağ’da gece vakti alınan acele kamulaştırma kararıyla arazilerine giren ve narenciye ağaçlarını söken iş makinelerini durduran...
- Türkiye’de sayıları 16 milyona yaklaşan emeklilerin büyük bölümü, açlık sınırının altında maaşlarla yaşamaya çalışıyor. Yaşlılık dönemlerini huzur içinde geçirmesi gereken emekliler; temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, kiralarını ödeyemiyor,...
- Jack London’ın 1900’lü yılları resmettiği “Uçurum İnsanları” kitabını geçtiğimiz günlerde, arkadaşlarla birlikte okuduk. Yaşadığımız bazı şeyler nasıl da bu kitapta anlatılanları çağrıştırıyor.
- Hüzünlüsün, biraz durgun, biraz da dalgınsın kardeşim./ Evet ve tabii olmadan, hayat zor bizim için./ Her gün, günün en aydınlık, en sıcak, en soğuk, en kıpır kıpır saatinde/ Kapanmak dört duvar arasına, esaret saatlerine mahkum ve mecbur olmak...
- Siyasi iktidarın “aile yılı” ilan ettiği 2025’te nice ailenin ocağına ateş düştü, düşmeye de devam ediyor. Ocak ayında meydana gelen ve 78 kişinin hayatını kaybettiği Kartalkaya’daki otel yangını felaketiyle başladı yeni yıl. Ama bu felaket ne ilkti...
- Bombalarla yerle bir edilen Gazze’de artık ne sokak kaldı ne okul ne hastane… Ölüm çok, açlık derin… Açlığın ne olduğunu bilenler, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” der. Çünkü açlık, insanın canının yavaş yavaş çekilmesidir, gözünün gördüğüne...