Buradasınız
İstanbul Kablo’da Bültenimizi Dağıttık
Esenler’den bir tekstil işçisi
UİD-DER’li işçiler olarak İstanbul Kablo’da derneğimizin İşçi Dayanışması bültenini ve bildirisini dağıttık. Tabii işçi arkadaşlarla sohbet etme fırsatımız da oldu. Orada çalışan işçilerle işyerinin bahçesinde halka oluşturup, kriz ve ne yapmamız gerektiği hakkında sohbet ettik.
Bugün her ne kadar hükümet “kriz yok, bu kriz bizi etkilemeyecek, bundan biz kârlı çıkacağız” dese de işçiler bunun böyle olmadığının farkındalar. Herkes işten atılma korkusuyla işe gidip geliyor. Elektrik, su, doğalgaz ve gıda maddelerine yapılan zamlarla yaşantımız daha da zorlaştı. Tüm bunlar olurken ücretsiz izinler ve işten atmalar da işin vahametini ortaya koyuyor. İşçi arkadaşlarımızla bu krizin büyüklüğünü ve 1929 krizini örnekleyerek sohbet ediyorduk. Bir işçi, “neden kriz oluyor” diye bir soru yöneltti. Biz de dilimiz döndüğünce aşırı üretimden kaynaklandığını ve bu aşırı üretime de rekabetin yol açtığını anlatmaya çalıştık. İşçi arkadaşımız rekabetten kaynaklanmadığını savundu. Aslında bir yandan haklı, çünkü sistemin ta kendisinden kaynaklı bir sorun.
Bu işçi arkadaşla tartışırken araba üreten firmalardan örnek verdik. Şöyle ki: piyasada satılabilecek araba sayısı diyelim ki 20 milyon. Fakat bu yirmi milyonu üreten bir tek Mercedes, Toyota, Honda değil bunun gibi birçok fabrika var ve hepsi bu yirmi milyonu üretmeye çalışıyor. Herkes üretmeye çalışınca satılabilecek olanın kat kat fazlası üretiliyor. Satılamayınca ne oluyor? Bu sefer ya işten atmalar ya da ücretsiz izinler başlıyor. Bu sadece bir sektörden örnek, diğer tüm iş alanlarında olan da budur. Bu fazla üretimi yaparken bizi 12-16 saat çalıştırıyorlar. Birçoğumuz bu aşırı çalışmadan, yorgunluktan, makinelerde canını veriyor, kolunu kaptırıyor ya da sosyal yaşamı olmayan birer robota dönüşüyoruz.
Oysa bu koşullarda çalışmayı biz istemedik. Satılacak üründen çok daha fazlasını biz üretelim demedik, hatta fazla mesailere zorlandık. Fazla mesaiye kalmıyorsan kapı orada dediler. Şimdi ise bizim size ihtiyacımız yok diyerek bizleri açlıkla, yoklukla, sefaletle baş başa bırakıyorlar, başınızın çaresine bakın diyorlar. Yok ya, var mı öyle? Kâr ederken kardeştik, aynı geminin içindeydik, şimdi ne oldu, ne değişti? Krizin sorumlusu biz değiliz. Faturasını da biz ödememeliyiz.
Tüm bunları konuşurken birisi, “konuyu değiştirin, değiştirin” dedi ve sunu söyledi: “1929’dan bahsediyorsunuz. İnsanların açlıktan öldüğünü söylüyorsunuz. Var mı Türkiye’de ölen?” Ben de, “bunu bilmiyorum, ama fark eder mi kimin öldüğü. Burada ya da dünyanın herhangi bir yerinde ölenler insan ve biz işçilerin safından, işçi sınıfından. Hiç duydunuz mu bir patronun açlıktan öldüğünü” dedim. Aynı işçi, “tabii ki, onlarda da dayanamayıp kafasına kurşun sıkanlar da oluyor” dedi. Doğru, ama açlıktan ölmüyor değil mi, dedim.
Daha sonra konuştuğum bir işçi arkadaş, konuyu değiştirin diyen kişinin işyerindeki şeflerden biri olduğunu söyledi. Bense, onun da bir işçi olduğunu ama işçi olduğunun farkında olmayan bir işçi olduğunu söyledim. Bu yüzdendir bizi buradan kovmayışı, patron olsaydı bizimle konuşmanıza müsaade etmezdi değil mi dedim. Doğru şeyler anlatıyorsunuz ama sizin anlattıklarınız mümkün değil, bunların olması çok zor dedi aynı işçi. Kolay olan ne var hayatımızda dedim. Her gün yediğimiz ekmek bile birçok emek sonucunda üretilmiyor mu?
Daha sonra işçi arkadaşların işbaşı zili çaldı ve biz de oradan ayrılmak zorunda kaldık. İşçi arkadaşlar ayrılırken, yine gelin diyerek el sıkıştılar. Sonra başka bir fabrikanın yolunu tutarken aklımda hep şu söz döndü: Türkiye’de ölen var mı? Daha önce “bilmiyorum var mı” dedim ama bunu o kişinin milliyetçiliğini sergilemek için yaptım. Ama şimdi gerçeği söylemek istiyorum: evet var, üstelik kriz olmadan önce de vardı, şimdi de var açlıktan ölen, soğuktan ölen. Sokakta yatan, ekmek çalmak zorunda kalan, sokakta soğuktan donarak ölen bir sürü insan var. Pazar sokaklarında artıkları toplayıp evinde pişirmeye götüren bir sürü insan var. Bunlar bizzat bu sistemin var ettikleri değil mi? Tam da şimdi bir eğitim emekçisinin mektubu aklıma geldi. Çocukken evlerinde yiyecek ekmekleri olmadığı için komşuların hayvanlara vermek için getirdikleri küflü ekmekleri ıslatıp yediklerini anlattığı mektubu aklıma geldi. Yine de tüm bunları yok sayarsak, dünyanın herhangi bir yerinde bunların yaşandığını, insanların açlıktan öldüğünü görüp görmemezlikten gelmek insanlığa sığar mı?
Bir şeylere dur demek için illâ dilimizin, dinimizin, rengimizin aynı mı olması gerekir. İnsanlık bu mu? Eğer böyleyse kör olsun bu gözlerim, yüreğimi de leş kuşları yesin. İnsanlar dil, din, renk ve sınıf ayrımına uğramamalı. Tüm insanlar insan gibi yaşamalı. Bunu istemek gerek, insanlık budur. Bugünün, yarının gülleri için mücadele etmektir. Dostlar anlatmaya sayfalar yetmez. Mektubumu şöyle bitirmek istiyorum: Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık!
Hakkımızı Almak İçin Kavgamızı Verelim
Son Eklenenler
- İngiltere’de işçi ve emekçiler, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma karşı her Cumartesi günü yüz binler olup meydanlara çıkıyorlar. Ulusal Demiryolu, Denizcilik ve Ulaştırma İşçileri Sendikası (RMT), bu eylemlere geniş katılım sağlıyor. UİD-DER,...
- Otobüs yolculuğunda 81 yaşında Menemenli bir Yörük amca ile tanıştım. O yaşında hâlâ kâğıt toplayarak geçimini sağlamaya çalıştığını anlattı. Çocukları olmamış. Eşinin küçük tarlalarının işlerinin dışında çalışmasına karşı çıkmış. “Benim kazandığım...
- 31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimler sonrası CHP yönetimindeki İzmir Çiğli Belediyesi, bütçe yok diyerek 146 işçiyi işten attı. Verilen kararlı mücadelenin sonucunda 50 işçinin işe iadesi yapıldı. Yaklaşık 1 yıldır mücadele eden ve verilen sözlere...
- KESK Ankara Şubeler Platformu basın açıklaması yaparak Sayıştay’ın giyim yardımı ücretinin çalışanlardan geriye dönük olarak talep edilmesini protesto etti. Tüm Emeklilerin Sendikası, Türkiye genelinde düzenlediği eylemlerle düşük ücretlerle...
- İspanya’nın başkenti Madrid’de 25 Mayıs Pazar günü on binlerce emekçi sağlıktaki özelleştirme politikalarına karşı sokakları doldurdu. Kamu sağlık hizmetlerinin yıllardır sistematik olarak ortadan kaldırıldığını belirten sağlık işçileri ve emekçiler...
- Tren yolculuğumda, karşı koltukta cam kenarında oturan bir kadın dikkatimi çekti. Yüz çizgileri 50 yaşında gibiydi ama yaşı 38’miş. Eşini Soma’daki katliamda kaybetmiş bir madenci eşiydi. Manisa’da bir gıda fabrikasında çalışıyor, Soma’da çocukları...
- İnsanın gençlik dönemleri heyecan doludur, coşkuludur, dinamizm yüklüdür. Gençliğin bu hali var olanı sorgulayan, ezber bozan, sınırları zorlayan, değişim isteyen düşünce yapısının da temelini oluşturur. Bundan birkaç ay önce bu ifadelerle Türkiye...
- 1 Mayıs’ta da taleplerimizi haykırmak için meydanlardaydık. Sağlık ve eğitim başta olmak üzere her alanda kamu harcamalarının giderek daha çok kısıldığı, sağlık ve eğitim sisteminin çöktüğü, hizmetlerin daha niteliksiz ama daha pahalı hale geldiği...
- 2012 yılının Mayıs ayıydı. UİD-DER’in kış ayları boyunca sürdürdüğü “Kıdem Tazminatımızı Gasp Ettirmeyeceğiz” kampanyasında 62 bin imza toplanmıştı. UİD-DER’li işçiler, o dönemde milletvekili olan Sırrı Süreyya Önder ile beraber Meclis’te yapılan...
- Ruhen ve zihnen sağlıklı bir insan haksızlığa uğradığında, zulme tanık olduğunda rahatsız olur, bunu dile getirme, itiraz etme, tepkisini ortaya koyma ihtiyacı duyar. Normal koşullarda bu haksızlığın giderilmesini sağlamak ister. Gücü yetiyorsa bunu...
- Kapitalizm öyle bir ekonomik ve toplumsal düzendir ki insanların vefa, bağlılık, sevgi gibi duygularını bile istismar eder, tüketimi kışkırtmak için kullanır. Bunu öyle bir sinsilikle yapar ki normal koşullarda uzak durmamız gerektiğini düşündüğümüz...
- Geçtiğimiz günlerde bir marketin önünde, lise öğrencisi bir gencin beş market çalışanı tarafından depoya sürüklenmeye çalışıldığını gördüm. Müdahale ettim. Genç, iki parfüm çaldığını itiraf etti. Korkmuştu, gözleri büyümüştü. Market çalışanlarından...
- Erik ağaçları durmuşsa çiçeğe/ Işıldamışsa kavakların yaprakları/ Sular yürümüşse söğütlerin dallarına/ Sarmışsa madımaklar çimenleri/