Buradasınız
Sendikalarda Bürokratlaşmanın Önüne Nasıl Geçilir?
İstanbul’dan bir işyeri işçi temsilcisi
İşçilerin yoksullaşma dalgasına karşı tepkilerinin ve örgütlenmeye duydukları ihtiyacın arttığı bir dönemden geçiyoruz. 2022 yılının başından bugüne yüzlerle ifade edilebilecek sendikalaşma mücadelesi, grev, direniş ve eylem yapıldı. Peki, işçilerin öz örgütlülükleri olan sendikalar bu mücadeleleri kapsamak, başarıya ulaştırmak veya daha da ilerletmek konusunda ne kadar etkili oldu? Birkaç sendikayı işin dışında tutarsak büyük çoğunluğu ilgilenmedi bile! Peki neden? Bunun en önemli sebebi sendikaların başına çöreklenmiş sendika bürokratlarıdır. Sendikaları kendi tekkesi olarak gören, işçi sınıfından kopmuş sendika yöneticileri… Çoğu işçi kardeşimiz, sendikalarına bu sebepten dolayı mesafeli yaklaşır. Peki, bir zamanlar aynı tezgâhta çalıştığımız, aynı grev önlüğünü giydiğimiz işçiler ve hatta öncü işçiler zaman içinde nasıl bürokratlara dönüşüyor?
İşyerinde çoğu işçi, iyi niyetlerle yani kendisinin ve işçi arkadaşlarının haklarını savunmak için temsilci oluyor veya sendikada başka görevler üstleniyor. Bunda elbette kötü bir şey yoktur, aksine hepimiz böyle sorumluluklar almaya hazır olmalıyız. Ancak eğer ki bir işçi, sınıf bilincini kuşanmıyorsa, patronların tuzakları karşısında uyanık kalacağı bir örgütlülüğün içinde yer almıyorsa, en önemlisi sürekli olarak denetlenmiyor ve işçi arkadaşlarından kopuyorsa bürokratlaşır. Bu değişim daha en baştan nasıl başlar, ona bir bakalım.
Bürokratlaşma bir gecede birdenbire olmaz, bu bir süreç işidir ve aslında temsilcilikle başlar. Biz de oradan başlayarak ele alalım. Öncelikli görevi işçi arkadaşlarının haklarını savunmak olan temsilci, bahsettiğimiz gibi düşünmüyor ve davranmıyorsa, aslında bürokrat haline gelmiş sendika yöneticilerinin işyerindeki işçiler üzerindeki kontrol aygıtı görevini görür. Böyle bir temsilci hakkını arayan, sendikanın hatalarını ve eksikliklerini söyleyen işçileri sendika yöneticilerine iletir. Sesi çıkan her işçi onun gözünde susturulması gereken biri olur. Hatta bazı sözde işçi temsilcileri, işçi arkadaşlarını patrona bile şikâyet etmekte bir mahsur görmezler.
Çoğu zaman temsilcilik izinleri, tezgâhta çalışmak yerine temsilci odasındaki masada oturuyor olmak, patronlarla yapılan toplantılar, sendikaların düzenlediği çeşitli toplantılar bile onu başka bir havaya sokabilir. Bunları mücadelenin gereklilikleri olarak değil de bir ayrıcalık olarak görür ve bunları kaybetmek istemez. Buna kısa bir örnek vermek istiyorum. Patronla yapılan TİS toplantılarını düşünelim. Patronlar bu toplantılar için ya bir otelin toplantı salonunu ya da şirketin şatafatlı mekânlarını kullanırlar. Burada patronun amacı işçinin beyninde ve bilincinde bir değişim yaratmak istemesidir. O toplantıya katılan bir temsilci kendisini farklı hisseder. Yıllarca tezgâh başında iş elbiseleriyle çalışmaya gitmiştir, şimdi ise güzel bir mekânda patronlarla aynı masada oturmaktadır. Yenmeyen kurabiyeler, açılmamış meyve suları, beyin çarpılması yaratacak bir ortam ve “önemli”, “prestijli” sayılan insanlarla toplantıda bulunmak... İşte burada başlar ayrıcalıklı olmanın güzel olduğu fikri! Burada yanlış olan toplantıya katılmak veya yenmeyen kurabiyeler değildir, yanlış anlaşılmasın. İşçinin bürokrat olma veya işçilikten kopmasının ilk nüvelerinin hangi zeminde atıldığını anlatmak istiyorum, uyanık ve sınıf bilinçli işçiler bu durumu zaten kavrayarak hareket ettikleri için tuzağa düşmezler. Maalesef çoğu işçi temsilcisi, böyle ortamlarda patronlar tarafından kültürel olarak fethediliyor.
Temsilci olurken kendini ayrıcalıklı hissetme durumu şube veya merkez yönetimde görev almaya başlamakla daha da belirginleşiyor. Sendika yöneticisi olan zamanın işçisi, hiçbir denetime tabii kalmazsa, işçilerin kendi üzerindeki basıncı yetersizse önce yaşam koşulları değişiyor, sonra da düşünme biçimi… Bir işçi önderi demiştir ki insanın yaşam koşulları değişirse düşünme ve davranış biçimi de değişir. Geçmişte ortalama bir işçi ücreti alan biri şimdilerde aldığı ücretin kat be kat fazlasını alırsa aynı kişi olabilir mi? Maaşı, evi, gündelik alışkanlıkları değişen biri artık ona göre düşünür ve hayat içinde de ona göre davranır.
Fakat bunu mazur göstermenin türlü yolunu da bulmaya çalışırlar bürokratlaşmış sendikacılar. Bir greve veya direnişe maddi kaynak sağlamaya gelince kırk takla atan bürokratlar, biriken işçi aidatlarıyla lüks araçlara binmeyi ihmal etmiyorlar. Özellikle Türk-İş ve Hak-İş’e bağlı birçok sendika başkanının lüks ve pahalı arabalarla gündeme geldiğini hatırlayalım. Kimi işçiler bu sorunu dile getirince de “ne yani patronların karşısına düşük segmentli araçla mı çıkalım” derler. Bazı işçiler de maalesef bu aldatmacaya kanarlar. Bu düşünce biçimi hayatın her alanında bize düzen tarafından öğretilen bir düşünce biçimidir. Mesela yönetici pozisyonunda olanlar takım elbise, kravat veya lüks bir araca binmiyorsa “bundan bir şey olmaz” diye düşünülür. Oysa sendikanın ve dolayısıyla işçilerin asıl gücü örgütlülüğüdür; patronlarla ancak bu konuda bir yarışa girilebilir.
Kravatlı Ali ile Cingöz ve Türkler Örneği
Fabrikanın birinde sendika merkez yönetiminin imzaladığı toplu sözleşmeye itiraz eden işçiler iş durdururlar. Bunun üzerine telaşa düşen sendika bürokratları işçileri dinler, “taleplerinizi işverene aktaracağız” diyerek toplantıyı terk ederler. Geride işçilerle birlikte eskiden o fabrikada çalışmış bir şube yöneticisi kalır. İşçiler bu yöneticinin de yakasına yapışırlar, hesap sorarlar. O ise “arkadaşlar siz beni tanımıyor musunuz? Ben Ali! Beraber onca zaman çalıştık, bana da mı güvenmiyorsunuz?” İşçilerden biri de sezgisiyle şu ibretlik cevabı verir: “Biz eski tezgâh arkadaşımızı, işçi tulumuyla çalışan Ali’yi tanıyoruz. Karşımızda takım elbiseli, kravatlı duran bu adamı biz de tanımıyoruz!”
Buna benzer bir örnek de yakın zamanda yaşanan Migros Depo direnişinden verilebilir. Sendikalaşma mücadelesi veren Migros Depo işçilerini işten kovan patronun sendikacılık da yapmış eski bir Migros işçisi olduğunu biliyor muydunuz? Veysel Cingöz, 1987 yılında Migros grevcisidir ve aynı zamanda bu grevin öncüsüdür. Daha sonra şube yöneticiliği hatta sendikada genel başkan yardımcılığı yapan Cingöz, zamanla örgütlediği işyerinin patronlarından biri olmuştur. Eski işçi Veysel gitmiş, yeni patron Veysel gelmiştir.
Peki, tüm bu sürecin sorumlusu tek başına Veyseller, Aliler, Ayşeler midir? Bunda biz işçilerin payı yok mudur? İşçilerin sendikalarına sahip çıkamamaları, bu temelde mücadele etmemeleri sendikaları tamamen bürokratların ellerine bırakır. Bu durum nedeniyle sendika bürokrasisi sendika üzerinde her türlü tasarrufu yapma hakkını kendinde görür. Birkaç soru soralım. “Sendikalı olduk daha ne yapalım, bizim hakkımızı savunmak zorundalar” demek yerine, sendikalarımıza sahip çıkmayı tercih etsek böyle olur mu? İşçiler sendikalarına hiç uğramıyorsa, yapılan yanlışları sorgulamıyorsa sendika yöneticileri meydanı boş bulmaz mı? İşçilerin haklarını savunmayan bir temsilciyi ya da yöneticiyi değiştirmek için çabalanmıyorsa, o koltuklara gerçekten mücadeleci, işçilerin haklarını savunan bir işçi nasıl gelebilir?
Derler ya “beni sizler yarattınız” diye, maalesef sendikalara bürokratların çöreklenmesinin sebebi işçi sınıfının örgütsüz olmasıdır. Bunu kavramak için biraz gerilere gitmekte fayda var. 1980 öncesi dönem işçilerin sendikalarıyla birlikte mücadeleyi yükselttikleri bir dönemdir. Bu tarih bugün yaşadığımız sorunların nasıl çözüleceğine dair de ders niteliğinde anlamlı ve güzel örneklerle doludur. Metal işçilerinin mücadeleci sendikası Maden-İş’in ve DİSK’in unutulmaz önderi Kemal Türkler’in hayatından örnekler verebiliriz.
Kemal Türkler’in eşi Sabahat ablamız UİD-DER’e verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “Terzilik bilir, evin her yanını kendisi tamir ederdi. Birçok kez eve döndüğünde ceketinin olmadığını fark ederdim. Meğer ceketleri kimi işçilere veriyormuş. Döndüğünde yeni bir ceket dikmek için terzi masasında görürdüm onu.” Sabahat ablamız, kendilerinin hiç tatil yapmadığını ama Kemal Türkler’in işçiler tatil yapsın diye sendikaya Gönen’de bir arsa aldığını, inşaatında da işçilerle birlikte kendisinin çalıştığını da anlatmıştı. İşçiler tarafından “işçi üniversitesi” tabelası asılan bu tesis, zamanında bir bataklıktı. Aradan geçen on yıllar boyunca o tesiste binlerce işçi eğitimden geçmiş, ailesi ve iş arkadaşlarıyla birlikte tatil yapmıştır.
İşte Kemal Türkler böyle bir sendika lideriydi. Kalbi işçi sınıfıyla çarpan, işçilerden kopmayan namuslu ve dürüst bir işçi önderiydi. 1980’den önceki güçlü sendikal mücadele tek başına Kemal Türkler’in kişiliği nedeniyle ortaya çıkmadı elbette. O dönemin işçileri de örgütlü, mücadele eden ve sendikalarını denetleyen işçilerdi. İşyerlerinde öncü ve sosyalist işçiler vardı; çoğu işyerinde siyasal sınıf bilinci kazanmış bu işçiler temsilciydi. Sendika yöneticileri de sınıf bilinçli öncü ve sosyalist işçilerden oluşuyordu. Sendikalarını evi gibi gören, patronların onlarca saldırısına karşı sendikalarını korumayı görev bilen işçilerdi bunlar. Kemal Türkler’i anmak; onu, yaşadığı devirle birlikte düşünüp anlamakla anlam kazanır. Çünkü o, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yükselen işçi sınıfı mücadelesine anlamlı katkılar koymakla birlikte, bu devir içinde şekillenmiş ve Kemal Türkler olmuştur.
Bunu kavramak için bir örnek daha verelim. Sendika bürokratlarının ve bürokratlaşmaya başlayan temsilcilerin patronlar tarafından nasıl kültürel olarak fethedildiklerinden bahsetmiştik. Kemal Türkler’in yaşamından tersi bir örneği paylaşalım. Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in o yıllarda MESS’in başında olan Turgut Özal’ı toplu iş sözleşme masasındaki işçi temsilcilere sermayenin temsilcisi olarak tanıttığı bilinmektedir. Elbette Türkler bunu bilerek yapmakta ve temsilcilere kiminle karşı karşıya oturduklarının bilincinde olmalarını istemektedir. Nitekim Maden-İş Çalışma Grubunun hazırladığı Derinden Gelen Kökler kitabına da yansıdığı (14. Bölge Temsilcisi Celal Alçınkaya’nın 1977’de Elektrometal fabrikasındaki yaşananlara dair tanıklığına bakılabilir) üzere, örgütlü ve sınıf bilinçli olan işçiler Özal’ın yakasına yapışıp hesap sorabilmişlerdir. MESS’e karşı metal işçileri anlı şanlı bir greve hazırlanırken onları temsilen patronun karşısına oturan sendika lideri işte böyle bir güç ve özgüvenle doludur. Peki, bunun sebebi nedir? Ne takım elbise, kravat, ne de lüks araçlar… Sebebi işçi sınıfının örgütlülüğünden alınan güçtür.
Evet dostlar, mesele kişileri konuşmak, değerlendirmek meselesi değildir. Mesele tek başına kişinin dürüst olması veya olmaması da değildir. Asıl mesele biz işçilerin mücadele örgütlerimiz olan sendikalarımızı şikâyet ettiğimiz bu durumdan kurtarmak için ne yapıyoruz ve neler yapmalıyız meselesidir. Bugünün bürokratları da geçmişin mücadeleci sendikacıları da kendiliğinden ortaya çıkmadılar. Her şey bir süreç içinde oluştu. Bugün sendikalarımız mücadele çizgisinden uzaklaşmışsa, sendikaların büyük çoğunluğu bürokratların ellerindeyse bunda bizim ne kadar payımız var diye iyi düşünmeliyiz. Aksi halde, yani sendikalarımızı parasını verip hizmet beklediğimiz bir şirket olarak görürsek zaten bir şeyler değiştiremeyiz.
Grevci ve yıllardır sendika temsilciliği yapan bir işçi olarak öğrendiğim her şeyi UİD-DER’den öğrendim. Bugün ihtiyacımız olan işçiler olarak yan yana gelmek, sorunlarımız, taleplerimiz üzerine birlikte kafa yormak ve nasıl mücadele etmeliyiz sorusunu birlikte sormaktır. Geçmiş mücadele deneyimlerini öğrenmek, dersler çıkarmak, güç almak ve bunu hayatımıza geçirmektir. Bunlar kolay değil ama imkânsız da değil. Bunun için bize lazım olan ne varsa UİD-DER’de mevcuttur.
MAS-DAF İşçileri Pes Etmiyor!
- ASM Çalışanları İş Bıraktı: “Eziyet Yönetmeliğine” Hayır!
- Belediye İşçileri Hakları İçin Mücadele Ediyor
- Patronların Elindeki Koz: Sendika Yetkisine İtiraz
- Sağlık Çalışanlarından Eylem: “Sağlıkta Ticaret Ölüm Demektir!”
- Türk-İş’ten Ankara Mitingi: “Zordayız, Geçinemiyoruz”
- Sağlık Emekçileri: Eziyet Yönetmeliği İstemiyoruz
- DİSK: “Sendikal Hakların Önündeki Engeller Kaldırılsın!”
- Fernas İşçilerine Dayanışma Ziyareti
- DİSK Ankara’da İşçi Buluşması Gerçekleştirdi
- Madencilerin Ankara Yürüyüşü, Öğretmenlerin Hak Gasplarına Karşı Mücadelesi Sürüyor
- DİSK’li İşçiler İstanbul’dan Seslendi: “Gelirde, Vergide, Ülkede Adalet İstiyoruz!”
- Türk-İş’ten Eş Zamanlı Eylemler
- DİSK’li İşçiler Mersin’de “Gelirde Adalet, Vergide Adalet” Dedi
- Polonez İşçileri Saldırılara Rağmen Mücadeleye Devam Ediyor
- Sendikaların Eylemleri Devam Ediyor
- Türk-İş’ten Türkiye Genelinde Eylemler
- İstanbul’dan Antep’e İşçiler Hakları İçin Mücadeleye Devam Ediyor
- Belediye İşçileri Saldırılara Karşı Mücadele Ediyor
- Sendika Düşmanlığına, Ücret Gaspına Karşı İşçi Mücadeleleri
- İşçi Sınıfının Unutulmaz Önderi Kemal Türkler Mezarı Başında Anıldı
Son Eklenenler
- Aile Sağlığı Merkezi (ASM) çalışanları 1 Kasımda yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ni protesto etmek için 5-6-7 Kasımda tüm Türkiye’de iş bırakma kararı aldı. Sağlık emekçileri İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere...
- 7 Kasım 1917’de Rusya’da işçi sınıfı devrim gerçekleştirdi ve siyasal iktidarı ele geçirdi. Bu devrim Rus takvimine göre 25 Ekimde gerçekleştiği için tarihe Ekim Devrimi olarak geçti. Ekim Devrimi, tüm dünyayı sarsmış, 20. yüzyılın akışını kökten...
- Dünya… Masmavi okyanusları, uçsuz bucaksız ormanları, kıtaları dolaşan nehirleri, heybetli dağlarıyla her yanından yaşam ve bereket fışkıran bu rengârenk gezegen… Bu gezegenin gözümüzün önündeki hali içler acısı! Çünkü tüm dünyaya egemen olan...
- İSİG Meclisi’nin raporuna göre Ekim ayında 164 işçi, yılın ilk on ayında ise en az 1540 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Türkiye’de iş kazaları ve iş cinayetleri en yakıcı sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Her gün en az 5 işçi hayatını...
- Belediye işçileri artan hayat pahalılığı karşısında biraz olsun nefes alabilmek için ücretlerini yükseltmek istiyorlar. Buna karşılık belediyelerin yönetimleri ödenek olmadığı bahanesiyle işçilere düşük ücret dayatıyorlar. İstanbul ve İzmir’in ilçe...
- Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm sultanlar, komutanlar, yöneticiler, iktidarlar insanların ve toplumların algılarını şekillendirmeye, psikolojilerini yönetmeye odaklanmışlardır. Başka türlü egemenliklerini koruyamayacaklarını bildiklerinden toplumun...
- İngiltere’de 100 binin üzerinde insan Filistin halkıyla dayanışmasını göstermek ve emperyalist savaşa hayır demek için 2 Kasımda yeniden meydanlara çıktı. Başkent Londra’da 21. kez düzenlenen ulusal eylem gününde on binler hükümet binalarının...
- İspanya’da 29 Ekim Salı günü yaşanan sel felaketinde can kaybı 250’ye ulaştı. İspanya’nın doğusundaki Valencia bölgesinde etkili olan aşırı yağışlardan sonra meydana gelen sel felaketi büyük bir yıkıma neden oldu. Kurtarma ekipleri felaketten...
- Sevgili işçi kardeşlerim, yazının başlığı mücadele örgütümüzün ve işçi sınıfının çalışkan evlatlarından kadim bir dostuma aittir. Bir Afrika atasözü “aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar, av hikâyeleri her zaman avcıların kahramanlığını...
- Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası 4 No’lu Şube ile Kartal Belediyesi yönetimini temsil eden SODEMSEN arasında yürüyen görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamaması üzerine Kartal Belediyesi işçileri 30 Ekimde greve çıkmıştı. Belediye...
- Sendikaya üye olan işçilerin önüne çok çeşitli engeller çıkartılıyor. Sendikanın örgütlendiği işyerinde toplu sözleşme yapma yetkisi alması için hem işkolu hem de işletme barajlarını aşması ve Çalışma Bakanlığından çoğunluğu sağladığına dair yetki...
- Tarkett işçileri 18 Eylülden bu yana grevlerini sürdürüyorlar. Taleplerini, mücadelelerinin nasıl başladığını, grevlerini şöyle anlatıyorlar:
- Ücretlerini arttırmak, sendikalaşmak, ücret gaspına dur demek için çeşitli sektörlerden işçiler grev ve direnişlerini sürdürürken her geçen gün bunlara yenileri ekleniyor. Kartal Belediyesi işçileri Toplu İş Sözleşmesi (TİS) masasında anlaşma...