Buradasınız
Bakış Açını Değiştir “Büyük Resmi” Gör!
Bir metal işçisi
Merhaba! Uygun görürseniz sizler üzerinden sesimi diğer işçilere duyurmak istiyorum. Benim adım Nuri. Bir metal fabrikasında çalışıyorum. Bana işyerinde “Kıvırcık Nuri” derler. Sizin de bildiğiniz gibi geçen Ocak ayında metal işçilerinin grevini, milli güvenliği gerekçe göstererek yasakladılar. Bu kaçıncı grev yasaklaması! Her seferinde “milli irade” dedikleri, “milletim” dedikleri biz işçiler miyiz yoksa patronlar mı? Anlamadım gitti!
Sürekli oy verdiğim, sonra pişman olduğum, bir alternatif göremediğim için tekrar oy verdiğim iktidar partisi, Türkiye’nin sürekli büyüdüğünden bahsediyor. Yahu kendi kendime soruyorum; “Ha bu Türkiye’nin ekonomisi büyüyor da bizim cebimize niye bir şey girmiyor ki?” “Allah Allah” diyorum, “niye böyle oluyor?” Sonra çalıştığım işyerine bakıyorum, bizim fabrika da bayağı bir büyüdü yani. Öncesinden iki ülkeye ihracat yapıyorken, şimdi tam on ülkeye ihracat yapıyor. Üstelik bizim patron bir fabrika da Afrika’da kurdu.
Akşam evde televizyon izlerken, haberlerde; “Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar olmuş” diyorlar. Ya Cenabı Hak! Yahu bu nasıl oluyor? Bu para benim cebime girse ağa ben, paşa ben olmaz mıyım? Yani ortada çok tuhaf, çok yaman bir çelişki yok mu? Madem bu kadar büyüyoruz da işçilerin cebi neden büyümüyor? Üstelik her seçim zamanı geldiğinde bize “istikrar sürsün Türkiye büyüsün”, “biz olmazsak kaos olur” dediler. “Aman istikrar sürsün, aman kaos olmasın, aman bu kadar kredi kartı borcumuz varken bir de ekonomimiz bozulmasın dedik”, oy verdik. Ama tabii ne istikrar geldi, ne kaos bitti ne de ekonomi rayına oturdu. Tam tersine dolar yükseldikçe maaşlarımız eridi gitti.
Şimdiye dek dünyaya hiç bu kadar “Eeeyyy” diye efelenmemiştik. Komşularla “Sıfır Sorun” politikasıyla başladık ama şimdi kiminle dost, kiminle düşman olacağız diye kafam allak bullak. İsrail ile aramız zaten çok süper değildi, sonra Mavi Marmara davasıyla hepten düşman olduk. Sonra ne olduysa İsrail ile anlaşma imzaladık ve İsrail tarafından öldürülenlerin ailelerine “oraya yardım götürürken bana mı sordunuz?” denildi. Rus uçağı düşürüldükten sonra “bizzat emri biz verdik, gene sınır ihlali yaparlarsa gene vururuz” dedik. Sonra baktık sürekli küs kalmak işimize gelmiyor, Putin’e özür mektubu göndermek zorunda kaldık. Aramızı bozan da meğer “FETÖ”nün pilotlarıymış! Suriye konusunda yine önce “kardeş” dedik sonra düşman olduk, yetmedi askerlerimizi gönderdik ve onlarcasını kaybettik. Sonra “Suriye politikası baştan beri yanlıştı” dedik. Avrupa’daki bazı ülkelerle kötü olduk. Özellikle Hollanda ile niye bu kadar kızıştık anlamadım. Yahu adamlar diyor ki “gelmeyin kardeşim, ülkemizde seçim var.” Bizimkiler ne diyor “yok illa geleceğiz.” Aynı şeyi Hollandalılar yapsa biz ne deriz peki? Bu kadar da olmaz ki kardeşim, diplomasi diye bir şey var yani!
Ondan sonra çıkmış diyorlar ki “Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunu görün, asıl büyük resmi görün!” Abiciğim, yerimizde durup, sağa sola bulaşıp ortalığı bulandırmayalım da şu “Büyük Resim” neymiş görelim değil mi? Valla diğer türlü kim kime ne yapıyor, ne oluyor anlamıyoruz ki. Acaba gerçekten saldırı altında mıyız? Gerçekten dış güçler bizim büyümüş olmamızı çekemiyorlar mı? Madem bu kadar büyüklükten söz ediyoruz neden biz çalışanlar da nasiplenemiyoruz?
Mesela ben kendi geleceğimden, ailemin, çocuklarımın geleceğinden endişeliyim. Bir taraftan kendimi Suriye’deki savaşta, göç yollarında ölen insanlarla kıyaslayıp halimize şükrederken, diğer taraftan “acaba bizim de başımıza aynı şey gelir mi?” diye kaygılanmadan edemiyorum. Yani neden bu haldeyiz, neden daha da kötüye gidiyoruz, neden bir umut göremiyoruz geleceğimizden? Her gün kafamıza yeni bir düşman sokuluyor. Bir gün Kürtlere düşman olurken, bir gün Amerika’ya, bir gün Almanya’ya, bir gün Rusya’ya, bir gün Hollanda’ya derken, sonra tüm dünyayı kendimize düşman görüyorum. Sonra küfrettiğimiz ülkeler tekrar dostumuz oluyor. Artık ben bu işe akıl sır erdiremiyorum kardeşlerim. Yaşadığımız sıkıntıların sebebi kim, kimler, kaynağı ne? Kendimi tam bir çıkmaz sokakta hissediyorum ve işyerindeki birçok arkadaşımız da aynı durumda.
Geçenlerde Av Mevsimi adlı bir film izlemiştim. Filmde Şener Şen ve Cem Yılmaz başrolü paylaşıyor. Filmin giriş bölümünde Şener Şen cinayet masasında, öğrencilere eğitim vermektedir. Ortada bir cinayet vardır ve bunun nasıl çözülmesi gerektiği üzerine tartışılmaktadır. Şener Şen sormaktadır öğrencilerine: “Tek bir noktadan bakarsanız tek bir şey görürsünüz, o gördüğünüz şey sizi sonuca götürecek şey midir yoksa gerçekle aranıza giren bir engel midir? Diyelim ki katili bulduğunuzu zannettiniz ve ‘işte katil bu’ dediniz. Peki ya katil o değilse? Yanılabilir miyiz? Evet. Veya baktınız işin içinden çıkamıyorsunuz; çıkmaz sokak! Ne yapacağız?” Mesleğinin başında ve ilgili olan öğrencilerden biri (Okan Yalabık) cevap verir: “Yerimizi değiştireceğiz. Çıkmaz sokaktan çıkıp önümüzü görebileceğimiz bir sokağa gireceğiz.” Şener Şen, “Doğru cevap! Yani bakış açımızı değiştireceğiz.” Filmin bu sahnesi, bana nedense yaşadığımız dönemleri hatırlattı. Biz de aynı böyle çıkmaz sokaktayız. Ama biz hâlâ çıkmaz sokaktan çıkıp, bakış açımızı değiştirip asıl düşmanı ya da cinayeti işleyeni bulabilmiş değiliz.
Bizim patron sürekli bize öğüt veriyor; dış güçler Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynuyor, Türkiye’nin büyümesini istemiyorlarmış. Bu nedenle işimize daha sıkı sarılıp, daha çok çalışıp dış güçlerin oyunlarını bozmalıymışız. Oysaki biz zaten 12 saat çalışıyoruz ama bir türlü dış güçlerin oyunları bozulmuyor. Tam tersine bizim patron dinlenme molalarımızı kısaltarak bize güzel oyunlar oynuyor!
Bugün çıkmışlar başkanlık sistemi diye tek adam rejimini bize dayatmak istiyorlar. Üstelik başkanlık gelirse Türkiye’nin daha güzel olacağını, geleceğimizin daha huzur içinde olacağını iddia ediyorlar. Yahu bugüne kadar iş güvenliği önlemlerini almayan patronlara ceza vermek istediler de buna kim engel oldu? Kaç tane arkadaşımız iş kazasında hayatını kaybetti ama hiç bir zaman patron ceza almadı. Asgari ücreti biz işçilerin talepleri doğrultusunda arttırmak istediniz de buna kim engel oldu? Milyonlarca işçinin çalışma koşullarını düzeltmek istediniz de engel olan birileri mi var? Söyleyin de “milli irade” diye seslendiğiniz biz emekçiler onların icaplarına bakalım. Yoksa “milli irade” biz değil miyiz yani?
Ben şahsen “evet” demekten korkuyorum çünkü bugün bile hakkımızı almak için grev yaptığımızda grev hakkımız elimizden alınıyor. Başkanlık rejimi gelirse, bu tek adam, istediği zaman grevleri yasaklayacak. Asgari ücretin ne olacağını belirleyecek. İsterse kıdem tazminatını kaldıracak ve hiç sesini çıkaramayacaksın. Sesini çıkardığın anda gazı, copu yiyecek, gerekirse hapishaneyi boylayacaksın. Yani her şey tek adamın iki dudağı arasında olacak. Bugün işçilerin hangi hak mücadelesine yasak konmadı ki? Grev yaparsın yasak! Sendikalaşırsın, işten atılırsın. Haksızlığa uğradığın muktedirler tarafından gayet iyi bilinir ama onlar bunu görmezden gelirler. Peki, soruyorum, ben bu düzene “Hayır” demeyeyim de neye “Hayır” diyeyim?
GSS Prim Borçlarında Son Durum Ne?
Şirvan Faciası “Taksir”miş
Son Eklenenler
- İspanya’nın Barcelona kentinde on binlerce emekçinin katılımıyla 23 Kasımda yüksek kira fiyatlarına karşı bir protesto gösterisi düzenlendi. Konut kiralarının düşürülmesi ve daha iyi yaşam koşulları talepleriyle bir araya gelen işçi ve emekçiler,...
- 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında 23 ve 25 Kasımda dünyanın dört bir yanında emekçi kadınlar meydanlara çıkarak öfkelerini haykırdı. Kapitalizm altında çifte ezilmişliğe maruz kalan emekçi kadınlar, kadına şiddetin...
- Bizim mahallenin gençlerinin her birine okuyacakları kitaplar almak için Konak’tan Kemeraltı’na girdim. Kitabın adı Küçük Kara Balık, yazarı Samed Behrengi. Kitap her yaştan işçilere ve işçi çocuklarına dereden çaya, çaydan ırmağa, ırmaklardan...
- Yıllar önce çok sevdiğim, dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaştığımız ama hayata dair fikirlerimiz ayrı olan bir arkadaşımla aynı dönemde hamile kaldık. Onu hamile olduğu için işten çıkardılar ve buna karşı çok fazla direnemedi. Patron bana da,...
- DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan ile Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı ve DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Göksoy’un 26 Kasımda sabaha karşı bir ev baskınıyla gözaltına alınmaları üzerine DİSK...
- Türkiye’deki grev ve direnişlere her geçen gün yenileri eklenirken işçilerin mücadelesi dayanışmayla büyüyor. Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmelerinin özelleştirilmesine karşı işçilerin başlattığı direniş devam ediyor. Genel Maden İşçileri...
- 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Gününde her yıl olduğu gibi bu yıl da emekçi kadınlar alanları doldurdu. Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar onlarca kent ve ilçede protesto yürüyüşleri, nöbet eylemleri...
- Yunanistan’da 20 Kasımda pek çok sektörden on binlerce işçi genel greve çıktı. Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (ADEDY) çağrısıyla gerçekleşen grevle birlikte 70 şehirde protesto...
- Ankara’dan UİD-DER’li işçiler olarak özelleştirmeye ve hak gasplarına karşı eyleme geçen Çayırhan Termik Santrali ve Linyit İşletmesi işçilerini eylem alanlarında ziyaret ettik. 20 Kasımda maden işçileri iş bırakarak direnişe başlamış, ardından...
- “Eğer öleceksem, burada size karşı mücadele ederken öleceğim. Benim düşmanım sizsiniz. Vietnamlılar ya da Çinliler, Japonlar değil. Benim düşmanlarım ben özgürlüğümü istediğimde buna karşı duranlardır. Adalet istediğimde buna karşı duranlardır....
- Adana’da SASA Polyester’in PTA tesis şantiyesinde Gemont Endüstri adlı taşeron şirket bünyesinde çalışan inşaat işçileri gasp edilen 2 aylık ücretleri ve tazminatları için 20 Kasımdan beri fabrika önünde eylem yapıyor. Yapı ve Yol İşçileri...
- Hatay’ın Payas ilçesinde bulunan Atakaş Çelik fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi üç işçi, geçtiğimiz günlerde işten çıkarılmıştı. UİD-DER’li işçiler olarak fabrika önünde direniş başlatan işçilere direnişin beşinci gününde dayanışma ziyaretinde...
- “Her şeyin içinde ve her şeyin dışındayız”. Bu söz bir market çalışanı arkadaşımın ağzından işçilerin yaşamını özetleyen bir söz olarak döküldü. Uzun zamandır büyük bir mağazada çalışan arkadaşım, marketin günlük cirosunun rekorlar kırmasına rağmen...