Buradasınız
Bir Tekstil İşçisinin 17 Yılı
Sarıgazi’den bir tekstil işçisi
Merhaba arkadaşlar,
Ben eski bir tekstil işçisiyim. Tam 17 sene bu sektörde çalıştım. Çalışmaya başladığımda sadece 11 yaşındaydım. Size 17 senelik işçilik hayatımda yaşadıklarımı, neler kazandığımı, neler kaybettiğimi, anlatmak istiyorum. Çocukluğum, ergenliğim, gençliğim var bu 17 yılda.
Ben okumadım. Aslında çok da başarılı bir öğrenci değildim. Bu yüzden ailemi suçlayamam. Okumak isteseydim tornada çalışan babam, ev işlerinde çalışan annem ne yapıp edip okuturlardı beni. Ama ben okumak istemedim. Maddi sıkıntılar yaşayan aileme küçük de olsa bir katkıda bulunmak için çalışmak istedim ve 11 yaşında işe başladım. Önceleri ortacı oldum. Çok azimliydim. Kısa sürede bütün makineleri öğrendim. Makineleri öğrenirken patronumun teşviki çok oldu. “Ne kadar iyi biri” diye düşünüyordum onun için. Yıllar yılları kovaladı. Oradan oraya koşuşturup durdum ve çok yıprandım. Yaşıtlarım top oynayıp ip atlarken ben sabahlama, vardiya, fazla mesai, evde çalışma derken oradan oraya sürüklenen, her iş yaptırılan bir işçi haline geldim. Bazen kendimi bir robot gibi hissediyordum.
Daha sonra belki durumumda değişiklik olur diye işyeri değiştirdim. Sonra bir başkasına ve bir başkasına daha... Çok sonra aslında hiçbir işyerinin birbirinden farkı olmadığını fark ettim. Yani işçiysen adın kalfa da usta da olsa sen bir işçisin ve patronların gözünde bir makineden farkın yok.
Artık çocuk değildim. Bana büyük çabalarla işi öğreten patronumun çocuk saflığıyla sandığım kadar iyi niyetli olmadığını anlamıştım. Patronumun sözlü tacizlerine maruz kaldım. Patron olduğu için her şeye hakkı olduğunu düşünen ahlaksız, iş bahanesiyle beni yanına çağırıp boş kâğıda şekiller çizerek gösteriyor, taciz ediyordu. Utanıyor ve korkuyordum. Ama hiçbir şey yapamıyordum. Çünkü her ne kadar kendimi artık çocuk olarak görmesem de henüz 15 yaşındaydım. Psikolojim bozulmuş, insanlara güvenim kalmamıştı. Kimseyle konuşmaz olmuştum. Öyle bir hale geldim ki maaşımı bile almadan kaçar gibi çıktım işten.
Artık zırhıyla yaşayan bir işçi kızdım. Katı, sert, itiraz eden, öyle her şeyi kabul etmeyen, çoğu zaman haksızlıklara boyun eğmeyen bir işçiydim. Ama ne yazık ki yaşadıklarım ve sınıf bilinçli olmayışım beni yalnızlaştırmış ve insanlara karşı güvensizleştirmişti. O yüzden itiraz etsem bile tek başınaydım ve elimden fazla bir şey gelmiyordu. Ustalar tarafından sevilmeyen işçi oluyordum. Tek başına olduğum için hakkımı aramak adına sürekli kavga etmem gerekiyordu. 10 yılım böyle geçti. Psikolojimi siz düşünün.
10 yılın sonunda tekstil sektörünün başka bir bölümüne, iç giyim üretimi yapan büyük bir fabrikaya geçtim. Burası tam bir cezaeviydi. Hiçbir şekilde sorunlarını anlatıp çözüm isteyebileceğin bir muhatabın yoktu. Sabah eline bir adet form tutuştururlardı. Günün sonunda bu forma bakarlardı. Eğer istenilen adedi tutturamamışsan zorla fazla mesai yazarlardı. İnsanlar inanılmaz derecede sindirilmiş, pasifleştirilmişlerdi. Bazı arkadaşlarla konuşmaya çalıştım. Birçoğunun ilk çalışma hayatının bu işyeri olduğunu öğrendim. Yani onlar da bir zamanlar benim gibi çocuk işçi olarak girmişlerdi buraya. Ama artık birer robottular. Burada da tahmin edeceğiniz gibi hiçbir müdür ya da ustabaşı beni sevmedi. Çünkü ben onların robotu olmayı kabul etmiyordum ve her fırsatta bunu hissettiriyordum. Bu işyerinde tam 7 yıl çalıştım. Bu 7 yıl içinde de pek çok haksızlığa maruz kaldım. Ama ben yine de elimden geldiğinde kavga ediyordum. Bize sürekli ne olduğunu bilmediğimiz evraklar imzalatıyorlardı. Sorduğumuzda da hiçbir açıklama yapmıyorlardı. Bordro istediğimizde bir bahane bulup vermiyorlardı. Sonradan araştırınca öğrendim ki her sene girdi-çıktı yapıyor ve firmayı iflasta gösteriyorlarmış. Bir firma kapatıp başka isimde bir firma açıyorlarmış. Oysa biz hep aynı binada, aynı müdürle, aynı ustayla, aynı patronla çalışmaya devam ediyorduk! İş her zaman fazlasıyla vardı, demek ki patronun iflas etmesi için de hiçbir sebep yoktu.
O zamanlar internetten prim ödemelerini öğrenme şansımız olmadığı için birkaç arkadaşla Sosyal Sigortalar Kurumu'na gittik. Öğrendik ki bir ayda sadece 10 ya da 15 gün primimizi yatırıp geri kalan günler devamsızlık gösteriyorlarmış. Oysa bırakın devamsızlığı biz evimize bile gitmiyorduk! Orada yaşıyorduk adeta. Bu konuyu müdürle konuşmak için odasına gittim. Daha konuşmaya bile başlamamıştım ki bana “sen terörist misin?” dedi. O anda gülmeye başladım. Ona sadece hakkını arayan bir işçi olduğumu söyledim. Sonraki diyalog hatırlayabildiğim kadar şöyleydi:
-
- Burada kimse senin kadar konuşma isteğinde bulunmuyor.
-
- Gününüzün çoğunu aynı çatı altında geçirdiğiniz bir işçiyle konuşmak niçin sizi bu kadar korkutuyor, anlamış değilim!
- Sen kimsin ki ben senden korkayım?
- Ben de sizin gibi işçiyim, aynı patrona çalışıyoruz. Sizin benden tek farkınız daha az çalışıp daha fazla para kazanıyor oluşunuz.
- Sen beni biliyor musun? Ben buraya senelerimi verdim!
- Ben de tam 7 senedir burada çalışıyorum. Yeri geldi maaşımı alamadım, yeri geldi ailemle zaman geçiremedim. Bazen hasta hasta çalıştırıldım. Bazen iş kazası geçirip sakatlandım ama hep buradaydım. Hem de sizden daha çok ödün vererek! Ama sizin beni dinlemeye bile tahammülünüz yok.
- Evet ben seni çağırdığımda gelirsin!
Müdür böyle diyerek odayı terk etti. Artık vücudum sinyal vermeye başlamıştı. Aşırı çalışma temposu ve stres beni tamamen çökertmişti. Doktora gitmek istiyordum ama izin vermiyorlardı. Durumumu izah etmeye çalıştığımda dinlemeden “izin filan yok, çalışamıyorsan git çıkışını ver, evinde otur” diyorlardı. Bir gün işe gitmek yerine doktora gittim. Ertesi gün geldiğimde beni müdürün yanına gönderdiler. Odasına girdiğimde kraldan kralcı bir tavırla “Sen nerdesin bakalım? Burası dingonun ahırı mı?” dedi. Ben de derin bir iç çekerek “Bilmem, siz daha iyi bilirsiniz. Senelerinizi burada geçirdiğinizi söylemiştiniz” dedim. Bana “bak böyle olma, insanları kışkırtma. Git hanım hanım otur çalış. Yoksa bu iş sana fena pahalıya patlayacak” dedi. Ne demek istediğini sorduğumdaysa imalı bir şekilde “anlarsın, anlarsın” diye cevap verdi. Öfkeden ellerim titremeye başlamıştı: “Bakın tam bir haftadır hastayım ve doktora gitmek için izin istiyorum” dedim. Alaycı bir tavırla “Ya öyle mi? Geçmiş olsun, neyin var?” deyince kendimi kaybettim ve elime geçen ilk cismi üzerine fırlattım. Tabii bağrışmaya başladık. Sesimizi duyan imalat müdürü odaya geldi ve ortamı sakinleştirerek “Gel bakalım kızım” diyerek beni oradan uzaklaştırdı. Beni odasına götürdü, tartışmanın sebebini sordu ve tüm anlattıklarımı dinledi. Sonra da babacan bir tavırla niçin şimdiye kadar ona gelmediğimi sordu. Artık kafam o kadar allak bullak olmuştu ki, sinir, stres, hastalık bir arada beni o kadar bunaltmıştı ki müdürün söylediklerine kuşkuyla bakacak durumda değildim. Şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Bak kızım, sen evine git. Ben sana birkaç gün izin vereyim. Git kafanı dağıt. Ben seni kaybetmek istemem. Seni tanırım, durduk yere patavatsızlık yapacak biri değilsin. Mutlaka karşılıklı bir yanlış anlama vardır. Git dinlen, sonra hep birlikte oturur, tartışıp konuşuruz.”
Bu anlayışlı, babacan sözler üzerine oradan çıkıp eve gittim. İkinci gün işbaşı yaptım. Makineme oturur oturmaz ustabaşı geldi ve bana oradan kalkıp alt kata gitmem gerektiğini söyledi. Nedenini sorduğumda da artık makinede çalışmayacağımı, alt katta paketlemede çalışacağımı söyledi. Neler olduğunu anlamak için aşağıya indim. Elime bir makas tutuşturup tam 17 sene önce yaptığım işi yani ortacılığı yapmamı istediler. Bir an için durdum, sonra toparlanıp imalat müdürünün yanına gittim. O babacan müdür gitmiş yerine personel müdürünü aratacak biri gelmişti. “Neler oluyor anlamıyorum. Neden burada çalışacakmışım? Ben 8 makine bilen bir elemanım. Ortacılık neden? İzah eder misiniz?” dedim. İmalat müdürü, “Bak kızım, şimdi sen orada yapmaman gereken bir şey yapıp müdürünü kızdırmışsın. Artık sen o bölümde çalışamazsın. O kadar elemanın yanında müdürüne bağırıp rencide etmişsin. Şimdi seni alıp başköşeye oturtmak olmaz. Bu sefer herkes senin yaptığını yapar. Müdürün kimsenin yanında bir hükmü olmaz. İnsanları kışkırtmaya gerek yok. Hem bu iş hiç yapmadığın bir iş değil. Biraz maaşı az ama sen de fazla mesai yapıp bu açığı kapatırsın” dedi.
Anlayacağınız kendiliğimden gitmeyeceğimi anlayınca bana bu oyunu oynamışlardı. Hemen muhasebeye gidip iş başvuru formumu istedim. Orada makineci olduğum yazıyordu. Ama bana kaybolduğunu söylediler. Ortacı olarak çalışmayı kabul etmediğimi söyleyince de o halde işten çıkıp evime gitmemi istediler. Ben de “Ben niye çıkıyorum, siz çıkartın” deyince, “Bizi uğraştırma. Hiçbir şey elde edemezsin. Zaten 3 gün işe izinsiz gelmedin. Hani izin kâğıdın var mı” dediler.
Sonuçta tek kuruş tazminat almaksızın işten çıkarıldım ya da çıkmak zorunda bırakıldım diyeyim. Yaşadığım haksızlıkların yanı sıra hiçbir arkadaşımın bana sahip çıkmamasına da çok üzülmüştüm. Ama onlara kızmıyorum tabii. Çünkü örgütlü değiller ve benim başıma gelenlerin onların da başına gelmesi ihtimali çok yüksek. Doğrusu keşke o zamanlar UİD-DER’le tanışmış olsaydım diyorum. Çünkü böylece daha en başından hiçbir oyuna kanmayacaktım. Nihayetinde yine işten çıkarılsam bile tazminat davası açabileceğimi bilecektim.
Şimdi 34 yaşındayım. Artık çalışmıyor olmama rağmen meslek hastalıklarından muzdaripim. Boynumda 3 tane tehlikeli fıtık var. Felç olma riski olduğu için ameliyat olamıyorum. Kol kaslarımda yırtık, ellerimde sinir sıkışması var. Bazen 4 yaşındaki oğlumu bile kucağa alamıyorum.
İşte benim 17 yıllık işçilik hayatım böyle geçti. Geriye dönüp baktığımda hayatımın 17 yılını boşa geçirmişim gibi hissediyorum. 17 yıllık çalışmamın sonunda ne sigorta primlerim var ne de kenarda köşede bir birikmişim. Etrafıma dönüp baktığımdaysa benden çok daha fazla haksızlığa uğramış, sakat kalmış, hatta iş kazalarında hayatını kaybeden yüzlerce, binlerce işçi var. Neden bu durumdayız? Neden bütün hayatımızı çalışarak geçirdiğimiz halde haklarımıza sahip çıkamıyoruz? Aslında çok düşünmeye gerek yok. Çünkü tek başımıza hiçbir şey yapamayız. Ancak örgütlenirsek haklarımıza sahip çıkabilir, çalışma koşullarımızı düzeltebiliriz.
- “Geçinemiyorsan Memleketine Dön”
- Neden Hayattan Sıkılıyoruz?
- Rakip Değiliz
- Savaşı Kınamak Sorumluluktan Kurtulmaya Yeter mi?
- Sağlık Alanında Birleşik Mücadele Şart!
- İyi ki Varsın UİD-DER
- Her Şeyin İçinde ve Her Şeyin Dışındayız
- Her Şey Karşıtıyla Vardır
- Çocuklar Öldürülmesin Şeker de Yiyebilsinler
- Bu Cesareti Nereden Alıyorlar?
- İlk Adımlarını Direnişte Atan, “Eylem” Adını Alan Çocuklarımız
- “Kim Uğraşacak Şimdi” Deme, Aradığın Çözüm Sende…
- “Hayal Vergisi” de İster misin?
- Bu Akşam Yemekte Tağşişli Gıda Var!
- “Bir Yemeklik Bamya”
- Kim Viral Olmalı?
- Sınıfına Ters Düşme!
- Asıl Hırsız Kim?
- Ruhumuzu Esir Alan Korkuyu Çıkarıp Atalım
- Konserve Yapmak Çözüm mü?
Son Eklenenler
- Polonez işçileri 173 gün süren mücadelelerinin kazanımla sonuçlanmasının ardından fabrika önünde kurdukları direniş çadırını halaylarla, sloganlarla kaldırdılar. 7 Ocakta direniş alanında zaferlerini kutlayan işçiler, davul zurna eşliğinde halaylar...
- İktidar ve sermaye sınıfının saldırıları böylesine ağırken işçilerin birlik olamayacağını düşünmek kime yarar sağlar? Bu düşünce doğru bir akıl yürütme yöntemi olabilir mi? Karşımızdaki yıkım tablosu, işçilerin birleşmek dışında bir çıkış yolu...
- İstanbul Çatalca’da bulunan Polonez fabrikasında işçiler Tekgıda-İş Sendikası’nda örgütlendikten sonra gerekli şartları sağlamalarının ardından yetki başvurusunda bulunmuş ve hemen ardından 146 işçi işten atılmıştı. İşten çıkarmaların ardından...
- Aile Sağlığı Merkezi (ASM) çalışanları, 1 Kasımda yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ni protesto etmek için 6-10 Ocak günlerinde Türkiye genelinde iş bırakıyor. ASM çalışanları “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendirdikleri...
- Vivident, Mentos gibi sakız ve şekerleme markalarının üreticisi olan Perfetti Van Melle’nin İstanbul/Kıraç’ta bulunan fabrikasında çalışan işçiler Tekgıda-İş Sendikasında örgütlenmiş, şirket yönetiminin sendika düşmanı tutum ve baskılarıyla...
- Sevgili işçi kardeşlerim, Rus yazar Tolstoy “acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyuyorsan insansın” der. Tolstoy’un bu ifadeleri özü itibariyle insanlaşmayı anlatır. İşçi sınıfı olarak, sömürücü efendilerden insanlık için insanlaşma...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER, sözünü İşçi Dayanışması’yla söylüyor. Kapitalist sömürüye, zorbalığa, ayrımcılığa, haksız savaşlara karşı işçi sınıfına sesleniyor ve diyor ki kurtuluş ellerinizde, birliğinizdedir.
- İşçi ve emekçiler pek çok ülkede 2024 yılını mücadeleyle kapattı, 2025’i mücadeleyle karşıladı. Kapitalist sömürü düzeninin yol açtığı sorunlar büyürken, buna karşı işçilerin mücadelesi ve dayanışması da güçleniyor. Emperyalist savaşın yayıldığı,...
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık ayı yıllık enflasyonunu yüzde 44,38, 12 aylık ortalama enflasyonu ise yüzde 58,51 olarak açıkladı. Kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaş artışında önemli bir faktör olan altı aylık enflasyon ise yüzde 15,75...
- Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi, 3 Ocakta basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecine, TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına ve Harb-İş üyesi işçilerin yaşadıkları ekonomik...
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...