Buradasınız
Japonya’daki Nükleer Felâketin Gösterdikleri
Ankara’dan bir öğrenci
Geçtiğimiz günlerde Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami sonrası on binlerce insan yaşamını yitirmiş, yüz binlercesi de evsiz kalmıştı. Sorunlar bunlarla kalmamış Fukuşima Daiçi nükleer santralindeki reaktörlerin büyük hasar görmesiyle oradaki milyonlarca insan deprem kaynaklı yaşadıkları sıkıntılardan çok, nükleer tehlike sonucu bundan sonra yaşanacakları düşünür olmuşlardı. Atom Enerji Kurumu, gelecek ay Çernobil kazasının 25. yılını temiz atom enerjisi çağının şafağıyla ilgili kendi kendini kutlayan açıklamalarla anmaya hazırlanırken, dünyanın en zengin ülkelerinden birinin bir değil üç reaktöründe peş peşe patlamalar ve yangınlar meydana geldi.
Şimdiye kadar verilen haberlerde santralin 30 km çevresinde yaşayan yüz binlerce insan tahliye edilirken, Tokyo’da ve diğer kentlerde radyasyon seviyesinin normalin yüzlerce kat üstüne çıktığı, içme suyuna ve sebzelere radyasyon bulaştığı belirtiliyor. Haberlerde ayrıca Fukuşima-1 santralinin yönetici şirketi Tokyo Electric Power Company’nin (TEPCO) idari direktörünün radyasyon sızıntısının insanları öldürecek kadar ciddi boyutta olduğunu itiraf etmesinin ardından gözyaşlarına boğulduğu ve Japonya Başbakanlığından bir yetkilinin nükleer kriz ve tsunaminin etkisinden büyük endişe duyduğunu itiraf ettiği bilgisi verildi. Bu gibi durumlara pek yabancı değiliz aslında. Kazalar öncesinde şirketlerde göremediğimiz bu hassasiyet her ne hikmetse kaza sonrası birden oluşuveriyor ve buna bütün insanların inanmasını istiyorlar. Patlamalar sonrasında Fukuşima-1 santralinde çalışan 6 işçi yüksek derecede radyasyona maruz kalmış ve ciddi miktarda radyoaktif madde çevreye sızmış durumda.
Tabii dünyanın en ileri ülkelerinden biri olan Japonya’da, ileri teknolojilerle inşa edilmiş nükleer santrallerde bu olayların yaşanmış olması dünya kamuoyunu daha da meraklandırdı. Hükümetler ise bu merakların önünü alabilmek için medyaya bir sürü haber servis ettiler. Santralin kullanım ömrünü zaten doldurduğu, santralde kullanılan teknolojinin eski olduğu bilgilerini yayarak insanların dikkatlerini başka yöne çekmeye çalışıyorlar. Bu sayede hedef kapitalist sistemin nükleer enerji politikası olmaktan çıkıp, teknolojilerin eskiliği ve yöneticilerin beceriksizliği gibi arızi sorunlar haline geliyor.
Dünyanın diğer bölgelerindeki insanların endişeleri artınca, hükümetler birbiri ardına nükleer santrallerini ve ilerideki projelerini “gözden geçirir” gibi yapmak zorunda kaldılar. Almanya’da Angela Merkel, 1980’den önce hizmete girmiş nükleer santrallerin denetlenmek üzere üç ay süre ile kapatılacağını açıkladı. İsviçre “güvenliğin” ana öncelik olduğunu açıklayarak yeni nükleer santral planını askıya aldığını duyurdu. Güvenliğin ana öncelik olması sadece yeni yapılacak olan nükleer santrallerin askıya alınmasını sağlıyor. Rusya Başbakanı Vladimir Putin ülkesindeki nükleer santrallerin güvenliğini gözden geçirme talimatı verdi. Rusya’nın kendi ülkesindeki nükleer santrallerin güvenliğindeki “hassasiyeti” diğer ülkelere nükleer santral inşası yolunda pek gözükmüyor. Rusya en son nükleer santral ihalelerinden birini yaptığı Belarus ile iki nükleer santral için dokuz milyar dolarlık anlaşma imzaladı. Santralin Letonya sınırına yakın bir yerde ve fay hattına yakın bir yerde olması halkın tepkisine yol açmış ama nükleer enerji konusunda “hassas” olan Rusya’nın dikkatini çekmemiş. Görüldüğü gibi hükümetlerin “hassasiyetleri” bol sıfırlı anlaşmalarda unutulup gidiyor. Bunlar ve daha çoğu çeşitli ülkelerin hükümetlerince alınmış kararlar. Patronlar ve onların hükümetleri adım atar gibi gözüküyorlar, ama onları ilgilendiren insanlığın değil kârlarının durumu.
Dünyada 100’ü aşkın nükleer santral, yüksek sismik aktiviteler gözlemlenen bölgelerde kurulu. 350 yeni istasyonun, depremlere, tsunamilere ve diğer doğal tehlikelere açık olan Pasifik kıyılarında yapılması planlanıyor. Atıkların nasıl depolanacağı sorununun hâlâ üstesinden gelinebilmiş değil. Bu zamana kadar yapılmış olan nükleer santralleri denetleme kararı çıkaranlar, ekolojik çevre için “kararlar” alanlar, iş projelerin revize edilmesi olunca hafızalarını yitirmekteler. Deniz Moralı’nın da dediği gibi, “Bir yandan büyük çaplı ekolojik tehlikelere ikiyüzlüce dikkat çekilmekte ve tüm dünya toplumuna ekolojik duyarlılık pozu verilmekte, ama öte yandan aynı yıkıcı üretim faaliyeti tüm hızıyla devam etmektedir.” (Radyoaktif Kapitalizm, Tarih Bilinci Yay., s.31)
Nükleer enerji tesislerinde 2009 yılına dek 99 büyük kaza yaşandı. 100 milyon dolardan daha fazla maddi hasara yol açan nükleer kazaların sayısı, Fukuşima Daiçi ile birlikte 19’a yükseldi. Sadece bir kuşakta milyonlarca insanın hayatı karardı. Buna rağmen, 20 yıl içinde dünya genelinde nükleer güç kaynaklı elektriği iki katına çıkarmayı planlıyorlar. 5 yıl içinde sivil nükleer güç işine girmeyi planlayan 10 yeni ülke var. Bu parası olanın canının istediği gibi, istediği yere nükleer santral yapabilmesi demek oluyor.
Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın tahminlerine göre 2009’da dünya elektriğinin %13-14’ü nükleer enerjiden karşılanmış. ABD, Fransa ve Japonya toplam nükleer enerji üretiminin yarısını sağlıyor. Sermayeye egemen olan mantığı Moralı güzelce özetliyor aslında: “Kapitalist üretimin amacı kullanım değerleri (faydalı nesneler) üretmek değil değişim değerleri (meta) üretmektir. İşte insan ihtiyaçlarının üretiminin önüne, tabiatı gereği böyle bir engel diktiği için kapitalizm, insanlığın gerçek ihtiyaçlarına çare olamamakta ve giderek onu bir yıkıma sürüklemektedir.” (Radyoaktif Kapitalizm, s.30)
Bize düşen, bu sistemin bir kısmına değil bütününe karşı çıkmaktır: “… soruna kapitalizmin sınırları içinde ve onu hedef tahtasına koymadan, etrafında dolanarak bir çözüm bulunabileceğini sanmak en hafifinden saflık, ama en çoğu sahtekârlık olur… oysa göstermiş olduğumuz gibi sorunun kendisi kapitalizmin özünden kaynaklanmaktadır ve her türlü ıslah çabası son tahlilde beyhudedir. Kapitalizm yıkılmadan çevre ve enerji sorunlarının gerçek bir çözümü imkânsızdır.” (Radyoaktif Kapitalizm, Tarih Bilinci Yay., s.49)
Kasırgalar, seller, depremler, tsunamiler, yanardağlar değil KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR!
Bize Baştan Bakanlara Mektup!
Direnişçi Kampana İşçilerinden Mektup
- Neden Bu Kadar Stresliyiz?
- “Beni Bırak, Gözünü Bebekten Ayırma Sakın”
- Huzurlu Bir Yaşam İçin Mücadeleye…
- “Bizim Hayallerimizi, Sizin Geleceğinizi Çaldılar”
- Bizim Mahallenin Gençleri
- Kişisel Gelişim Zırvasına Kanma, Sınıf Mücadelesine Sarıl
- Sömürü Düzenini Uçurumdan Atmak İçin Örgütlenelim
- Hindistan’da 250 Milyon Dolarlık Düğün ve Yoksulluk
- Emek Sömürüsü Kapitalizmin Fıtratında Var
- Sahip Olduğunuz Servet Bizden Çaldıklarınızdır!
- “Sayende Sigortalı Çalıştım, Emekliliğime Az Kaldı”
- Bayramları Bayram Gibi Yaşamak İçin!
- Dünya Üzerinde Yaşayan Herkesin Evi Olmalı
- Onlar Yok Ediyor, Biz Yenisini Yapacağız!
- Suyun Lüksü Olur mu Hiç?
- “Senin Yolundan Gideceğim Amca”
- Her Günü Doğa ve İnsanlık Günü İlan Etmek İçin…
- “Kıpır Kıpırsın, Heyecanın Ne Güzel Ey Yolcu”
- “Bence, Sevgi Emektir”
- Ah, Cemal Ah!
Son Eklenenler
- İstanbul Çatalca’da bulunan Polonez fabrikasında işçiler Tekgıda-İş Sendikası’nda örgütlendikten sonra gerekli şartları sağlamalarının ardından yetki başvurusunda bulunmuş ve hemen ardından 146 işçi işten atılmıştı. İşten çıkarmaların ardından...
- Aile Sağlığı Merkezi (ASM) çalışanları, 1 Kasımda yürürlüğe giren Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ni protesto etmek için 6-10 Ocak günlerinde Türkiye genelinde iş bırakıyor. ASM çalışanları “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendirdikleri...
- Vivident, Mentos gibi sakız ve şekerleme markalarının üreticisi olan Perfetti Van Melle’nin İstanbul/Kıraç’ta bulunan fabrikasında çalışan işçiler Tekgıda-İş Sendikasında örgütlenmiş, şirket yönetiminin sendika düşmanı tutum ve baskılarıyla...
- Sevgili işçi kardeşlerim, Rus yazar Tolstoy “acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyuyorsan insansın” der. Tolstoy’un bu ifadeleri özü itibariyle insanlaşmayı anlatır. İşçi sınıfı olarak, sömürücü efendilerden insanlık için insanlaşma...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER, sözünü İşçi Dayanışması’yla söylüyor. Kapitalist sömürüye, zorbalığa, ayrımcılığa, haksız savaşlara karşı işçi sınıfına sesleniyor ve diyor ki kurtuluş ellerinizde, birliğinizdedir.
- İşçi ve emekçiler pek çok ülkede 2024 yılını mücadeleyle kapattı, 2025’i mücadeleyle karşıladı. Kapitalist sömürü düzeninin yol açtığı sorunlar büyürken, buna karşı işçilerin mücadelesi ve dayanışması da güçleniyor. Emperyalist savaşın yayıldığı,...
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık ayı yıllık enflasyonunu yüzde 44,38, 12 aylık ortalama enflasyonu ise yüzde 58,51 olarak açıkladı. Kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaş artışında önemli bir faktör olan altı aylık enflasyon ise yüzde 15,75...
- Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi, 3 Ocakta basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecine, TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına ve Harb-İş üyesi işçilerin yaşadıkları ekonomik...
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...