Buradasınız
Gazap Üzümleri
1902 yılında Koliforniya’da emekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen John Steinbeck, eserlerinde işçilerin yaşamlarını, çalışma koşullarını, hayallerini, umutlarını kısacası onlara dair ne varsa yalın bir dille işlemiştir. Yazarın önemli eserlerinden biri olan Gazap Üzümleri de, toplumsal gerçeklikleri anlatan bir romandır.
1929’da dünya çapında yaşanan büyük ekonomik buhran sonucunda topraklarını terk etmek zorunda kalan çiftçiler hızla işçileşeceklerdi. Bu ekonomik buhran esas olarak emekçi kitleleri vurmuş ve elli milyon insanın işsiz kalmasına, milyonlarca insanın yoksulluk ve sefalete sürüklenmesine, binlerce insanın yiyecek bulamadığı için açlıktan ölmesine neden olmuştu. Gazap Üzümleri 1929 ekonomik bunalımından sonra ayakta kalabilmek için Oklahoma’dan Kaliforniya’ya göç eden Amerikalı bir çiftçi ailesinin, Joad ailesinin kelimelere sığmayan yolculuğunu, yaşama tutunma mücadelesini anlatır.
Hızlı sanayileşmeyle birlikte çiftçilerin yaşamına banka ve kredi girer ve çiftçiler topraklarını ipotek edip bankaya yüklü miktarlarda borçlanırlar. Borcunu ödeyemeyenlerin toprağına ise banka tarafından el konulur. Çiftçilerin topraksız kalmasını banka görevlileri bakın nasıl dile getiriyor: “Onlar kâr solurlar, paranın faizini yerler. Siz nasıl hava almadığınız zaman ölürseniz, onlar da bunları bulmadıkları gün ölürler. Bankanın, o koskoca devin her zaman kârı olmalıdır. O bekleyemez. Ölür... dev büyüyemezse ölür.”
Küçük mülkiyet banka yoluyla tasfiye ediliyor ve topraklar tek elde toplanıyordu. Toprağın yeni sahipleri daha fazla kâr elde etmek için onlarca emekçi ailesinin yerine tek bir traktör ve sürücüsüyle toprağı işleyecektir artık. Sanayileşme çiftçilerin yaşamını altüst edecek ve geri dönüşümsüz olarak onları proleterleştirecektir. “Artık iki bin, beş bin, on bin dönüm toprağın, bir de traktörün yoksa toprakta çalışarak geçinemezsin” diyor traktör sürücüsü.
Ellerindeki toprağı bankaya kaptırarak topraksız kalan Joad ailesi de tıpkı diğer binlerce aile gibi, ellerinde ne var ne yok satıp nakit paraya çevirdikten sonra, iş bulmak umuduyla, bölgede dağıtılan sarı el ilanlarından duydukları Kaliforniya’ya doğru yola çıkacaktır. “Kaliforniya’da bezelye toplayıcılarına ihtiyaç var. Mevsim boyunca iyi gündelik verilir. 800 toplayıcı istiyoruz.” Bu ve benzeri ilanlar tüm bölgeye dağıtılmıştır. Herkes gibi Joadlar da kendilerini bu 800 kişi arasında görmektedir. Yaşlı, genç, kadın, çocuk herkes gidecekleri yerle ilgili hayaller kurar. “Orada canım çektiği zaman kendime portakal koparacağım. Canım isterse üzüm de koparırım. Bugüne kadar hiç doya doya yemedim. Asmanın birinden koskocaman, bir sepet dolusu üzüm koparacağım, yüzümde ezip suyunu çenemden akıtacağım” hayaliyle yaşar, çalışamayacak kadar yaşlı olan büyükbaba. Çaresiz insanların, bir hayale umutla sarılmalarının öyküsüdür anlatılan…
66 numaralı kara yolu belli başlı göç yoludur. 66, tozdan ve katılaşan topraktan, traktörlerin gürültülerinden ve katılaşan mülkiyetten kaçan emekçilerin yoludur. 66 numaralı yol, topraksız kalmış ama yeni bir gelecek umudunu yitirmemiş yüz binlerce insanı proleterleşmeye götüren yoldur. 66 numaralı yolun yolcularının gelecekle ilgili inançları güçlüdür. “Yolun üzerinde iki yüz elli bin insan. Elli bin eski püskü araba... Yolların kıyısında bozulmuş arabalar, öylece bırakılmış... Peki ne olmuş bunlara? Arabanın içindeki insanlar ne olmuş? Yaya mı gitmişler? Şimdi neredeler? Onlar bu korkunç cesareti nereden buldular? Bu korkunç inanç nereden geliyor?”
Bir lokma ekmek parası kazanmak için yüz binlerce insanın yollara düşmesi, yollarda aç kalması, ölmesi, sefalet dolu bir yaşam sürmesi sermayedarların hiç de umurunda değildir. Tıpkı o insanları toprağından atarken düşünmedikleri gibi.
Hızlı sanayileşme ile birlikte küçük esnaf da tıpkı köylüler gibi yollara düşecekti. Sanayileşmenin artmasıyla küçük mülk sahipleri büyük tekeller karşısında daha fazla direnemeyecekti. Tom Joad’un dediği gibi: “Seni bozmak istemezdim, bayım. Senin de bizim gibi bir şeyin yok. Sen de çok geçmez kendini yolda bulursun. Ancak seni yola traktör düşürmeyecek, şehirlerdeki o güzel sarı benzin istasyonları düşürecek. Herkes yola düşecek artık.”
Sanayileşme sadece küçük toprak sahiplerini toprağından söküp atmamış, aynı zamanda toplumun değer yargılarını, aileyi, inançları da parçalamıştı. “Kanun var, haber vermek gerek; haber verince cenaze için kırk dolar alırlar, ya da fukara diye bedava kaldırırlar.” Ama kapitalizm insanda gurur bırakmıyor. Çünkü kuru gurur karın doyurmuyor. “Fukaralığı öyle bir öğreneceğiz ki... eskiden toprağımızdan atılmış değildik de fukaralığın ne olduğunu bilmiyoruz” diyor Tommy.
İş bulmak umuduyla yollara düşen bu insanlara konakladıkları ya da geçtikleri şehirlerde “Okie” denmektedir. Okie, “sen pis bir hayvansın, sen aşağılıksın” demektir. İş bulmak umuduyla dört dönmektedirler. Asfaltlar halkın aktığı nehirler, hendek kenarları konakladıkları yerlerdir. Asfaltın yanına kurulan kamplar, açlık korkusu, aç çocuklar, açlığın kendisi, bitmek bilmeyen yolculuk onları değiştirecektir.
Asfaltlarda göçmenler çoğaldıkça, mal sahipleri mallarına bir şey olacak diye korkmaya başlar. Ömürlerinde açlığı görmemiş olanlar açların gözlerini görmüşlerdir. Göçmenleri şehirlere sokmamak için şu tür söylentiler yayılır her tarafta: “Bu allahın belası Okieler pis ve cahil insanlardır. Yozlaşmış, seks düşkünüdürler. Bunlar hırsızdırlar. Gördükleri herhangi bir şeyi çalarlar. Onlarda mülkiyet kavramı yoktur.” Bu son söz doğrudur. Çünkü malı olmayan bir adam, mülkiyetin büyük tasasını nereden bilebilir?
Açlık insanları rekabete zorlamakta, insanlar iş için, aş için birbirlerini ezmektedirler. Bu durumdan memnun olanlar da vardır ama: patronlar. Patronlar daha az ücret vermek için her yolu denemektedirler. Yollar iş bulmak için birbirini yiyen, birbirini öldüren insanlarla doludur. Sonuç, yiyecek fiyatları aynı kalırken gündeliklerin giderek düşmesidir. Fakat patronlar bununla kendi kuyularını kazmış olduklarının farkında bile değildirler. Kendi mezar kazıcılarını kendi elleriyle yaratmışlardır.
Açlıkla öfke ve kızgınlık arasında kıl kadar bir pay olduğunun farkında olmayan patronlar, işçileri daha fazla sömürmek için kendi aralarında örgütlenirler ve işçi ve emekçileri acımasızca ezerler. “Siz hiç Çiftçiler Birliği diye bir şey duydunuz mu? Kimin yönettiğini biliyor musunuz? Söyleyeyim; Batı Bankası.”
Küçük toprak sahipleri büyük toprak sahipleri karşısında çaresizdirler ve onların sözünden dışarı çıkamazlar. “Hâlâ anlamadın mı? Koca göbekli banka hazretlerinin iki bin adamı, benimse üç tanecik adamım var. Ödemem gereken senetlerim var. Elimi kolumu bağladılar.” Bu büyük koca göbekliler iş bulma umuduyla yollara düşmüş insanlara yaşam hakkı tanımıyorlardı. İnsanlar, kendi elleriyle kurmuş oldukları her şeyi bu koca göbeklilere kaptırmışlardı.
Kendi hakları için var olan koşullara karşı koyanlara “kızıl” diyordu mal sahipleri. Mal sahiplerinden biri olan Hines, “kızıl dediğimiz kimseler yirmi beş senti kabul etmeyip otuz sent isteyen orospu çocuklarıdır!” dediğinde genç bir işçinin verdiği cevap şudur: “Demek öyle Mr. Hines. Ben orospu çocuğu değilim, ama eğer kızıl dediğiniz adamlar böyle kimselerse... Eh, ben de saatine otuz sent almak istiyorum. Yalnız ben değil herkes de istiyor...”
İnsanlar açlıktan ölürken çiftlik sahipleri fiyatları düşürmemek için kamyonlar dolusu portakalı yere döküyor ve aç insanlar alıp yemesin diye portakalların üzerine gaz fışkırtıyorlar. İnsanlar içmek için kahve alamazken, kahve gemilerde yakıt olarak kullanılıyor, mısır ısınmak için yakılıyordu. Bütün Amerika’yı çürüme kaplamıştı. Sadece çürüyen yiyecekler değil, aslında sistemin kendisi çürümekteydi. Kapitalizmin yarattığı bu felâketten büyük mal sahipleri daha da büyüyerek çıkmaktaydı.
“Aç insanların çürüyen gıdaları seyreden bakışlarında bir şaşkınlık ve aç gözlerinde artan bir kızgınlık, bir gazap...Halkın ruhunda büyüyen gazap üzümleri olgunlaşıp ağırlaşıyor ve bağ bozumunu hazırlıyordu. Gazap üzümleri olgunlaşıp ağırlaştığında yapabilecekleri tek şey vardı. Kendi gücüne güven... Onlar olmazsa meyvelerin toplanamayacağı, çürüyeceği ve mal sahiplerinin kâr edememesi. Bunun anlamı tıpkı eski papazın dediği gibi: Grev!”
“Bana bak, Tom! Biz de sizin gibi buraya çalışmaya geldik. Beş sent vereceğiz, dediler. Çok kalabalıktık. İşe başladıktan sonra iki buçuk sent vermeye kalktılar. Bu kadarcık parayla insan karnını doyuramaz. Biz de bu paraya çalışmayız, dedik. Bizi dışarı atıp başımıza dünyanın polisini sardılar. Şimdi size beş sent veriyorlar. Bu grev başarılamazsa... Yine size beş sent verirler mi sanıyorsun?”
Grev sırasında mal sahipleri grevi kırmak için dışarıdan işçi getirirler ve işçi önderlerini etkisiz hale getirmek için bütün yolları denerler. Ölümü bile... Grev çadırını basan birinin öldürülmesi sonucu kaçmak zorunda kalan Tommy bir süre sonra mülk sahiplerinin değil kendi sınıfının daha güçlü olduğunun farkına varır. Yaşananlar onu değiştirmiştir. Ne yapması gerektiğini anlamıştır. Kendisi için değil, içinde yer aldığı işçi sınıfı için var olmalıdır:
“O zaman ben her yerde bulunacağım. Her yerde olacağım. Nereye baksan beni göreceksin. Açlar nerede ekmek için kavga ederse, ben de orada olacağım. İnsanlar kızdıkları zaman nasıl bağırırlarsa, ben de öyle bağıracağım ve ... aç çocuklar, yemeğin hazır olduğunu işittikleri zaman, nasıl gülerse ben de öyle güleceğim; ve bizimkiler pişirdikleri şeyleri yerlerken, kurdukları evlerde yaşarlarken ... ben orda olacağım.”
Kapitalist sistemde iş yoksa para da yok, yiyecek de yok. Kapitalist sistemde açlık, sefalet, yokluk ve ölüm var. Mülk sahiplerinin aşağılayıp böcek gibi gördüğü “Okie”ler birer Tommy olmadığı sürece ve bu mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırıp kendi sınıfsal iktidarlarını kurmadığı müddetçe, kapitalizmin yüz milyonlarca işçi ve emekçiye sunacağı yaşam Joad ailesinin yaşamından farklı olmayacaktır. Ama şunu da unutmamak gerekiyor: işçi ve emekçilerin ruhunda gazap üzümleri her geçen gün daha fazla olgunlaşıyor ve bağ bozumu hazırlanıyor!
Son Eklenenler
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...
- Kapitalist sistemde yaşıyoruz ve bu sistemin yol açtığı büyük-küçük pek çok sorunla boğuşuyoruz. Peki sorunlarımızı çözmek için ne yapıyoruz? Örneğin pek çoğumuzun ailesinde çocuk, hasta, yaşlı ya da engelli olduğu için bakıma muhtaç yakınlarımız...
- İşçi Dayanışması çıktığında her birimiz ilk görüşte etkilendiğimiz yazıyı seçiyoruz. Neden etkilendiğimizi, yazının bizi nasıl etkilediğini, neyi düşünmemizi sağladığını anlatıyoruz birbirimize. Bu yazıyı herhangi bir arkadaşımıza nasıl ve neden...
- Mutsuzluk ve umutsuzluk gençler arasında adeta bir salgın gibi yayılıyor. Etrafımıza, arkadaşlarımıza bakıyoruz, yaşamdan tat alamadığını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. “Her günüm bir öncekiyle aynı”, “yarından bir beklentim yok”, “bana...
- Biz işçiler haftanın her günü vardiyalı bir şekilde 24 saat çalışırız. Yeri gelir Pazar mesai yaparız. Dinlenmeye, ailemize vakit ayırmaya zaman bulamayız. Sanki biz işçiler için hayat sadece çalışmaktan ibaretmiş gibi. Fabrikada mühendis bir...
- Eskiden her sorunun beni bulduğunu, bu sorunları yaşayan tek kişinin ben olduğumu düşünüyordum. Sonra UİD-DER ile tanıştım ve İşçi Dayanışması’nı düzenli olarak okumaya başladım. Bir genç olarak, gençlik yazılarını okudukça bu sorunları yalnızca...
- Ben büyük bir tekstil fabrikasında çalışıyorum. Başta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olmak üzere siyasi iktidar sözcülerinin, asgari ücret zammının hedeflenen enflasyon oranına göre yapılacağını her fırsatta söylemelerine rağmen asgari ücrete...
- Son günlerde sohbet edebildiğim her insana Türkiye’deki Suriyeliler hakkında ne düşündüklerini soruyorum. Devamındaysa nerede dünyaya geldiklerini, neden göçüp büyük kentlere geldiklerini soruyorum. Son olarak aile büyüklerinin nerelerden göçerek...
- Sevgili işçi kardeşlerim, 8 yaşına kadar babasız, 8 yaşından sonraysa hem anasız hem de babasız büyümüş sayılırım. 12-13 yaşıma kadar mahallede ve çalıştığım fabrikada anası-babası yanında olan arkadaşlarıma imrenmiş, onları kıskanmışımdır. O halimi...