Buradasınız
12 Eylül’ün Hesabı Kapanmadı
Selim Fuat

12 Eylül’ün cellâtlarının hiçbiri bugün hayatta olmayabilir. Ancak onları görevlendiren, destekleyen ve koruyan burjuva düzen halen hayattadır. Ve 12 Eylül’ün yarattığı yıkımların belki de daha büyüklerini alttan alta hazırlamaya devam etmektedir. 12 Eylül’ün tüm kurumlarını, anayasasını hedefine koyan ama esas olarak onun hayat bulmasının asıl sorumlusu olan burjuva düzenin sorgulanmasını ve yok edilmesini amaçlayan kitlesel bir mücadeleyi örgütlemek önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Ancak bunun yapılabilmesi için de işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin ilerletilmesi olmazsa olmaz bir koşuldur. İşçi sınıfı devrimcileri, 12 Eylül faşizmi ile hesaplaşmanın yalnızca tarihsel bir sorumluluk değil aynı zamanda güncel bir mücadele konusu olduğu anlayışıyla işçi sınıfı içindeki çalışmalarını güçlendirmelidirler. İşçi sınıfı 12 Eylül ve burjuvazinin tüm saldırılarının hesabını sermayeye karşı mücadelesini başarıya ulaştırarak soracaktır.
12 Eylül askeri faşist darbesi, işçi sınıfı hareketinin yükselişini durdurmak ve burjuva düzeni tehdit eden devrimci hareketi ortadan kaldırmak amacıyla 1980 yılında gerçekleştirilmişti. Üzerinden 35 yıl geçti ama bu faşist darbe, toplumsal ve siyasal yaşamdaki belirleyici etkilerini halen sürdürüyor. 12 Eylül söz konusu olduğunda, burjuva siyasetçiler ve yorumcular da dâhil her kesim darbeye nasıl karşı olduğunu anlatıyor. Ne var ki 12 Eylül’ün yasaları ve kurumları olduğu yerde durmaya devam ediyor. Başta Anayasa olmak üzere, siyasi partiler ve seçim yasalarından sendika yasalarına, DGM’lerin adını değil ama özünü sürdüren mahkemelerden HSYK’ya, YÖK’e, cumhurbaşkanının olağanüstü yetkilerinden MGK’ya kadar siyaseti ve toplumu zapturapt altına alan yasaları ve kurumlarıyla 12 Eylül’ün ruhu üzerimizde dolaşmaya devam ediyor.
Bu durumun başlıca sebebi, faşist rejimlere karşı yükselen devrimci hareketliliğin önünün burjuva demokrasisinin parlatılması yoluyla kesildiği Yunanistan, Portekiz, İspanya ya da kimi Latin Amerika ülkelerinin aksine, Türkiye’de 12 Eylül faşizminin tepeden kontrollü biçimde çözülmüş olmasıdır. Askeri cunta yerini bir süre sonra parlamenter görünümlü bir rejime bırakmış olsa da, köklü bir hesaplaşma sürecinden geçilmemiş olması nedeniyle, yasaları, kurumları ve siyasetçileriyle 12 Eylül rejimi toplumsal yaşamdaki etkisini yitirmemiştir. Uzun yıllara yayılan ve arada dönemsel parantezler açılsa da türlü gerekçelerle defalarca geri dönüşlerin yaşandığı sancılı bir süreçle etkisini bugünlere kadar taşımıştır.
2002 yılının sonlarında tek başına hükümete gelen AKP, demokratik bir değişimin önünü açacağı vaadi ile güçlenmişti. 12 Eylül rejimine nokta konmasını isteyen, yasalarıyla kurumlarıyla vesayet rejiminin ortadan kaldırılmasını uman emekçi kitleler de AKP’ye oy vererek bu gücü yıllar içerisinde giderek arttırmıştı. Yenilikçi, demokrasiden yana görünümüyle siyaset sahnesinde parlatılan AKP de özellikle hükümete geldiği ilk yıllarda, dünya sistemine daha fazla entegre olmak derdindeki burjuvaziye ve vesayet rejiminden bunalmış emekçi kitlelere güven verebilmek için değişim yönünde kısmi adımlar atmıştı.
Bu adımlar kısmi ve yetersiz değişimleri ifade etse de önceki dönemlerde atılan adımların zayıflığıyla kıyaslandığı için kuvvetli yanılsamalar yaratıyordu. AKP kadroları ve onları destekleyen burjuva kesimler esasen kendi siyasi pozisyonlarını güçlendirmek için, en çok da dış baskıların etkisiyle bu adımları atmak zorunda kalıyorlardı. Onların asıl derdi kapitalist ekonominin büyümesi, sermaye birikiminin artması ve siyasi hegemonyalarının pekişmesiydi. Nihayetinde bu yöndeki tüm vaatlerine rağmen AKP hükümetleri döneminde kapitalist ekonominin muazzam büyümesi beraberinde demokrasinin genişlemesini getirmedi. Emperyalistler arası savaşın kızışmaya başlamasıyla, AKP’nin dümenine geçtiği TC bu güç mücadelesinde yerini almaya yöneldi. Bunun gereği olarak da demokrasinin genişlemesi değil otoriterleşmenin artması yönündeki politikalar zamanla güçlendi.
12 Eylül anayasasının değişmesi, “millet iradesi” üzerindeki vesayetin kaldırılması gibi söylemleri dilinden düşürmeyen AKP kadroları bu konularda göstermelik şeyler dışında hiçbir adım atmadılar. Devlet gücünü ellerine daha fazla geçirdikçe de bu gösterileri bile bir kenara bıraktılar. Ancak elbette sözde demokrat pozlarından da hiçbir zaman vazgeçmediler. Hükümetin yine bir 12 Eylül gününe denk getirerek Anayasa’da bazı değişiklikler yapılmasını oylattığı referandum ile, 12 Eylül darbesini gerçekleştiren generallerin yargılanmasının önünün açılmasını 12 Eylül ile hesaplaşma olarak sunmaya çalıştılar. Bu generallerin hayatta kalanlarının, türlü oyunlarla karşısına çıkmadıkları mahkemece müebbet hapis cezasına çarptırılmalarını da bu hesaplaşmanın sonucu olarak gösterdiler. Oysa bütün bunlar, karşı çıkılacak adımlar olmasalar da, içi boş, kıymetsiz gösteriler olmanın ötesine geçemediler. Faşist generaller hizmet ettikleri devletin koruyuculuğu altında kıllarına bile zarar gelmeden 90 küsurlu yaşlarında öldüler.
Tasfiye edilmeyen 12 Eylül rejiminin kurumları da AKP kadrolarının elinde güçlenerek yeniden hayat buldular. Bonapartlaşan Erdoğan’ın otoriterleşme sürecinin kuvvetli dayanakları olarak yeniden öne çıktılar. Türkiye kapitalizminin nüfuz alanlarını geliştirme mücadelesini, tüm yetkileri elinde bulundurarak etkili bir yürütme gücüyle götürmek isteyen Erdoğan, 12 Eylül Anayasasını ve kurumlarını sonuna kadar kullanmaktadır. Hatta 12 Eylül Anayasası ile tanımlanmış, sorumsuz ve denetlenemeyen Cumhurbaşkanlığının yetkilerini bile herkese göstere göstere aşmakta bir beis görmemektedir.
Bu yönleriyle gelişmeler değerlendirildiğinde, AKP hükümetleri eliyle parlamenter sistemin kuvvetlendirilmesi yoluyla 12 Eylül rejiminin tasfiyesine yönelik olarak açılmış olan parantezin de çoktan kapatılmış olduğu görülüyor. AKP ve onun tartışılmaz lideri Erdoğan, politik gücünü sağlamlaştırmış olmasının verdiği güvenle, Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları doğrultusunda, dayanaklarını 12 Eylül rejiminden alan otoriter bir sistemi yerleştirmeye çalışmaktadır. Kürt halkının haklı mücadelesinin ezilmesi amacıyla yürütülen savaş da bu sürecin önemli parçalarından biridir. Bu haksız savaş Erdoğan ve AKP tarafından otoriterleşmenin gerekçesi yapılmaktadır.
Darbeci generallerden Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanıp mahkûm edilmiş olmaları, fakat bu cezaların uygulanmaması ve bir süre sonra ikisinin de ölmesi kimileri açısından 12 Eylül ile hesaplaşma defterini kapatmış olsa da, işçi sınıfı için hesap henüz kapanmış değil. Aksine Erdoğan’ın yürüttüğü politikalar ve uygulamalar 12 Eylül rejimi ile hesaplaşmayı aynı zamanda güncel ve yakıcı bir sorun haline getirmiş durumda. 12 Eylül faşizminin devrimci işçi sınıfı hareketinde açtığı derin yaralar halen kapanmamıştır. Üstüne onun kurumsallaştırdığı otoriter yapılar ve yasalarla işçi sınıfı ve ezilen Kürt halkı daha fazla sindirilmeye, baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Türkiye, emekçilerin canı pahasına emperyalist paylaşım savaşının tarafı olmaktadır.
Bu yüzden devrimci işçi sınıfı 12 Eylül’ün hesabını sormak üzere geniş emekçi kitleleri seferber edecek bir mücadeleyi önüne koymak zorundadır. Uzun yıllar boyunca gerçekleştirilemeyen bu görev sorunların giderek daha boyutlu hale gelmesine, emekçilerin daha sancılı süreçlerle yıkıma uğramasına yol açmıştır. 12 Eylül’ün yarattığı yapıları eline geçiren bir Bonapart da bu yıkımı arttıracak çabalar içerisindedir.
12 Eylül’ün cellâtlarının hiçbiri bugün hayatta olmayabilir. Ancak onları görevlendiren, destekleyen ve koruyan burjuva düzen halen hayattadır. Ve 12 Eylül’ün yarattığı yıkımların belki de daha büyüklerini alttan alta hazırlamaya devam etmektedir. 12 Eylül’ün tüm kurumlarını, anayasasını hedefine koyan ama esas olarak onun hayat bulmasının asıl sorumlusu olan burjuva düzenin sorgulanmasını ve yok edilmesini amaçlayan kitlesel bir mücadeleyi örgütlemek önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Ancak bunun yapılabilmesi için de işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin ilerletilmesi olmazsa olmaz bir koşuldur. İşçi sınıfı devrimcileri, 12 Eylül faşizmi ile hesaplaşmanın yalnızca tarihsel bir sorumluluk değil aynı zamanda güncel bir mücadele konusu olduğu anlayışıyla işçi sınıfı içindeki çalışmalarını güçlendirmelidirler. İşçi sınıfı 12 Eylül ve burjuvazinin tüm saldırılarının hesabını sermayeye karşı mücadelesini başarıya ulaştırarak soracaktır.
www.marksist.com’dan alınmıştır.
Biz Anneler Savaş İstemiyoruz
- Sivas Katliamı 32. Yılında Lanetlendi, Katledilenler Anıldı
- Göçmenlerin Sağlığa Erişim Hakkı Yok Ediliyor!
- “Halkımız Yoksul Değil, Devletimiz Sosyal”
- Gazze’de Yardım Merkezine Saldırı: Kapitalizmin Geldiği Nokta
- Dünya Mülteciler Günü: Umut Kapitalizme Karşı Mücadelede!
- Genel-İş Sendikacıların Tutuklanmasını Protesto Etti
- Sağlık Emekçileri: “Bitmeyen Eziyet Bitmeyen Rezalet! Hasta Gelmedi Ceza Geldi”
- ABD Büyükelçiliği Önünde Eylem: “Filistin’de Ablukaya ve İşgale Son”
- İzmir Belediye İşçilerinin Grevinin Gösterdikleri
- Tüm İnsanlık İçin Atan Kalplerin Anısına
- Enflasyonun Bize Faturası
- Örgütlü Gücümüzden Korkuyorlar Kardeşlerim
- TPI Compozit Grevcilerinin Anlattıkları
- İşçiler Grevi Nasıl Yürütmeli?
- Yönetmen ve Senarist Ali Özgentürk’e Veda
- Sırrı Abi, Beynelmilel ve İşçi Sınıfının Enternasyonali
- Yaşasın Sınıf Dayanışması
- Soma Katliamının 11. Yılında 301 Madenci İçin Eylemler Yapıldı
- Erol Eğrekler Katlediliyor, Holdingler İşçilerin Kanıyla Büyüyor!
- Benim Onurlu ve Dirençli Devrimci Hasan Dayım
Son Eklenenler
- İşçi sınıfının tarihsel mücadele mirasını yaşatmak ve bu mirastan güç alarak işçilerin birliğini büyütmek için çalışan UİD-DER, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55. yılı vesilesiyle 29 Haziranda, “Gelenekten Geleceğe: Umut Örgütlü Mücadelede!”...
- Petrol-İş Sendikasının örgütlü olduğu Kocaeli’nin Körfez ilçesinde faaliyet gösteren Gübretaş fabrikasında yüzde 30 sefalet dayatmasına karşı işçiler, 3 Temmuzda greve başladı. Devrimci Sağlık-İş Sendikasının, kamu işçilerine dayatılan sefalet...
- Geçtiğimiz hafta sonu, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55, UİD-DER’in kuruluşunun 19. yılı vesilesiyle Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde yüzlerce işçi arkadaşımızla yan yanaydık. Grevleri devam eden Petrol-İş üyesi DYO işçileri, DİSK’in kurucusu...
- Sivas katliamının 32. yılında Türkiye’nin birçok kentinde anma etkinlikleri ve eylemler düzenlendi. Katledilen 33 aydın ve sanatçı anıldı, katliam bir kez daha lanetlendi. Sivas katliamının unutulmadığının, tüm katliamların er ya da geç hesabının...
- Bak, ufukta görünen/ Özgürlüğün bayrağını sallayanlar/ Başı dik/ Gözleri umut umut bakanlar/
- Türk-İş’e bağlı sendikalarda örgütlü kamu işçileri, 2025-2026 yılı toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde siyasi iktidarın sefalet zammı dayatmasına karşı eylemlerine devam ediyor. 1 Temmuzda Türkiye genelinde kent meydanlarında kitlesel basın...
- İzmir Buca Belediyesi işçileri, birikmiş maaş ve alacakları ödenmediği için 18 Haziran’dan bu yana iş durdurmuş durumda. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 34. maddesi gereği yasal haklarını kullanan işçiler, belediye binası önünde maaş, gıda kartı ve diğer...
- Merhaba dostlarım. Bu yıl da Haziran ayını hem UİD-DER’in kuruluş yıl dönümünü hem de sınıfımızın tarihine damgasını vurmuş 15-16 Haziran günlerini anarak ve anlamlandırarak geçirdik. UİD-DER’imizin internet sitesinde, sosyal medyasında ve İşçi...
- UİD-DER’in 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin 55. yıldönümünde gerçekleştirdiği “15-16 Haziran: Gelenekten Geleceğe: Umut Örgütlü Mücadelede!” etkinliğine farklı sektörlerden yüzlerce işçi katıldı. Etkinliğe katılan konuklar arasında; unutulmaz...
- Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının 25 Haziranda başlattığı Büyük Öğretmen Yürüyüşünü gerçekleştiren ve bugün Ankara’ya ulaşan öğretmenlerin önü Ziya Gökalp Caddesi üzerinde polis barikatıyla kesildi. Talepleri için yürüyüşlerini Milli Eğitim...
- 31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerin ardından İzmir Çiğli Belediyesinde çalışan 147 işçi tasarruf bahanesiyle işten atılmış, yürütülen mücadele sonucu işçilerin bir kısmının işe iadesi yapılmıştı. Verilen tüm sözlere rağmen işe iadesi yapılmayan...
- Bu yıl 1 milyondan fazla öğrenci LGS sınavına, 2,5 milyon öğrenci YKS sınavına girmek için başvuru yaptı. Her yıl milyonlarca çocuk ve genç, aileleriyle birlikte sınav stresiyle baş etmeye çalışıyor. Çocuklarının geleceğine yönelik kaygı duyan...
- Artan fiyatlar karşısında alım gücümüz düşmeye devam ediyor. Enflasyonun artış hızının azaldığı söyleniyor ama bu, fiyatların düşmesi anlamına gelmiyor. Yaz meyveleri tezgâhlara çıktı ama kilosu 150-200 liraya varan fiyatlar yüzünden alamıyoruz....