Buradasınız
Ardı Ardına Gelen İşçi Eylemlerinin Gösterdikleri
2022 yılında geçerli olacak asgari ücret Aralık 2021’de açıklandığında, propaganda edilenin aksine bunun sefalet zammı olduğunu, alım gücündeki erimeyi telafi etmediğini, enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında işçilerin daha derin bir yoksulluk çukuruna itildiğini söylemiştik. Nitekim yeni asgari ücret henüz işçilerin eline geçmeden açlık sınırıyla eşitlendi. Türk-İş, Ocak ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 4249 lira olduğunu açıkladı. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 13 bin 844 liraya yükselirken bekâr bir işçinin yaşam maliyeti 5 bin 587 lira oldu. TÜİK’e atanan yeni başkan tüm hünerini kullanıp verilere takla attırmasına rağmen, yıllık enflasyon yüzde 48,7 olarak açıklandı. Fakat üretici yıllık enflasyonu yüzde 93,53’e tırmandı. Bu durum gerçek enflasyonun hangi düzeyde olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim ENAG, Ocak ayı yıllık enflasyon artışını yüzde 114 olarak açıkladı. Böylece bir ay önce asgari ücrete iyi bir zam yapıldığına inanan bazı işçiler bile kısa sürede gerçekle yüzleştiler, artan fiyatlar karşısında alım güçlerinin hızla eridiğini gördüler. Emekçiler, market ve pazardaki zamlı fiyatlara yetişemezken, üstüne bir de elektrik ve doğalgaza yapılan fahiş zamların ardından 2-3 katına çıkan faturalarla karşılaştılar.
Asgari ücretin üzerinde ücret alan işçiler, yapılacak zam oranının açıklanmasını bekliyorlardı. Beklendiği gibi patronlar, resmi enflasyonun bile çok altında kalan zam oranları açıklamaya başladılar. Örgütsüz olan işçilerin bu duruma da sessiz kalacağını, böylece ücretleri daha fazla aşağı çekebileceklerini düşünüyorlardı, düşünüyorlar. Fakat işçilerin biriken öfkesi beklemedikleri anda patladı. Metal, maden, gıda, tekstil, taşımacılık ve daha birçok sektörde işçilerin protesto eylemleri başladı. Eylemlerin özellikle son bir hafta içinde ardı ardına gelmesinin nedeni, kuşkusuz şirketlerin 2022 ücretlerini açıkladığı dönem olmasıdır. Ancak bugün yaşananların sefalet ücreti dayatmasına duyulan tepkinin ötesinde bir anlamı olduğunu; toplumdaki dönüşümün ve değişim isteğinin, son yıllarda biriken öfke ve hoşnutsuzluğun dışavurumu olduğunu da görmek gerekiyor.
Biriken hoşnutsuzluk ve öfke
Geride bıraktığımız yıllar boyunca işçi sınıfının haklarına yönelik saldırılar giderek arttı, pandemi süreciyle birlikte yoksullaşma esnafından çiftçisine tüm kesimleri içine alarak genişledi ve derinleşti. 2020 yılının Mart ayında pandemi gerekçesiyle sokağa çıkma yasakları uygulanmış, mitingler ve eylemler yasaklanmıştı. Toplumda yaratılan korku atmosferinin etkisiyle işçilerin hak arayışı da geri çekilmişti. Ne var ki iktidarın ve patronların derdinin salgını önlemek olmadığını, pandeminin hak gasplarını hayata geçirmek için kullanıldığını işçiler yaşayarak gördüler. Hak gaspları karşısında tek çıkar yolun örgütlenmek olduğunu gören işçilerin sayısı ve sendikalaşma girişimleri arttı. Hemen her yerdeki sendikalaşma mücadelesi işçiler işten atılarak ve polis zorbalığı devreye sokularak bastırılmaya çalışıldı. Keza ormanları ve dereleri sermayeye peşkeş çeken siyasi iktidar, yaşam alanlarını korumak isteyen köylülere de saldırmaktan geri durmadı. Sokağa çıkma yasaklarını fırsat bilen patronlar, jandarma eşliğinde orman katliamını sürdürdüler, katliamı durdurmak isteyen köylüler ise darp edildiler, gözaltına alındılar ve sokağa çıkma yasağına uymadıkları gerekçesiyle para cezaları kesildi.
Bu süreçte sadece yoksulluk değil siyasi iktidarın ve sermayenin kibir ve körleşme hastalığı da büyüdü. Emekçilerin “ekmek alamıyoruz” şikâyeti “abartmayın” denilerek susturulmak istendi. Ülkede yoksullaşma olduğu inkâr edildi. Yoksulluktan şikâyet edenlere keyif çayı içmeleri tavsiye edilirken sel mağdurlarının başına çay fırlatıldı. Muktedirlerin kibir ve körleşme hastalığı o boyutlara vardı ki, hayat pahalılığı ve yoksulluk karşısında çaresizce çıkış arayan emekçilere porsiyonları küçültmekten kuru soğan yemeye kadar insan havsalasının almayacağı öneriler sundular. Rejim yalanlarla, algı oyunlarıyla büyüyen yoksulluğun yarattığı öfke ve hoşnutsuzluğun önüne geçebileceğini zannetti. Algı oyunları yeterli gelmediğinde baskı ve zor devreye girdi. Yapay kutuplaştırmayı derinleştirmek amacıyla saldırıların dozu arttırıldı. Bu süreçte kamu kaynaklarının daha fazla sermayeye aktarılması ve iktidar sahiplerinin “itibardan tasarruf olmaz” diyerek lüks ve şatafat içinde yaşamaya devam etmesi, yolsuzlukların ifşa olması emekçilerde biriken öfkeyi daha da büyüttü.
Rejimin yapay kutuplaştırma siyasetinin altını oyan ekonomik kriz ve yoksullaşma, toplumda yaşanan değişim ve dönüşümden bağımsız düşünülemez. İşçi Dayanışması’nın pek çok yazısında özellikle bu konuya dikkat çektik çünkü bugün yaşananları ve önümüzdeki süreci anlayabilmek için toplumda nasıl bir değişim yaşandığını da idrak etmek gerekiyor. Örneğin 156. sayının (Şubat 2021) başyazısında şöyle demiştik:
Sırça köşklerinde yaşayan egemenler insanların ellerindeki telefonları gösterip ülkede yoksulluk olmadığını iddia edecek kadar kördür, yalancıdır kibirlidir. Fakat sıkça dile getirdiğimiz gibi, Türkiye’de işsizlik ve yoksulluk sorunu daha önceki dönemlerden farklı olarak yeni boyutlar alıyor. Türkiye’de nüfusun ezici çoğunluğu yani yüzde 93’ü artık il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. Yalnızca İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Antep, Diyarbakır ve Kocaeli’nin toplam nüfusu 40 milyondur. Üstelik göçmen nüfus bu sayıya dâhil değildir. Bunun anlamı yeterince açıktır: Nüfus kentlere yığılarak işçileşmiş ve geleneksel geçim kaynaklarından kopmuştur. Bunun yanı sıra, kentsel ve modern yaşamın zorunlu ihtiyaçları çeşitlenip artmıştır. İktidarın inkâr etmesi bu gerçekleri ortadan kaldırmaz!
Kentleşmeyle birlikte çeşitlenip artan zorunlu ihtiyaçlar toplumdaki yoksulluk algısını da değiştirmiştir. Erdoğan’ın iddia ettiği gibi evine ekmek götürebiliyorsa aç olmadığını düşünen insanların sayısı bir avuçtur. Pandemi döneminde uzaktan eğitime geçilmesiyle birlikte her evde bilgisayar ve internetin zorunlu bir ihtiyaç olarak kendini dayatması buna örnektir. Bundan 20 yıl önce cep telefonları temel bir ihtiyaç olarak düşünülemezdi ancak bugün bunu dillendirmek bile gülünçtür. Ancak değişen şey sadece çeşitlenip artan zorunlu ihtiyaçlar değildir. Toplumun yapısında da köklü bir değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşümü İşçi Dayanışması’nın 163. sayısının başyazısında şöyle ifade etmiştik:
Türkiye’de toplum çok yönlü ve köklü bir dönüşüm geçiriyor. Nüfusun yüzde 90’ından fazlasının şehirlerde yaşadığı ve işçileştiği, kadınların hayatın her alanında öne çıktığı, 10 milyona dayanan işsizlerin önemli bir kısmını üniversite mezunlarının oluşturduğu, çağın ihtiyaçları çeşitlenip artarken yoksullaşmanın derinleştiği, milyonlarca gencin gelecekten endişe edip yurtdışına gitmek istediği bir durumu Türkiye toplumu ilk kez yaşıyor. Kuşku yok ki önümüzdeki dönemde bu durumun önemli yansımaları olacak.
İşte bugün domino taşı gibi birbirini takip eden eylemlerin arkasında tüm bu gelişmeler vardır. Örneğin pandemi sürecinde hızla büyüyen online alışveriş sektörü yüz binlerce kuryenin çalıştığı devasa bir sektöre dönüşmüştür. Üniversite mezunu olup kendi alanında iş bulamayan pek çok genç “esnaf kurye” olarak bu sektörde çalışmaya başlamıştır. “Kendi işinin patronu” gibi süslü tanımlamaların bir aldatmaca olduğunu, gerçekte ücretli köle olduklarını kısa sürede gören genç işçiler, şimdi hayat pahalılığı karşısında ezilmemek için tek kurtuluş yolunun birlikte mücadele etmek olduğunun farkına varıyorlar, seslerini yükseltiyorlar. Direnişe geçen, iş durduran hemen hemen tüm işyerlerinde kadın işçiler yer alıyor, çoğunda öne çıkıyorlar. Bir işyerinde başlayan mücadele hızla diğer işyerlerine yayılıyor, işçiler birbirlerinden güç ve cesaret alıyor. Örneğin çorap işçileri arasında sendikalaşma ve iş bırakma eylemleri hızla yayılmaktadır. Aynı durum kuryeler için de geçerlidir Zaten artmakta olan sendikalaşma eğilimi bu süreçte daha fazla açığa çıkmış durumdadır. Anadolu kentlerinden sanayi kentlerine madenden tekstile pek çok yerde işçiler ücret artışının yanı sıra sendikalaşma mücadelesi veriyorlar.
Örgütlü güce dönüştürmeliyiz
Gözleri tatlı kârlarla kör olan patronlar, artan yoksullaşmayla birlikte emekçilerde biriken öfkenin, toplumda yaşanan değişim ve dönüşümün farkına varmaktan o kadar uzaklar ki gerçek enflasyonun yüzde 114’ü bulduğu bir dönemde işçilere çok düşük oranlarda zam yapmaktan zerre çekinmediler. Bugüne kadar düşük ücretlerle çalışmaya “razı ettiklerini” düşündükleri işçilerin belli ki böyle bir tepki vermesini beklemiyorlardı. Beklemedikleri bu tepki karşısında hemen ilk başvurdukları yöntemi uyguladılar. İşten atma saldırısı, yalan propaganda ve tehdit… Ne var ki bu saldırılar karşısında işçiler geri adım atmayınca bu sefer devletin kolluk güçlerini imdada çağırdılar. Nitekim Farplas’ta sendikalaştıkları için işten atma saldırısıyla karşılaşan işçiler üretimi durdurduklarında polisin çok sert saldırısıyla karşılaştılar. Farplas işçilerine adeta savaş açıldı. Plastik mermi, biber gazı ve dronlarla yapılan müdahale aslında sadece Farplas işçilerine değil tüm işçilere sermayenin ve rejimin verdiği bir gözdağıydı. Çünkü metal sektöründe büyük bir fabrikada işçilerin sendikal kazanımının diğer fabrikalara ve sektörlere de örnek olacağının farkındaydılar.
Ne var ki, bıçağın kemiğe dayandığı koşullarda bu saldırılar da etkisini yitirmiştir. Eskişehir’den Gaziantep’e, İstanbul’dan Sivas’a işçi eylemlerinin sayısı hızla artmaktadır. Bu mücadelelerin bir kısmı işçilerin taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlanmışsa da önemli bir kısmı devam etmekte ve yenileri eklenmektedir. Merkezinde ücret artışı ve sendikal hakların tanınması olan bu eylemlerin kazanımla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, kazanımların kalıcı olup olmayacağı işçilerin örgütlülük düzeyine bağlıdır. Türkiye’de işçi düşmanı, baskıcı totaliter bir rejim işbaşındadır. Her ne kadar gücü zayıflamış olsa da iktidarda kalmak için yeni gerilimler yaratmaktan, saldırıların dozunu arttırmaktan çekinmeyen, toplumu korkutup sindirerek ömrünü uzatmaya çalışan bir rejimden söz ediyoruz.
Patlayan işçi eylemleri vesilesiyle bir konunun altını daha çizelim. İş durduran kuryeler, şirketlerin bulunduğu plazalar önünde eylemler yapıyorlar. Tarihin şu cilvesine bakın ki bu plazaların yerleri bir zamanlar grev ve direnişlerin gerçekleştiği fabrikalardı. İşçi Dayanışması’nın 159.sayısında İşçi Sınıfı, Mücadele, Kent ve Hafıza başlıklı yazımızda bu konuya şöyle değinmiştik:
“Sermaye sınıfı, on yıllardır sınıfımızın hafıza mekânlarına ve sembollerine saldırıyor. «Para her şeyin değeri ve belirleyicisidir» diyen, «sizi tarihten silip atacağız, köklerinizi koparacağız» diyen bir zihniyet adeta ant içmiş. Sınıfımızın imzalarını topyekûn saldırıyla yok etmeye çalışıyor. Şişli Cevahir AVM’nin yerinde bir asır önce Tramvay işçileri grevdeydi! Kavel fabrikasının yerinde Carrefour yükseliyor bugün, Cibali Tütün fabrikası nicedir özel bir üniversite, Berec ise terk edilmiş, metruk bir bina… Sınıfımızın hatıralarının çalınması üzerine düşünelim. Saraçhane’den Haliç’e, Kazlıçeşme’den Taksim’e kadar o şanlı eylemleri hatırlatacak tek bir anıt dahi diktirememiş olmamızı da…” İşte bugün aynı mekânlarda yeniden işçilerin mücadele sloganları yükseliyor. Zira sermaye sınıfı ne yaparsa yapsın işçi sınıfının mücadelesini bastıramaz. Yıllar içinde toplum kentlerde toplanmış, büyük kentlerin sayısı artmış, toplum büyük ölçüde işçileşmiş, Türkiye işçi sınıfı büyüyüp gelişmiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle işçi sınıfının örgütlü gücüne ağır bir darbe vurulmuş ve aktarma kayışları kopartılmıştır. Ne var ki yıllardır burjuva siyaset sahnesinden gelen yapay kutuplaştırıcı rüzgâra ve çeşitli dağıtıcı faktörlere rağmen işçiler mücadeleye atılıyorlar. 2015’te patlak veren “metal fırtına” eylemlerinden sonra bugün patlayan eylem dalgası da işçi sınıfının birikimli hoşnutsuzluğunun ifadesidir.
Sonuç ne olursa olsun bu eylemler, biriken hoşnutsuzluk ve öfkenin açığa çıkmaya başladığını göstermesi bakımından önemlidir. Emeğin örgütlü cephesinin güçlenmesi durumunda işçi sınıfının neleri başarabileceğini göstermesi bakımından da önemlidir. Ayrıca işçilerin mücadelesinin sendikaları daha mücadeleci olmaya zorlayacağı da açıktır. Ancak patronların ve siyasi iktidarın oluşturduğu sermaye cephesinin saldırılarına karşı işçi sınıfının başarılı olabilmesi için emeğin örgütlü cephesinin güçlendirilmesi bir zorunluluktur. Uzun zamandır bu gerçeğe işaret ediyoruz ve bugün yaşanan eylemlilikler bu ihtiyacın ne kadar yakıcı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Gazetemizin son sayısında söylediğimiz gibi:
İşçiler, öğrenciler, emekçi kadınlar, emekliler… İşçi sınıfının tüm kesimleri bir araya gelmek, örgütlenmek, dayanışma içinde hareket etmek zorundadır! Birlik ve dayanışma ekmek kadar, su kadar gereklidir. İşçi sınıfı ancak örgütlü olduğunda ve emeğin örgütlü cephesi büyüdüğünde siyasi bir güce ulaşabilir ve işte o zaman toplumsal gidişata müdahale edebilir.
- Polonez Direnişçisi: “Biz Başardık, Şimdi Hep Birlikte Başaralım!”
- Betek Boya’da İşten Atma Saldırısı
- Green Transfo’da Grev Başladı
- İşçilerin Grev-Direniş Rehberi
- İşçiler “146+Bir Polonez” Belgeselinin Galasında Buluştu
- Arıtaş Kriyojenik İşçileri de Greve Çıktı
- Metal İşçileri Yasak Tanımıyor, Grev Coşkusu Sürüyor
- Polonez Direnişçileri Çatalca Adliyesi Önünde
- Polonez İşçileri Baskılara Rağmen Mücadeleyi Sürdürüyor!
- Metal Sektöründe Bir Kez Daha Grev Yasağı
- Grev Ateşi Büyüyor: Grid Solutions ve Schneider Elektrik de Grevde!
- Grevlerden Direnişlere İşçilerin Mücadelesi Büyüyor
- Hitachi Energy’nin 4 Fabrikasında Grev Başladı
- Aile Hekimleri Grevde
- Çayırhan Maden ve Enerji İşçilerinin Eylemi Sona Erdi
- Direniş Çadırına Tezek Döktüren Korku
- Grev ve Direnişler Dayanışmayla Büyüyor
- Çayırhan Maden İşçileri: “Biz Çocuklarımızın Geleceği İçin Mücadele Ediyoruz”
- SASA İşçileri Ücret Gaspına Karşı Mücadele Ediyor
- UİD-DER’den Atakaş Çelik İşçilerine Dayanışma Ziyareti
Son Eklenenler
- Vivident, Mentos gibi sakız ve şekerleme markalarının üreticisi olan Perfetti Van Melle’nin İstanbul/Kıraç’ta bulunan fabrikasında çalışan işçiler Tekgıda-İş Sendikasında örgütlenmiş, şirket yönetiminin sendika düşmanı tutum ve baskılarıyla...
- Sevgili işçi kardeşlerim, Rus yazar Tolstoy “acı duyabiliyorsan canlısın, başkasının acısını duyuyorsan insansın” der. Tolstoy’un bu ifadeleri özü itibariyle insanlaşmayı anlatır. İşçi sınıfı olarak, sömürücü efendilerden insanlık için insanlaşma...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER, sözünü İşçi Dayanışması’yla söylüyor. Kapitalist sömürüye, zorbalığa, ayrımcılığa, haksız savaşlara karşı işçi sınıfına sesleniyor ve diyor ki kurtuluş ellerinizde, birliğinizdedir.
- İşçi ve emekçiler pek çok ülkede 2024 yılını mücadeleyle kapattı, 2025’i mücadeleyle karşıladı. Kapitalist sömürü düzeninin yol açtığı sorunlar büyürken, buna karşı işçilerin mücadelesi ve dayanışması da güçleniyor. Emperyalist savaşın yayıldığı,...
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Aralık ayı yıllık enflasyonunu yüzde 44,38, 12 aylık ortalama enflasyonu ise yüzde 58,51 olarak açıkladı. Kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaş artışında önemli bir faktör olan altı aylık enflasyon ise yüzde 15,75...
- Harb-İş Sendikası Eskişehir Şubesi, 3 Ocakta basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecine, TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına ve Harb-İş üyesi işçilerin yaşadıkları ekonomik...
- İşçi Dayanışması yayınlandığı ilk günden bu güne biz işçilere kocaman bir sınıf olduğumuzu, yaşamlarımızın, sorunlarımızın ve çözüm yollarının ne kadar yakın olduğunu anlatmaya devam ediyor. Yazıların kaleme alınmasından görsellerin hazırlanmasına,...
- İstanbul Planlama Ajansının (İPA) Ekim ayı araştırmasına göre, İstanbul’da ortalama stres seviyesi 10 üzerinden 6,9 çıktı. Aslında bu veri sadece İstanbul’u yansıtmıyor. Mersin olsun, İstanbul olsun hiç fark etmiyor: Stres seviyemiz artıyor,...
- Sevgili işçi kardeşlerim, başlıktaki sözlere gelmeden meramımın tamamını anlatmak için 6 ay geriye gitmem gerekiyor. Mayıs ayının son haftasında iki azı dişime kanal tedavisi için Dokuz Eylül Üniversitesi diş bölümüne randevu alarak gitmiştim. İki...
- “Zeytinyağlı yiyemem aman/ basma da fistan giyemem aman…” Kütahya ya da Bursa yöresine ait olduğu düşünülen bu türkü düğünlerde, keyifli eş dost toplantılarında hep bir ağızdan söylenir. Hatta eğlenceli ritmi karşılıklı oynamaya da teşvik eder....
- Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı korkunç boyutlara ulaştı. Emekçiler olarak temel ihtiyaçlarımız olan barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarımızı karşılamakta zorlanıyoruz. Aldığımız maaşlarla kirayı mı ödeyelim, karnımızı mı doyuralım diye kara kara...
- Kapitalist sistemde yaşıyoruz ve bu sistemin yol açtığı büyük-küçük pek çok sorunla boğuşuyoruz. Peki sorunlarımızı çözmek için ne yapıyoruz? Örneğin pek çoğumuzun ailesinde çocuk, hasta, yaşlı ya da engelli olduğu için bakıma muhtaç yakınlarımız...
- İşçi Dayanışması çıktığında her birimiz ilk görüşte etkilendiğimiz yazıyı seçiyoruz. Neden etkilendiğimizi, yazının bizi nasıl etkilediğini, neyi düşünmemizi sağladığını anlatıyoruz birbirimize. Bu yazıyı herhangi bir arkadaşımıza nasıl ve neden...