Buradasınız
Dün “Şahlanıyoruz” Diyenler, Bugün “Kuru Soğan Yiyin” Diyor!

Erdoğan, çok değil daha 6 ay önce, Nisanda yaptığı bir konuşmada 2021’in ekonomide şahlanış yılı olacağını söylüyor, dünyaya örnek olduğumuzdan bahsediyordu. Oysa bugün gelinen aşamada Türkiye’de tam anlamıyla ibretlik bir durum yaşanıyor. 2018’den bu yana zaten kriz içinde olan Türkiye ekonomisi siyasi iktidarın politikaları yüzünden yuvarlandığı uçuruma baş aşağı çakılıyor, tüm dünyanın gözleri önünde! Peki, bu yıkımın faturasını kimler ödüyor, kimler kazançlı çıkıyor?
23 Kasım Salı günü (artık “Kara Salı” deniyor) TL tüm yabancı para birimleri karşısında değer kaybetti. Dolar karşısında liranın değer kaybı yüzde 17’ye ulaşırken, dolar 13 lirayı geçti. Emekçiler, almakta zorlandıkları ama daha da pahalanacağından korktukları temel gıdaları almak için marketlere gidiyor, kuyruklara giriyorlar ancak alamıyorlar. Çünkü Tarım Kredi Kooperatifi mağazalarında, çeşitli marketlerde un, yağ, şeker, çay gibi ürünlerde sadece birer adet satışa izin veriliyor. Satış yapanlar birkaç saat sonra o ürünün fiyatının ne olacağını bilmiyor, emekçi insanlarsa aç kalmaktan korkuyor! Ülkenin dört bir yanından “geçinemiyoruz” çığlıkları yükseliyor, ucuz ekmek kuyrukları onlarca hatta yüzlerce metre uzuyor. Öyle ki son bir haftada yaşananlar karne ile girilen kuyrukları hatırlatıyor.
“Ekonomik kurtuluş savaşı” kimin kurtuluşu için?
Hâl böyleyken Erdoğan ve çevresindekiler, birkaç ay dişimizi sıkmamızı, “ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimizi”, “ekonomide yeni bir şey denediklerini”, “ne yaptıklarını iyi bildiklerini” tekrarlayıp duruyorlar. Diyorlar ki; dolar yükseldikçe işçilik daha da ucuzlayacak, bunu gören yabancı sermayenin iştahı kabaracak ve Türkiye’ye yapılan yatırımlar artacak. Böyle olunca ülkeye dolar ve her türden döviz gelecek, üretim ve ihracat artacak, cari açık kapanacak. Eğer dişimizi sıkmayı başarırsak nihayet belli bir süre sonra enflasyon düşecek. Bu arada faiz çok düşük tutularak yatırım yapmak isteyen Türkiyeli yatırımcılara bol bol krediler dağıtılacak. Onlar da krize hiç aldırış etmeden yatırımlar yapıp istihdam sağlayacaklar! Yani bildiğimiz Nasrettin Hoca fıkralarının Erdoğan rejimi tarafından ekonomiye uyarlanması! Ama tek sorun böyle bir “planın” tutmayacak olması değil. Ekonomiyi düze çıkaracağını iddia ettikleri bu “ekonomik plan”, milyonlarca emekçinin sefalet ücretine mahkûm edilmesi üzerine kuruluyor! Yani açıkça sefalet çukuruna itilmemizi, sudan ucuz hale gelen emek gücünün sınırsızca yağmalanmak istenmesini alkışlamamızı istiyor işçi düşmanları... Çok açık ki denendiği söylenen ekonomik model yeni değil; emek yoksulluk çukurunun en diplerine itilirken, aynı anda sermaye zenginlik dağının zirvelerinde keyif sürecek!
Geçmiş yıllarda ekonomik büyümeden işçilerin payına ne düştüğüne bakarsak mesele daha da anlaşılır. AKP iktidarının ilk yılı olan 2003’te asgari ücretle 7 tane çeyrek altın alınabiliyordu. Ekonomide işlerin yolunda gittiği, ihracat rekorları kırıldığı 2013’te ise asgari ücretin çeyrek altın karşılığı 4,6 adede geriledi. Bugün ise asgari ücretle sadece 2,4 adet çeyrek altın alınabiliyor. Sadece bu rakamlar bile bu iktidarın işçi düşmanı olduğunu, işçinin, emekçinin kursağından kesip sermayeyi büyüttüğünü, ekonomideki iyileşmeden işçiye, emekçiye pay düşmediğini göstermeye yeter. Yani ekonominin büyümesinin de krizin de bedelini biz ödüyoruz. Bu durumda bize dedikleri gibi sabretmemiz, dişimizi sıkmamız bizi değil onları düze çıkarır. Ortada bir kurtuluş savaşı varsa bu bizim savaşımız değil, iktidarın varlık-yokluk savaşıdır ve iktidarın bu savaşı kaybetmesi işçi sınıfının ve emekçilerin hayrınadır.
Bu iktidar devlet kaynaklarını sermaye sınıfına ama özellikle de yandaş sermaye kesimlerine akıtıyor. Bu iktidar sayesinde bütün memleketi bir ahtapotun kolları gibi sarmış, her zenginliğe el koyan, talanda sınır tanımayan, emeği sınırsızca sömüren, doğayı acımasızca yağmalayan bir avuç sermaye sahibi ile karşı karşıyayız. Cengizler, Rönesanslar, Limaklar, Kolinler, Uyarlar ve diğerleri… Kamu-özel işbirliği adı altında devlet gücünü arkalarına alarak uçuş garantili havaalanı, geçiş garantili köprü, hasta garantili hastaneler inşa ediyorlar. Enerji, maden, silah sanayi gibi alanlarda boy gösteriyor, devlet desteği ve ucuz işçilik sayesinde sermayelerini büyütüyorlar. Dolar üzerinden yapılan ihaleler sayesinde kur yükseldikçe elde ettikleri kazanç büyüyor. Emekçiler için yıkım anlamına gelen politikalarda ısrar edilmesinin tek nedeni bu kesimlerin daha da zenginleşmesi, iktidarın elde tutulması, devlet kaynaklarının ve doğanın yağmalanmasına devam edilmesidir. Egemenler dün “şahlanıyoruz” derken nasıl yalan söylüyorlarsa bugün de “ülke olarak ekonomik bir kurtuluş savaşı veriyoruz” derken yalan söylüyorlar.
Egemenlerin Marie Antoinette sendromu
Çok açık ki sermaye sahipleriyle aynı ülkede yaşıyoruz ama aynı sınıftan değiliz. Onlar için başka bir Türkiye, işçi ve emekçiler için başka bir Türkiye tablosu var. Öyle olmasa, hayat pahalılığı karşısında ezilen işçi ve emekçilerin haklı öfkesi büyüdükçe daha da üst perdeden konuşurlar mıydı? “Geçinemiyoruz” çığlıklarını duymazlıktan gelirler miydi? “Açız” diyenin yalan söylediğini, nankör olduğunu, provokasyon yaptığını, dış güçlerin maşası olduğunu söyleyecek kadar ileri giderler miydi?
İşçi Dayanışması’nın 161’inci sayısında Egemenlerin Kibir ve Körleşme Hastalığı başlıklı yazımızda yer alan şu satırları hatırlayalım: “İşçi sınıfının ürettiği muazzam zenginlik üzerinde oturan egemenler, belirli bir andan sonra gerçeklikten koparlar. Emeğin ürünü olan muazzam zenginliği sanki kendileri yaratmış, sanki kendileri üstün varlıklarmış vehmine kapılırlar. Hareket tarzlarını bu yanılgı belirlemeye başlar. Türkiye’deki manzara bu gerçeğin ifadesi değil mi? … Marie Antoinette sendromu sömürücü egemen sınıfın doğal yapısından kaynaklanır. Nitekim Türkiye’de iktidar temsilcilerinin açıklamaları, aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen bu hastalığın ortadan kalkmadığını gözler önüne seriyor.”
Mesela Erdoğan, “utanmadan sıkılmadan evine götürecek ekmeği yok diyor, her evde araba var. Kapıcısında araba var” diyerek insanların şikâyet etmeye hakkı olmadığını ileri sürüyor. Cumhurbaşkanlığının 268 lüks aracı varken emekçilerin araba sahibi olmasını bir nimet ve “iktidarın başarısı” olarak gösteriyor. “Kapıcısında bile” diyerek aslında sadece kapıcıları değil bütün işçi ve emekçileri aşağılıyor. Üstelik her evde bir araba olduğu da doğru değil. Bir şekilde araba alabilenlerse kredi çekerek, uzun yıllar borçlanarak bunu yapabiliyorlar. AKP Manisa milletvekili Uğur Aydemir, “belki soğan ekmek yiyeceğiz aylarca ama güvenliğimizden asla kimseye taviz vermeyeceğiz” diyerek iktidarın ekonomi politikalarının eleştirilmesini bir güvenlik hatta terör meselesi olarak göstermeye çalışıyor. Kendileri lüks içinde yaşarken bize soğan ekmek yememizi salık vermekten zerre kadar utanç duymuyor. AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ ise “normal şartlarda ayda iki kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz, domatesi iki kilo yerine iki tane alırız. Biber alırız, 3 tane alırız bir kilo alacağımıza...” diyerek emekçileri aptal yerine koyuyor. Emekçilerin zaten bu şekilde yaşadığını bilmeyecek kadar gerçeklerden uzak olduğunu, halka nasıl yabancılaştığını gösteriyor. Gıda fiyatlarındaki artışın nedenini “dış güçlerin oyunu” lafebeliğiyle açıklayarak algı yaratmaya çalışıyor. İnsanlar açken 5 bin liralık atkıyla gezen AKP’li Mücahit Birinci ise, “Biz kimiz de o atkıyı takabiliyoruz dimi... Mütedeyyinler, maneviyata sahip insanlar kim ki... Dünyanın meşru nimetlerinden tek, azınlık ama egemen düşüncenin kurşun askerleri faydalanır. Bu azgın azınlığa göre biz, ‘Bizimkiler’dizisindeki kapıcılarız” diyerek yine mağdur edebiyatına başvuruyor. Kendilerinin zenginlik denizinde yüzmesini bu şekilde meşrulaştırmaya çalışıyor.
Bu açıklamaları yetmezmiş gibi, siyasi iktidar emekçileri oyalamak için olmadık yollara başvuruyor, toplumda algı yaratmaya çalışıyor. Doların yükselmesinin arkasında manipülasyon olup olmadığının araştırılacağının açıklanması, market denetimleri, faizin büyük haram olduğu söyleminin en tepeden dolaşıma sokulmasının amacı emekçileri oyalamak, algı oluşturmak ve aldatmaktır. Gerçek şu ki tüm bunlar, bu iktidarın yoksul halka hiçbir olumlu vaadinin kalmadığını, işçi ve emekçilerin sırtında büyük bir yüke dönüştüğünü gizlemeye yetmiyor. Dün büyüme ve zenginlik vaat edenler, bugün sabretmeyi, diş sıkmayı salık veriyor, ekmek-soğanla yetinmeyi vaat ediyor. Bu zihniyetlerini sokağa yayarak işi “göster cep telefonunu”, “açsan bu kiloları nasıl yaptın”, “kafelerden çıkmıyorsunuz” saçmalığına kadar vardırıyorlar.
Dert bizde derman ellerimizdedir!
İşçi ve emekçiler olarak öfkemizin temel nedeni yoksulluksa, bir diğer nedeni iktidar sahiplerinin bu zihniyetidir. Hem açlığa hem de Marie Antoinette sendromu ile malul bir avuç asalağın, yağmacının aşağılamalarına maruz bırakılmamızdır ve bu öfke son derece haklı bir öfkedir. Dert bizde, derman ellerimizdedir. Derdimize derman bulmak için önce bu gerçeği görmeliyiz. Ertelemeden, bir kurtarıcı beklemeden, sadece kendimize ve işçi sınıfımıza güvenerek safları sıklaştırmalı ve harekete geçmeliyiz. İşyerlerimizde, sendikalarımızda, işçi örgütlerimizde, mahallelerimizde ve mücadele alanlarında bir araya gelmeliyiz.
- “Süper Talan Yasası”na Karşı Mücadele Sürüyor
- İzmir Belediye İşçileri İşlerini Geri İstiyor
- UİD-DER’in İran İşçi Sendikalarına ve İşçi Sınıfına Dayanışma Mesajı
- İşçiyiz, Filistin Halkına Yapılan Zulmü Kabul Etmiyoruz!
- Talan Yasasına Karşı Köylülerin Mücadelesi Sürüyor
- Sivas Katliamı 32. Yılında Lanetlendi, Katledilenler Anıldı
- Göçmenlerin Sağlığa Erişim Hakkı Yok Ediliyor!
- “Halkımız Yoksul Değil, Devletimiz Sosyal”
- Gazze’de Yardım Merkezine Saldırı: Kapitalizmin Geldiği Nokta
- Dünya Mülteciler Günü: Umut Kapitalizme Karşı Mücadelede!
- Genel-İş Sendikacıların Tutuklanmasını Protesto Etti
- Sağlık Emekçileri: “Bitmeyen Eziyet Bitmeyen Rezalet! Hasta Gelmedi Ceza Geldi”
- ABD Büyükelçiliği Önünde Eylem: “Filistin’de Ablukaya ve İşgale Son”
- İzmir Belediye İşçilerinin Grevinin Gösterdikleri
- Tüm İnsanlık İçin Atan Kalplerin Anısına
- Enflasyonun Bize Faturası
- Örgütlü Gücümüzden Korkuyorlar Kardeşlerim
- TPI Compozit Grevcilerinin Anlattıkları
- İşçiler Grevi Nasıl Yürütmeli?
- Yönetmen ve Senarist Ali Özgentürk’e Veda
Son Eklenenler
- İngiltere’de işçi, emekçi ve öğrenciler, yaklaşık 22 aydır devam eden İsrail’in Gazze’deki saldırılarına karşı durmak, Filistin halkıyla uluslararası dayanışmayı büyütmek ve suç ortağı İngiltere hükümetinin barış eylemlerine yönelik baskılarını...
- Eşimiz, kardeşimiz ya da başka bir yakınımız dayanışmanın öneminin farkında olmayabilir. Eğer biz biliyorsak, bilmeyenlere sabırla öğretelim ve yol gösterelim! Unutmayalım ki işçinin işçiden başka dostu yoktur.
- Sağlık emekçileri, “Eziyet Yönetmeliği” olarak adlandırdıkları, hem sağlık emekçilerinin hem de hastaların hak kaybına uğratıldığı Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğine karşı 16 Haziran’da İl Sağlık Müdürlüğü önünde eylem yaptı. ASM’lere 6...
- Dünya egemenlerinin emperyalist paylaşım savaşlarında ölenlerin net sayısını telgraf telleri bildirmiyor artık. Bugün sosyal medyayla, telefonlarımıza düşen bildirimlerle çok kısa bir sürede alıyoruz dünyanın başka yerlerindeki saldırıların,...
- Amasya’nın Merzifon ilçesinde bulunan, Kristal-İş Sendikasının örgütlü olduğu GM Teknik Cam fabrikasında toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 17 Temmuzda grev başladı. İzBB Belediyesinde işten atılan Belediye-İş Sendikası...
- Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş ve KESK’e bağlı SES üyesi sosyal hizmet işçileri, 18 Temmuzda Bahçelievler Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü Ek Binası önünde ortak bir basın açıklaması düzenledi. Kamuda yürüyen toplu sözleşme süreçlerine dair gerçekleştirilen...
- Merhaba, ben İstanbul’da bir devlet hastanesinde temizlik personeli olarak çalışan bir kadın işçiyim. Bilindiği gibi senenin yarısı geride kalmasına rağmen toplu iş sözleşmemiz halâ imzalanmadı. Bu süreçte sendikalar meydanlarda mitingler yaptılar,...
- 14 Temmuz 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan yasa değişikliğiyle turizm sektöründe çalışan işçilerin hafta tatili hakkı fiilen gasp edildi.
- Ne acıdır, barış sözcüğü ağzımızdan çıkar çıkmaz yüreğimizde savaşın gölgesi belirir. Gözlerimiz dolar, sesimiz titrer, mahzunlaşırız çocuklar gibi. Oysa ne güzeldir kim bilir ağzımızdan taşan gülücüklerle, yüreğimizden kopan kardeşlik türküleriyle...
- Siyasi iktidar zeytinlikleri yok edecek yeni bir torba yasayı Meclise sundu ve Temmuz sonuna kadar yürürlüğe sokmaya hazırlanıyor.
- İşçiler, emekçiler, emekliler, gençler, yani toplumun ezici çoğunluğu için geçinmek, yaşamını sürdürmek giderek daha da zorlaşıyor. Öte yandan işçi ve emekçiler “bunlar daha iyi günlerimiz” diyerek bu zorlukların aşılabileceğine dair bir umut...
- Zeytinliklerin, ormanların, tarım arazilerinin sermayeye peşkeş çekilmesinin önünü açacak olan ve kamuoyunda “süper talan yasası” olarak adlandırılan “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Meclis Genel...
- İşçiler, emekçiler, emekliler, gençler, yani toplumun ezici çoğunluğu için geçinmek, yaşamını sürdürmek giderek daha da zorlaşıyor. Öte yandan işçi ve emekçiler “bunlar daha iyi günlerimiz” diyerek bu zorlukların aşılabileceğine dair bir umut...